“Ölüleri yardıma çağırmak uygar bir ulus için yüz karasıdır...” (Atatürk, 30 Ağustos 1925, Kastamonu)


Geçtiğimiz hafta boyunca İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na geçen yıl Fatih Sultan Mehmet Türbesi’ne girerken ellerini arkadan bağladığı gerekçesiyle açılan soruşturmayı konuştuk. İşte bugün Ekrem İmamoğlu’na açılan bu tuhaf türbe soruşturması vesilesiyle türbelerden, türbelerin kutsallaştırılmasından, türbelerin kapatılmasından ve yeniden açılmasından söz edeceğim.

İSLAM KÜLTÜRÜNDE TÜRBE

İslam coğrafyasında tanınmış şahsiyetlerin mezar anıtlarına” türbe adı verilir. Bu anıtlar, türbeden başka “kümbet, makam, meşhed, buk’a, darih, kubbe, ravza” gibi adlarla da anılır. Peki, türbe, İslam’ın ruhuna ne kadar uygundur? İslam Ansiklopedisi’ndeki ifadeyle “En makbul mezarı ‘en çabuk kaybolan’ diye tanımlayan İslamiyet’te zengin bir mezar mimarisinin gelişmesi şüphesiz çok şaşırtıcıdır.” İslam dünyasında ilk 250 yıllık sürede -Kubbetü’s Suleybiyye gibi bir yapının varlığına rağmen- mezar mimarisi İslam’ın öngördüğü biçimde gelişmişti. İlk dönemlerde İslam coğrafyasında görkemli mezarlar, türbeler yoktu. İlk olarak Abbasi halifelerinden Müntasır-Billah için Rum asıllı annesi tarafından Samarra’da Kubbetü’s Suleybiyye inşa ettirildi. Sekizgen planlı bir dehlizle kuşatılmış kubbeli kare bir mekândan oluşan Kubbetü’s Suleybiyye, İslam mimarlığının ilk mezar yapısı olarak kabul ediliyor. Böylece İslam dünyasında Abbbasilerden itibaren ölen İslam büyüklerine “türbeler” yapılmaya başlanıyor. Türbe geleneği, Abbasilerden Memlüklere, Büyük Selçuklulardan Anadolu Selçuklulara, beyliklerden Osmanlılara geçerek süreklilik kazanıyor. (1)

Türbelere zamanla “dinsel”, “mistik” bir anlam yükleniyor; türbelerin “iyileştirici”, tedavi edici”, “şifa kaynağı” olduğu şeklinde “türbe hurafeleri” ortaya çıkıyor. 19. yüzyıla gelindiğinde kimi Osmanlı aydınları türbeleri “hurafe” olarak görmeye başlıyorlar. Örneğin, Şemsettin Günaltay, 1916 tarihli “Hurafattan Hakikate” adlı eserinde, özetle türbelerin “hurafe yuvası” haline geldiğini anlatıyor. (2)

2009’da yapılan bir araştırmada bile halk arasında türbelerin sadece İslam büyüklerinin mezarları olarak değil, aynı zamanda “çeşitli problemlere çare bulunan, şifa veren yerler” olduğuna inanıldığı görülüyor. (3)

Mehmet Akif’in Türbe Tepkisi


Türbelere dinsel bir anlam yüklenip türbelerin kutsanmasını eleştiren isimlerden biri de istiklal şairimiz Mehmet Akif’dir. Örneğin, Akif, bir yazısında, İstanbul’da karşılaştığı bir evliya türbesinden şöyle söz ediyor:

Üç gün önce Bayezit’ten Fatih’e doğru gidiyorum. (...) Kendimi bir tarafa atıp (arabalardan) kurtulmak istedim. Göğsüm Osman Baba Türbesi’nin parmaklıklarına çarptı. Fena halde canım yandı. O acının tesiriyle ‘Yol ortasında da mezar olur mu? Bu ne maskaralık!’ demiş bulundum. Vay efendim, derhal sağdan soldan itiraz sesleri yükselmeye başladı. Garibi neresi! İşin içine yine şeriat bahsi karıştırdık...

