Son bir yıldır AKP, ekonomide “yapısal reformcu” oldu. Daha doğrusu olup olmadığı belli değil ama reformcu olmuş gibi konuşuyor. Ali Babacan’ın AKP’lilerin durumunu özetlemek için anlattığı fıkradaki “eşekten düşen Nasrettin Hoca’nın, ben zaten inecektim demesi” buna tam olmasa da uyuyor. Yazmaktan bana, okumaktan size de gına geldi ama hoşgörünüze sığınarak olayı bir daha arz edeyim: Çift para birimli (dual currency). Geleneksel olarak Türkiye’de fiyat istikrarı “yüksek faiz-düşük kur” politikasıyla sağlanmaya çalışılır. Çünkü Türkiye’de “devalüasyon-enflasyon” sarmalı vardır. Doların fiyatı durmadan enflasyon durmaz. Devalüasyondan enflasyona geçiş de orta vadede %15 değil, %100’dür. Ancak  taşıma dolarla fiyat istikrarı sağlama sürdürülemez bir politikadır. Çünkü yüksek faize tamahen gelen sıcak dövizden dolayı dış borç stoku durmadan artar. Bir an gelir, alacaklılar “Bunlar verdiğimiz ödünçleri geri ödeyemeyecek” telaşına kapılır. Devalüasyon krizi (1946, 1958, 1971, 1980, 1994, 2001, 2021) patlar. TL’den 6 sıfır atılır. Ama yeni dış borç almaktan vazgeçilmez. Çünkü ülke ekonomisi, yapısal olarak “dış-borç-kolik” olmuştur bir kere. Bunun da kök sebebi “Türkiye dış borç almadan kalkınamaz” inancıdır.

YAPISAL REFORM

Ekonomimizde yapılması gerekli tek bir (aslında birden fazladır) yapısal reform varsa o da; cari açık vermekten yani dış borç almaktan “ne pahasına olursa olsun” vazgeçmektir. İki hafta önce Merkez Bankası Başkanı “enflasyon raporunu” sunarken, bunu hedeflediklerini söyledi. Benim, “Cari açık sıfırlanmadan “kalıcı” fiyat istikrarı sağlanamaz” tezim resmiyet kazandı. Ben de bunu köşeme taşıdım. Bunun üzerine bazı meslektaşlarım, yazdıklarımdan benim AKP’nin ekonomi politikasını onayladığım sonucunu çıkardılar. Hayır onaylamıyorum. Ama eğer AKP, cari açık vermeyerek döviz fiyatlarını stabilize etme ve bu yolla enflasyonu birkaç yıl içinde kalıcı olarak düşürmeye karar vermişse, bunu bütün benliğimle destekliyorum.

KAYNAK YARATMAK

Peki AKP, bu yeni politikayı hayata geçirebilir mi? Hiç sanmıyorum. Çünkü bu politika öncelikle bir zihniyet değişikliği ve mutlaka itibar için israftan,  gösteriş için yatırımlarından vazgeçilmesini gerektirir. Hamdolsun, AKP’nin iktisadi düşünce tarzında bir değişiklik olup olmadığını anlamam için fazla beklememe gerek kalmadı. Başkan Erdoğan Batman’da “yap-işlet-devret” sistemini savunurken, “Ne kadar kaynak yaratırsan yani dış borç alırsan halkın cebinden tek kuruş çıkmadan o kadar çok yatırım yaparsın” dedi. Hem de ne zaman? Müteahhitlere, dış borç alırlarken yazılı olarak verilen kefalet (gelir garantisi) yüzünden bütçeden her yıl milyarlarca para ödenen bir dönemde. Kaldı ki;  gelir garantisi ödemesi hiç yapılmasa dahi, eğer devlet “havaalanı vergisi” “geçiş ücreti” ve benzeri, kendisine ait vergi, harç ve rüsum toplama haklarını müteahhitlere terk etmişse bu da bütçeden nakit ödeme yapmak demektir. AKP’nin ekonomi politikasının esası; dışarıdan para getirerek, bunu içeride harcamaktır. AKP, içeriden kaynak yaratmaya, yani iç tüketimi kısmaya yönelirse, onu Diyanet bile kurtaramaz.

Son söz: AKP’nin atı, borç kamçısı yemeden yürümez.