“Dinin siyasete alet edilmesi yüzünden bu memleket iki kere battı.” (İsmet İnönü, 1960)


Din istismarının tarihi, dinler tarihi kadar eskidir. Dinler öteden beri siyasete alet edildi. Ortaçağ’da Avrupa’da Katolik Kilisesi dini kullanarak toplumsal ve siyasal yapı üzerinde baskı kurdu. İslam dünyasında Dört Halife döneminin sonlarında başlayan din istismarı, Emeviler döneminde artarak devam etti. Kendilerini “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” diye adlandıran krallar, sultanlar, halifeler Doğu’da ve Batı’da meşruiyetlerini hep dine dayandırdılar. Cumhuriyetimizin en önemli sorunlarından biri de dinin siyasete alet edilmesi oldu.

İLK MUHALEFET PARTİSİNİN DİN VURGUSU

17 Kasım 1924’te Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk muhalefet partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuruldu. Parti programının 6. maddesinde “Parti, dinsel düşünce ve inançlara saygılıdır” deniliyordu. Partinin bu “din vurgusu” devrim karşıtı gerici ve bölücü çevreleri hareketlendirdi. Nitekim üç ay kadar sonra, 13 Şubat 1925’te “gerici-bölücü” Şeyh Sait İsyanı çıktı. Belli ki yeni partinin “din vurgusu”, Şeyh Sait’i cesaretlendirmişti. 3 Haziran 1925’te -irticayı yüreklendiren- Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı.

Şeyh Sait İsyanı çıkınca, 1925’te “Dini siyasete alet etmek vatana ihanet suçu” sayıldı. Din istismarcıları en ağır biçimde cezalandırıldı. Ayrıca tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı.

Atatürk, Laik Cumhuriyeti kurarken siyasette din istismarına da son vermek istiyordu. Daha 1924’te, “İnanıp bağlanmakta mutlu olduğumuz İslam dinini, yüzyıllardan beri alışılageldiği gibi bir siyaset aracı haline düşmekten kurtarıp yüceltmenin pek gerekli olduğu gerçeğini görüyor ve biliyoruz...” diyerek din istismarına savaş açtı. Dinin siyasete alet edilmesine izin vermedi.

Çok Partili Hayata Geçiş ve CHP’nin Dinsel Açılımları


1945’te çok partili hayata geçilince kurulan partilerden bazıları hemen dine sarıldı. Milli Kalkınma Partisi, Sosyal Adalet Partisi, Arıtma Koruma Partisi, İslam Koruma Partisi ve Türk Muhafazakâr Partisi’nin programlarında dinsel vurgular vardı. Demokrat Parti (DP) programında ise laiklikten söz edilmekle birlikte din işlerinin özerk bir teşkilata verilmesi isteniyordu. Ayrıca DP, laikliği “dine hürmet” olarak yorumluyordu. DP, çok geçmeden Arapça ezana ve Arap harflerine dönülmesi, dilde Türkçeleştirmeden vazgeçilmesi, ilk ve ortaokullara din dersleri konulması, din okullarının açılması gibi isteklerde bulundu. İşte DP ve diğer muhalefet partilerinin dini kullanarak halka ulaştığı bir ortamda CHP de laiklik yaklaşımını gözden geçirmeye karar verdi.

CHP, 1947 kurultayında laikliği tartışmaya açtı. Kurultayda, “Dinin manevi gıda ve kuvvet” olduğunu belirterek okullara din dersleri konulmasını isteyenler oldu. Fakat bu ve buna benzer istekler o kurultayda kabul edilmedi. Ancak dinsel açılım yapmaya kararlı olan CHP, medreseden yetişmiş bir İslam bilgini Şemsettin Günaltay’ı 1949’da başbakanlığa getirdi.

CHP, 1 Şubat 1949’da ilkokul programlarına seçmeli din dersleri koydu. 1949 başında 8 ilde İmam-Hatip kursları açtı. 7 Ocak 1949’da İlahiyat Fakültesi açıldı. 30 Mart 1950’de, 1925 tarihli tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasına dair kanunun birinci maddesi değiştirilerek 19 türbe açıldı.

1949’da CHP dinsel açılımlar yaparken, Ticani Tarikatı da Atatürk heykellerine saldırmaya başlamıştı.

CHP’nin dinsel açılımları DP’nin iktidar olmasını engelleyemedi. DP, 14 Mayıs 1950’de serbest seçimleri kazanıp iktidar oldu.