Zavallı şeriat! Kimlerin elinde, hem de ne gibi işlere alet olduğunu biliyor musun? Allah aşkına olsun, biz daha ne zamana kadar şeriatı üzerimize çökmüş bir kâbus, karışımıza çıkmış bir umacı tahayyül edeceğiz? Dünyanın en kalabalık bir caddesinin ortasında bir ölü yatmış, gelip geçen dirilerin hayatı üzerinde adeta tasarruf ediyor! ‘Yahu, şu mezarı kaldıralım!’ desen derhal kıyametler kopuyor, ‘Şeriatın müsaadesi yoktur, ne yapıyorsun? deniliyor. (...) Hâlâ bir emri hayra teşebbüs edeceğimiz zaman ‘Sakın şeriat buna mani olmasın!’ demek istiyoruz.

Tarihi değeri olan türbe ve mimari binaların korunması için görevlendirilecek bekçilere ait kadroyu tasdik eden Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal imzalı kararname. (2 Ağustos 1931) BCA, 030-18-01-02-22-56-20.


İyi ama Osman Baba’yı kaldırmak için ne yapmalı? Pek kolay! Evvela parmaklığı, sonra taşları kaldırılır, daha sonra başındaki ağaçlar kestirilir. Bu işler bitince zemini düzeltilip bırakılır. Vakıa aklen böyle... Hayır, efendim şer’an da böyle.” (4)

Görüldüğü gibi Akif, Osman Baba Türbesi’ne “yol ortasındaki mezar”, bu mezarın yol ortasında olmasına “maskaralık” ve mezarda yatandan da “Dirilerin hayatı üzerinde tasarruf eden bir ölü” diye söz ediyor. Buna itiraz edenlerin kendilerine “şeriatı” dayanak yapmalarını da eleştiriyor. Akif, “aklen” ve “şer’an” doğru olanın Osman Baba Türbesi’ni oradan kaldırmak olduğunu belirtiyor. Türbenin “parmaklığı, taşları kaldırılır, başındaki ağaçlar kestirilir, zemin düzeltilip bırakılır” diyen Akif, türbeye hiçbir kutsallık yüklemiyor.

Türbe ziyaretinde ellerini arkadan bağlayan Ekrem İmamoğlu’na “türbeye saygısızlıktan” dava açan zihniyet, “türbeyi yerinden kaldırmayı” öneren Mehmet Akif’e ne yapardı kim bilir?

Mimar Sinan Türbesi’nin tamir ettirilmesi hakkında Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal imzalı kararname. (18 Eylül 1932) BCA,030-018-01-02-31-62-9.

Türbelerin Kapatılması Bakımı ve Onarımı


30 Kasım 1925’te 677 Sayılı “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlıklarla Birtakım Unvanların Yasaklanmasına İlişkin Kanun” çıkarıldı. Bu kanun 13 Aralık 1925’te yürürlüğe girdi.

677 Sayılı bu kanuna göre “cami ve mescit dışındaki” tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı. Tarikatlar ile şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, muskacılık gibi san ve sıfatların kullanılması yasaklandı.

Bakanlar Kurulu’nun 2 Eylül 1925 tarihli talimatnamesi ile 773 tekke ve 905 türbe kapatılarak eğitim kurumu olarak kullanılmak amacıyla Milli Eğitim Bakanlığı’na devredildi. (5)

1925’te kapatılan türbelerden “mimari ve tarihi değeri” olan 127 türbe “müze” olarak dönemin Evkaf İdaresi’nden Maarif Vekâleti’ne geçti ve İstanbul Müzeleri Genel Müdürlüğü’ne bağlandı. Bu türbelerden 70’inin yönetimi 1940’da Topkapı Sarayı Müzesi’ne verildi. (6)

Talimatnameye göre şeyhler, eğer vakfiyelerinde hüküm varsa ölünceye kadar tekkelerde oturabilecekler ve geçim paralarını almaya devam edeceklerdi. (7) Ödenekleri kesilen şeyhlerden de “ilim ehli olanlara” maaş bağlanacaktı. (8) Türbedarlara ise maaşlarının ödenmesine devam edilecek ve bu kişiler camilerde imam ve müezzin olarak görevlendirilecekti. (9)

