Kelimeler, düşünmenin yapı taşlarıdır. Taşlar ne kadar sağlamsa, düşünme de o kadar sağlam olur. Düşünme ne kadar sağlam ise düşünerek inşa edilen düşünce de o kadar dayanıklı olur. Düşünme, eski tabiriyle tefekkür bir süreçtir. Bu sürecin sonunda hasıl olan şey ise fikirdir. Buna günümüz Türkçesinde “düşünce” deniyor. Madem “fikir” ile “düşünce” eş anlamlıdır öyleyse ikisi de zihinde aynı çağırışımı yapmalıdır değil mi? Ama yapmaz. Çünkü kelimeler oluştuğu yıllarda yaşanan olaylardan etkilenen toplum, onlara farklı anlamlar yükler. Bu yüzden yerine göre bazen fikir, bazen düşünce sözcüklerini kullanıyoruz. Benzer sözcüklerin küçük de olsa anlam farklarını bilmek, doğru düşünmenin ön şartıdır. Mesela “fikir (opinion)” sahibi olmakla “düşünceli (considered)” olmak apayrı iki şeydir. Kelimeleri bilmemek, çoğu zaman o kelimenin anlattığı kavramları bilmemektir. İnsan kelimelerle düşünür. Az kelime bilmek, düşünme yeteneğini kısıtlar.

MEDENİ OLMAK

Şehir ile kent eşanlamlı sözcükler olarak kabul edilir. Medine de şehir veya kent demektir. Medeni kelimesi ile kentli/şehirli kelimeleri sözlüklere göre eşanlamlıdır. Ama değildir. Şehirli veya kentli şehirde oturan demektir. Medenilik ise şehirli olmanın sorumluluğunu idrak etmiş olmaktır. Hocam Fuat Çobanoğlu’nun eşsiz tanımıyla “medeni davranış, üçüncü şahısların haklarına saygı göstermektir” (Respect to the third persons’ rights) Medeni insan, ailesinin, akrabalarının, tanıdıklarının veya onu tanıyanların değil, tanımadıklarını veya onu tanımayanların haklarına saygı gösterendir. İslami değişle kul hakkı yemeyendir. Laikliğe göre topluma/kamuya karşı kendini sorumlu gören kişidir. Çok basit iki örnek: Ormanda piknik yapıp çöpünü orada bırakan, arabasını, yürüyeceği mesafeyi kısaltmak için, fütursuzca park eden şehirli, “gayrimedenidir”. Daha doğrusu vahşidir.

AYDIN OLMAK YÜREK İSTER

On sekizinci yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkan bilimsel düşünme devrimine “aydınlanma çağı” veya kısaca “aydınlanma” (enlightenment) denir. Bu çağda yaşayan ve Hıristiyan dininin dogmalarından kurtulup, olayları sebep-sonuç bağlamında kanıta dayalı olarak muhakeme eden yüksek eğitimli kişilere de “entelektüel” (intellectual) denmiştir. O yıllarda böylesi kişilere “nur/tenvir” (aydınlanma) kökünden türetilerek “münevver” sıfatı verilmiştir. Aydın, bunun yeni Türkçesidir. Ülkemizde, yükseköğrenim görmüş, meslek sahibi, yabancı dil bilen insanlara aydın denmektedir. Ancak bu kişilerin tümüne “aydın” demek yanlıştır. Çünkü geçen zaman içinde bu kavramın doğduğu batıda “aydın” (intellectual) ile “eğitimli” (educated) sözcüklerinin anlamı farklılaşmıştır. Aydın, ait olduğu laik, dinsel veya etnik topluluğun veya bir siyasi kampın vicdanı olanlara verilen bir isim haline gelmiştir. Bir kişinin karşıtı olduğu dünya görüşünü benimseyenleri kıyasıya eleştirmesi, onları aşağılaması, alaya alması hatta hakaret etmesi, o kişiye, mensubu olduğu “kampta” itibar kazandırır. Mensuplar arasında dayanışmayı ve mücadele gücünü artırır. Buna militanlık denir. Aydının görevi bu değildir. Aydın, kendi kampının davranış ve inançlarını süzgeçten geçirerek, hatalarından arınmasına vesile olandır. Aydın, önyargılardan arınmanın bir erdem olduğunu yoldaşlarına hatırlatmakla görevlidir. Bu da onu yalnızlaştırır.

Son söz: Aydın, kişinin egosuna değil, vicdanına hitap eder.