DP’nin Din Politikası ve Din İstismarı


DP, iktidar olur olmaz CHP’ye din üzerinden saldırdı. DP’liler, CHP döneminden -Atatürk’ü de kastederek- “27 yıllık zulüm devri!” diye söz ettiler. CHP’ye “Dinsiz parti!” yaftasını yapıştırdılar. CHP’nin ezanları susturduğunu, camileri ahır yaptığını iddia ettiler.

DP, önce Atatürk’ün bazı laik devrimlerini hedef aldı. Adnan Menderes, 29 Mayıs 1950’de TBMM’de okuduğu hükümet programında, Atatürk devrimlerini, “millete mal olmuş ve olmamış” diye ikiye ayırdı. Böylece “millete mal olmadığı” iddia edilen devrimler her türlü saldırıya açık hale getirildi.

DP, 14 Haziran 1950’de -CHP’nin de oylarıyla- Arapça ezan yasağını kaldırdı. Ezanı Arapçaya çeviren DP’ye “İslamiyet’in kurtarıcısı!” denildi. 7 Ağustos 1950’de radyoda Kuran yayınına başlandı. 10 Ekim 1950’de ilkokullardaki seçmeli din dersleri zorunlu hale getirildi. 1956’da ortaokullara da din dersi konuldu. 1959’da Yüksek İslam Enstitüsü açıldı. 1951-1952’de açılan İmam-Hatip okullarının sayısı 1959’da 19’a çıkarıldı. Açılan türbelere Eyüp Sultan Türbesi de eklendi.

Adnan Menderes, uçak kazasından sonra yurda döner dönmez Eyüp Sultan Camisini ziyaret etti. Bu fotoğraf o ziyarette çekildi. (1959)


1951’de Konya Kadınhan DP Kongresinde fes giyilmesi, Arap harflerine dönülmesi, kadınların çarşaf giymeleri, çok eşliliğin serbest bırakılması istendi. 1951 bütçe görüşmelerinde DP Milletvekili Şevket Ustaoğlu, Diyanet’in bütçesinin artırılmasını istedi. Ayrıca Batı hukukuna karşı dinsel hukuku savundu. DP Milletvekili Münir Hayri Ürgüplü ise dinin ve peygamberin kanunla korunmasını teklif etti. DP Milletvekili Fahri Ağaoğlu da “İslamiyet’in devlet dini olarak kabul edilmesini” önerdi. Bu sırada Ticani Tarikatı’nın Atatürk heykellerine saldırıları sürüyordu. Buna karşı Atatürk’ü Koruma Kanunu çıkarıldı. (25 Temmuz 1951). 1952’de DP milletvekillerinden Abdullah Aytemiz, Mısır’daki El Ezher Medresesi’ne öğrenci gönderilmesi için meclise önerge verdi. Ayrıca Medeni Kanun yerine Mecelle’yi geri istedi. 29 Kasım 1955’te Başbakan Menderes, kendisine karşı ayaklanan parti grubuna, “Siz her şeye kadirsiniz; anayasayı değiştirebilir, hilafeti geri getirebilirsiniz!” dedi. 1955’te, DP’den cesaret alan Diyanet İşleri Başkanı Eyüp Sabri Hayırlıoğlu, “kadın memurların dairelere başları örtülü ve boyasız olarak gelmelerini” istedi. 1957’de Fevzi Boyar adlı bir vaiz, DP mitingine katılmayanları “kâfirlikle” suçlayınca hakkında dava açıldı. Boyar mahkûm oldu. Ancak polis bu kişiyi tutuklamadı. DP Milletvekili Ömer Bilen, bu vaizin affı için özel yasa çıkarılmasını istedi. 1957’de Menderes, 7 yılda 15.000 cami yaptıklarını söyledi. Buna karşın 1958’de 16.000 köyde okul yoktu. 1958’de, Diyanet İşleri Başkanı Hayırlıoğlu, Kuran’ın Latin harfleriyle yazılamayacağını söyledi. 1958’de DP milletvekili Osman Nuri Nermioğlu, erkeklere ikinci evlilik hakkı için kanun teklifi sundu. DP desteğiyle Fatih, Selamet, İslamiyet, Büyük Doğu, Büyük Cihad, Doğru Söz gibi “dinci” dergiler çıkarıldı. Bu dergiler laikliğe ve Atatürk’e saldırdılar. Örneğin, 1952’de, DP milletvekillerinden Fehmi Ustaoğlu, Büyük Cihad’ta, “Milletin Atatürk inkılabına borçlu olduğu doğru değildir!” diye yazdı. 1959’da Büyük Doğu’da Necip Fazıl Kısakürek, Atatürk’ü “Sahte kahraman!”, Menderes’i ise “Tam bir Müslüman!” olarak adlandırdı. İstanbul’da Nusretiye Camisi’nin açılışında bir imam, dolaylı olarak, Atatürk’ün “cehennemlik” olduğunu söyledi. 1959’da Eskişehir’de bir temel atma töreninde başka bir imam, “Allah muhalefeti kahretsin!” diye dua etti. 1959’da Beykoz’da yapılan bir Vatan Cephesi toplantısında bazı DP’li kadınlar, CHP’ye beddua ederek “Allah Halk Partisi’ni yerin dibine geçirsin! Kahrolsun Halk Partisi!” diye bağırdılar. Bir kadın üye, Menderes’e dua edilmesini istedi. Başka bir kadın üye de “Evvela Allah, sonra Menderes sayesinde Türkiye’ye bereket geldi!” dedi. 1959’da DP Samsun İl Kongresi’nde cuma namazı için resmi tatil istendi. DP, Nurculuğun kurucusu Said-i Nursi’den de yararlandı. 22 Ekim 1958’de Başbakan Menderes, Said-i Nursi’nin sürgün hayatı yaşadığı Emirdağ’da yeşil bayraklarla karşılandı. Menderes’i “İslam’ın kahramanı!” diye öven Said-i Nursi, 1959’da Ankara’ya gelerek DP milletvekilleriyle görüştü. Said-i- Nursi, DP propagandası için Anadolu gezisine çıktı. Doğu illerindeki Nurculara DP’yi desteklemeleri için mektuplar gönderdi. (Turan, s. 138-,149. Tunaya, s.44-71. Çizmeli, s.720-745. Toker, 1957-1960, XVIII, s.143, XXVI, s. 201, 1954-1957, XXIV, s. 194,195,)