11 Ekim 1925 tarihli bir karara göre tekke, zaviye ve türbelerdeki sanat ve tarihi değeri bulunan taşınabilir eşyaların tespit edilerek müzelere teslimi istendi. (10)Mart 1926’da, Maarif Vekilinden valiliklere gönderilen bir yazıda tarihi önemi olan türbelerdeki eşyanın korunması istendi. Nisan 1931’de Maarif Vekili Esat Bey valiliklere gönderdiği bir yazı ile tarihi eşyayı tespite çalıştığını belirtti. (11) Eski Eserler ve Müzeler Müdürü Hamit Z. Koşay, müzelik eserler üzerinde hassas davranarak türbelerden müzelere 9362 eser topladıklarını yazıyor. (12)

Erken Cumhuriyet döneminde tarihi değeri olan türbeler de maddi olanaklar ölçüsünde onarıldı. Örneğin, 1932’de Mimar Sinan Türbesi tamir ettirildi. (13)

Koşay, Eski Eserler ve Müzeler Umum Müdürlüğü’nün 1944 sonuna kadar İstanbul’daki türbeler için 33,403 lira, diğer illerdekiler için 121,610 lira, toplam 155,013 lira harcandığını belirtiyor. Nevzat Ayas da İstanbul’da türbelerin onarımı için harcanan paranın 1943 yılına kadar 30.000 lira olduğunu belirtiyor. Ayas şöyle diyor: “Yalnız 1940 yılı içinde İstanbul’da aşağıda görülen türbeler onarılmış bulunmaktadır: Hatice Sultan, Beşinci Murat, İkinci Selim, Üçüncü Murat, Üçüncü Mehmet, Birinci Ahmet, Şehzade Mehmet, Birinci Selim, Abdülmecit, Mahmut Paşa, Ferhat Paşa, Sultan Reşat, Siyavuş Paşa, Sokullu Mehmet Paşa, Selim ve Mustafa, Şeyh Aziz Hüdai, Şair Fıtnat, Kâtip Çelebi ailesi, (...) Bursa’da en önemli anıtlarımızdan biri olan Yeşil Türbe’nin onarılmasına da devam olunmaktadır.(14)

Ayrıca 1930’larda tarihi değeri olan türbeleri korumak için bekçi kadroları onaylanmıştır. (15)

Erken Cumhuriyet döneminde türbeler kapatıldı, ancak tarihe, kültüre verilen önem gereği tarihi değeri olan türbeler tamir edildi, korundu, buralardaki eşyalar müzelerde muhafaza edildi.

Türbelerin Yeniden Açılması


Türkiye’de 1945’te çok partili hayata geçilmesiyle dinin siyasete alet edilmeye başlandığı ortamda CHP de laiklik politikasını yumuşatıp dinsel açılımlarla halka ulaşmak istedi. 1946’da parti grubunda bu iş için bir komisyon kuruldu. Bu komisyonun hazırladığı esaslara uygun olarak 1 Şubat 1949’da ilkokullara seçmeli din dersi koyuldu. 1949 başında imam-hatip kursları açıldı. CHP’de Şemsettin Günaltay o günlerde bir de İlahiyat Fakültesi açılacağını bildirdi. (16)

İşte CHP, bu dinsel açılımlar sürecinde, 1925 tarihli Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılmasına Dair Kanun’un birinci maddesini de değiştirdi. Böylece “Türk büyüklerine ait olan ve yüksek sanat değeri taşıyan” türbelerin açılmasına karar verildi. 1 Mart 1950’de kabul edilen 5666 sayılı bir kanunla açılacak türbelerin listesini hazırlamak Maarif Vekâleti’ne, listenin onaylanması da Bakanlar Kuruluna verildi. 30 Mart 1950 tarihli, 3/10990 sayılı bir Bakanlar Kurulu kararıyla 19 türbenin açılması kararlaştırıldı. Böylece aralarında Ankara’da Hacı Bayram Türbesi, Bursa’da Orhan Gazi Türbesi, İstanbul’da Fatih Sultan Mehmet Türbesi, Yavuz Sultan Selim Türbesi, Kanuni Sultan Süleyman Türbesi’nin de olduğu tam 19 türbe ziyarete açıldı. (17)