DP özellikle ramazanlarda din istismarının dozunu artırdı. Örneğin, 1958-1959 ramazan ayı boyunca 30 gün radyodan Kuran, ezan, ney, dua, mevlit, eşliğinde DP propagandası yapıldı. 1959’da DP, Eyüp Sultan’da özel davetliler için büyük bir iftar verdi. Ramazanda yer yer lokantalar zorla kapattırıldı. Tarikat mensupları hazırladıkları yemeklerle camilerin içinde doldular, güle oynaya iftar açtılar. Bazı vaizler, kadınların ipek çorap giymelerini, başı açık gezmelerini “kâfirlik” ilan ettiler. Kadınları camilere sokmak istemeyenler oldu. Nurcu yayınların sayısı arttı. (Toker, VII, s. 49)

Şubat 1959’da Londra’da meydana gelen bir uçak kazasından 10 kişiyle birlikte Adnan Menderes de sağ kurtuldu. İslamcılar, Menderes’i “evliya” ilan etmekte gecikmediler. Dahası, Menderes’in kurtuluşu üzerinden laikliğe saldırdılar. “İlahi kurtuluşun lütfuna hürmeten” anayasaya “Türk milletinin dini İslam’dır, kaydını koymak gerekir” diye yazdılar. Eyüp Sultan’da kurbanlar kesildi, dualar edildi. Menderes de olayı dinselleştirme fırsatını kaçırmadı. Kaza sonrası Türkiye’ye özellikle bir perşembe günü döndü. Ertesi gün cuma sabahı Eyüp Sultan’a gitti. Orada, “Yaşa var ol Müslüman başvekil!” sloganlarıyla karşılandı. Otomobilinden inip doğruca türbeye yürüdü. Dua etti. Sonra Eyüp Camisini ziyaret etti. Cami içinde çekilen fotoğraflar hemen yurda dağıtıldı. Ömer Cebeci, Menderes’ten “Melekleşen Adam!” diye söz etti. Menderes, Tarsus’a geçerken Ali Bayatoğlu adlı biri, 5 yaşındaki oğlunu bacaklarının önüne yatırıp Menderes’e kurban etmek istedi. Menderes hemen fırlayıp çocuğu kurtardı. (Tunaya, s.71.Toker, 1957-1960, XVIII, s.147-150,159, XXVI, s. 202)

Çok partili hayata geçilmesiyle yükselen din istismarı, sadece 1950’lerle DP ile sınırlı kalmadı. Din, 1950’lerden bugüne hep siyasete alet edildi; pek çok siyasi parti dini kullandı, hâlâ da kullanıyor.