Hamdullah Suphi Tanrıöver, 1946’da Eminönü Halkevi’nde verdiği kalabalık bir konferansta “Fatih’in, Yavuz’un, Kanuni’nin türbelerinin açılması gerektiğini” söyleyince dinleyiciler arasındaki Orgeneral Fahrettin Altay bu görüşe karşı çıkarak şöyle demişti: “Buyurduğunuz cereyan başlarsa, bu memleketin nereye gideceğini kestirmek kabil olmaz. Padişah türbelerinden sonra, evliya türbeleri açılır, sonra halkın türbelere adakları başlar, gene bezler, paçavralar sarılır, gene kapıların önü mezbahalara benzetilir, gene hacı hoca derviş, softa meydanı alır ve bütün inkılabımız tehlikeye düşer.” Hamdullah Suphi ise bu görüşe karşı çıkarak millet “bu safhayı çoktan atlatmıştır, ... İnkılapları benimsemiştir” demişti. (18)

Ancak zaman, Fahrettin Altay’ı haklı çıkaracaktı.

Kanun maddesinde tarikatlara ait türbelerin değil, sadece bazı Türk büyüklerinin türbelerinin açılması öngörülmüştü. Ancak sonraki yıllarda yasa değişikliğinin Bakanlar Kuruluna verdiği yetkiye dayanılarak aralarında tarikat ve cemaat liderlerinin de olduğu birçok türbe ziyarete açıldı. Böylece türbeler yeniden “iplik bağlanan, mum dikilen hurafe odaklarına” dönüştü. (19)

★★★

Sözün özü, elleri arkada bağlamayı “türbeye saygısızlık” ve “suç” olarak görmek “türbeyi kutsallaştıran” anlayışın dışavurumundan başka bir şey değildir. Türk büyüklerine saygı Türk kültürünün bir gereğidir, ancak “türbeleri kutsamak” ne Türk kültürünün ne de İslam’ın bir gereğidir.

KAYNAKÇA:


1) İsmail Orman, “Türbe”, TDV İslam Ansiklopedisi, C.41, İstanbul 2012, s. 464-466.

2) Şemseddin Günaltay, Hurafattan Hakikate, İstanbul, 1332.

3) Ali Köse, Ali Ayten, Türbeler, Popüler Dindarlığın Durakları, İstanbul, 2010, s. 14.

4) Mehmet Akif, “Hasbıhal”, Sıratımüstakim, V/107, s. 38 (18 Ramazan 1328/ 9 Eylül 1326; İsmail Kara, “Akif’in Aktif Din ve Ahlak Anlayışı”, Mehmed Akif Ersoy, Ankara, 2011, s. 284,285; Sinan Meydan, Vaiz, Öteki Mehmed Akif, İstanbul, 2015, s. 82.

5)Yasemin Doğaner, “Atatürk Dönemi Türkiye’sinde Sosyo-Kültürel Değişim”, Uluslararası Asya ve Afrika Çalışmaları Kongresi  (ICANAS 38)
10-15 Eylül 2007,Ankara, 2010, s. 247.

6) Gökçen Beyinli Dinç, “677 Sayılı Kanun, Türbeleri Millileştirme ve Yıkıcı Sonuçları: Geç Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türbedarlık”, Cihannüma, Tarih ve Coğrafya Araştırmaları Dergisi Sayı III/2 – Aralık 2017, s. 119. 

7) Doğaner, s. 248.

8) Ayşe Yanardağ, “Tarikat, Tekke ve Zaviyelerin Kaldırılmasına Dair Devrim Kanunu ve Uygulamaları”, I. Uluslararası Tarih ve Kültür Kongresi, Gaziantep 2017, s. 164.

9)Cem Apaydın, “Belgeler Işığında Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması Üzerine Bir Değerlendirme”, Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, Yıl: 2017/2, C.16, S.32, s. 156.

10) BCA, 051-0-0-0,2-13-17, 11 Ekim 1925.

11) Dinç, s. 122.

12) Dinç, s. 123.

13) BCA, 030-018-01-02-31-62-9; 18 Eylül 1932.

14) Dinç, s. 123.

15)BCA, 030-18-01-02,21-42-11,17 Haziran 1931; BCA, 30,18-01-02,22-56-20, 2 Ağustos 1931.

16) Tarık Zafer Tunaya, İslamcılık Cereyanı, C.III, Şubat 1998, s. 13-15, 42-44.     

17) Tunaya, s. 44.

18) Dinç, s. 130.

19) Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, Çağdaşlık Yolunda Yeni Türkiye, 4. Kitap, Birinci Bölüm, Ankara, 1999, s.  117.