Din İstismarına Karşı İnönü’nün Direnişi


İsmet İnönü siyasi hayatı boyunca siyasette din istismarıyla mücadele etti. “Din istismarcılığından şikâyet etmek, vatandaşın dindarlığından şikâyet etmek değildir” diyordu. (Toker, 1957-1960, XXIV, s. 206).

1950’lerde Bayar, Menderes, Bölükbaşı ve diğer siyasiler nutuklarına Allah’la başlıyorlar, Allah’la bitiriyorlardı. İsmet İnönü, “dinsizlik” ve “komünistlik” ithamlarına rağmen asla dini kullanmadı. İnönü, konuşmalarında Allah’tan, dinden söz etmesini isteyenlere hep şöyle cevap verirdi: “Siz benim bunu neden söylememi istersiniz? Oy getirsin diye, değil mi? Peki bu, dinin siyasete alet edilmesi sayılmaz mı? Ben bu usulleri kullansam daha mı Müslüman olurum, sevap işlerim? Siz bunu mu düşünüyorsunuz? Yoo! Maksadınız politika yapmak. Haydi canım siz de!” (Toker, 1954-1957, XIX, s. 153

İsmet İnönü


Metin Toker anlatıyor:

Bir gün Kayseri’de bir nutuktan sonra kendisinden “Allahlı konuşma” yapmasını isteyen Kayserili bir arkadaşına gülerek; “Nasıl, memnun oldun mu? İstediğini yaptım!” dedi. Adam şaşırdı. “Ne yaptınız paşam? Ben farkına varmadım!” İnönü şöyle cevap verdi: “Allahaısmarladık” dedim ya! (Toker, 1954-1957, XIX, s. 153)

İsmet İnönü, 1950’lerde DP’nin din istismarından vaz geçmesini istedi. 1959’da şöyle dedi: “İrtica başbakandan cesaret bulursa kim onun sokağa dökülmesini önleyebilir. İrticanın sokağa dökülmesi ise memleketin kana bulanmasıdır.” (Toker, 1957-1960, XVIII, s. 143)

DP, ekonomik ve siyasi olarak sıkıştıkça dine sarıldı. İnönü, 1959’da DP’nin “din istismarının” tehlikeli boyutlara geldiğini gördü. Yakınlarına, “Bir başbakan bu yolu dualarla açtı mı bak istismar nerelere kadar yayılıyor. Ben de bu yolun kenarından geçmeye kalksam Türkiye’de irticayı bir daha tutamazsın...” dedi. İnönü, 1959’da İstanbul’da CHP il merkezinde bir basın toplantısı yaptı. İktidarı ağır biçimde suçladı. “Hilafet geri gelmeyecektir” dedi. Şunları söyledi: “Dini siyasete alet eden... hareketler nüfuzlu çevrelerin müsamahalarıyla en geniş faaliyet içindedirler.” İsmet İnönü’nün bu tavrı etkisini gösterdi. Gençlik miting isteğiyle ayağa kalktı. Basın kampanya açtı. İrtica silahı geri tepti. (Toker, 1957-1960, XX, s. 160)

İnönü, Ocak 1960’ta “DP, Said-i Nursi ile iş birliği içindedir. Dinin siyasete alet edilmesi yüzünden bu memleket iki kere batmıştır...” dedi. (Çizmeli, s. 743) İnönü, 1960’ta Bilecik’te şu uyarıyı yaptı: “Dinin siyasete en yaldızlı şekilde alet edilmesi yüzünden memleketin iki defa battığını görmüş olan benim gibi bir adamın din istismarının zararı karşısında duyduğu heyecanlı hassasiyeti vatandaşların anlamasını isterim...(Turan, s. 150)

İnönü çok haklıydı. Dinin siyasete alet edilmesi hem dine hem dindarlara hem de ülkeye çok şey kaybettirdi. Yakın geçmişte acı tecrübelerini yaşamış olmamıza rağmen siyasette din istismarı bugün de devam ediyor.

İnönü’nün sözüyle bitirelim: “Dinin siyasete alet edilmesi yüzünden bu memleket iki kere battı...

Kaynakça:


1) Metin Toker, İsmet Paşa’yla 10 Yıl, (1954-1964), Akis Yayınları, 1965.

2) Şevket Çizmeli, Menderes Demokrasi Yıldızı?, Ankara, 2007.

3) Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, (1950-1960), 4. Kitap, İkinci Bölüm, Ankara, 1999.

4)Tarık Zafer Tunaya, İslamcılık Cereyanı, C.III, Cumhuriyet Kitapları, Şubat 1998.

5)Sinan Meydan, Cumhuriyet Tarihi Yalanları, 2. Kitap, 5. Bas. İstanbul, 2016.