Değerli okurlarım,

Son haftalarda Türkiye dış politikasında şaşırtıcı çelişkilere tanık olduk. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir yıl boyunca ABD yönetimi ile ilişkileri düzeltmek için büyük çaba harcıyordu. Ancak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na katılmak için gittiği New York’ta, Başkan Biden’den görüşme randevusu alamayınca, büyük bir öfkeye kapılarak Biden yönetimi ile ikili ilişkileri kırılma noktasına getiren açıklamalarda bulundu. Erdoğan’ın bu sözleri, ABD’nin Türkiye’ye ekonomik yaptırımlar uygulamakla tehdit etmesine yol açtı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD’deki bu başarısızlığın ardından Suriye’deki “İdlib Krizi”ne çözüm bulmak amacıyla Soçi’de Başkan Putin’le görüştü ve Rusya ile yeniden stratejik işbirliği girişiminde bulundu. Ancak Rusya’dan, geleceğe yönelik bazı niyet ve tasavvurlar dışında, ülkemiz için acil ve tehlikeli bir tehdit odağı olan “İdlib Krizi” konusunda istediğini elde edemeden eli boş döndü...

Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile bu söyleşimizde Türk-Amerikan ilişkilerinin güncel durumunu ve geleceğini ele alacağız...

★★★

UĞUR DÜNDAR (UD): Sayın Elekdağ, söyleşimize New York’ta yaşanan krizi kısaca ele alarak başlayalım.

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (ŞE): Erdoğan, Biden’le 14 Haziran NATO toplantısı sırasında yapmış olduğu ve iki tarafın da olumlu değerlendirdiği görüşmeden ve Afganistan’a yönelik işbirliği girişimlerinden sonra, Ankara-Washington ilişkilerinin iyileşme seyri izlediği, bu nedenle Biden’le iki ülke arasındaki meselelerin ele alınacağı bir görüşme yapabileceği umuduyla New York’a gitti.

Ancak, New York’a BM toplantıları için gelen Biden’in Irak Cumhurbaşkanı Bahram Salih’le görüşüp, kendisiyle görüşmemesi, Erdoğan’ın tepesini attırdı ve sert açıklamalarda bulunmasına yol açtı. Erdoğan, iki NATO ülkesi arasındaki ilişkilerin gidişatının pek hayra alamet olmadığını söyledi ve Biden yönetimini terörü desteklemekle suçladı. Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi alımı konusunda: “Bu iş bizim için bitmiştir,  kararımızdan dönmeyiz!..” dedi. Bunlara ilaveten CBS TV’de kendisiyle yapılan röportajda Rusya’dan ikinci parti S-400 sistemi alınacağını açıkladı.

ERDOĞAN’IN YENİ S-400’LER ALINACAĞINI AÇIKLAMASI  WASHINGTON’DA ŞOK DALGALARI YARATTI

(UD): Bu sözler Washington’un sinir uçlarına dokunmuş olmalı...

(ŞE): Erdoğan’ın bu sözleri  Washington’da şok dalgaları yarattı... Ve anında Türkiye’ye peş peşe sert uyarılarda bulunulmasına yol açtı... İlk uyarı Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price’den geldi. Price, “Biz Türkiye’yi her seviyede ve her fırsatta Rusya’dan S-400 sistemi ve askeri mühimmat almaması konusunda uyarıyoruz. Şunu net olarak ortaya koyuyoruz: Rusya’dan yeni silahların alınması CAATSA yaptırımlarını yeniden devreye sokacak ve Aralık 2020’deki yaptırımlara ek kararlar gelecek.” Bunu, Senato Dışişleri Komisyonu Başkanı Senatör Menendez’in ve Dışişleri Bakan Vekili Wendy Sherman’ın aynı içerikte tehditkâr uyarıları izledi.

(UD): Bu durum, Türkiye-ABD ilişkilerinin çok sağlıksız ve
riskli bir zemine kaydığına işaret ediyor...

CUMHURBAŞKANININ ABD İLE RUSYA ARASINDAKİ SARKAÇ POLİTİKASI İFLAS ETTİ

(ŞE): Tamamen öyle... Yalnız iş bununla bitmiyor... Erdoğan, 29 Eylül’de Soçi’den dönerken gazetecilere; Türkiye’nin teknolojisini geliştirmek için Rusya ile birlikte çalışabileceğini ve bu işbirliğinin savaş uçakları, jet motorları, gemi yapımı alanlarını kapsayacağını söyledi. Ortak projeler arasında, uzaya roket fırlatma ve Türkiye’de yeni nükleer santraller inşası da yer alıyor. Erdoğan’ın bu açıklamaları, Batı medyasında Türkiye’nin Rusya’ya yakınlaşma projesinin NATO müttefiklerini alarma geçirdiği hususunda haberler yayınlanmasına yol açtı.

(UD): Cumhurbaşkanı’nın bu tutumu ABD ile bir pazarlık pozisyonu olamaz mı?

BIDEN FIRAT’IN DOĞUSUNDA PKK/PYD GARNİZON DEVLETİNİ KURMAYA KARARLI

(ŞE): Kanımca, Erdoğan’ın bir ABD’ye, bir Rusya’ya yanaşarak elini diğer tarafa karşı güçlendirme taktiği, yani sarkaç politikası artık iflas etmiştir. Zira, Erdoğan’ın Rusya ile yakınlaşma projesini Biden yönetimi ciddiye alır görünmemiş ve Türkiye’ye yönelik tutumunu yumuşatmak şöyle dursun, bilakis daha sertleştirmiştir. Nitekim Biden, ABD askerlerinin Suriye’de konuşlanmalarının bir yıl daha uzatılmasıyla ilgili kararını Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’ye bildirdiği mektubunda, “Türkiye’nin YPG’ye (PYD’nin askeri kanadı) yönelik askeri taarruzlarının IŞİD’in yenilgiye uğratılmasına zarar verdiğini, sivilleri tehlikeye attığını, bölgede barış, istikrar ve güvenliği zedelediğini, böylece ABD’nin ulusal güvenliğiyle dış politikasına karşı alışılmadık ve olağanüstü bir tehdit oluşturduğunu” vurguladı.

ELEKDAĞ, DUAYEN UĞUR DÜNDAR’IN SORULARINI YANITLADI Uğur Dündar, emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile Türk-Amerikan ilişkilerinin güncel durumunu ele aldı. Elekdağ “Erdoğan’ın New Yorkta’ki açıklamaları Biden’da öfke nöbetine yol açtı” dedi.


(UD): Doğrusu NATO müttefikimiz ABD’nin Başkanı Biden’in bu aşırı saldırgan ve haksız suçlamaları beni hayret ve dehşete düşürdü!..

(ŞE): Biden’in ifadeleri hakkında iki yorumda bulunacağım. Birincisi, Erdoğan’ın New York’ta yaptığı öfkeli açıklamaların, Biden’in de bir öfke nöbetine kapılmasına yol açtığı anlaşılıyor. Psikologlar “Öfke gelince, akıl uçar” derler. Bu durumun, Biden’in mektuptaki akla zarar ifadelerine neden olduğu görülüyor. Tarafların birbirlerine bakışlarındaki psikolojik rahatsızlık şu soruya yanıt aramamızı gerektiriyor: Bu durum, iki devlet başkanı arasında sağlıklı bir iletişim sürdürülmesine imkân verir mi?  Şimdi ikinci yorumuma geliyorum:

Biden bu pervasız sözleriyle Türkiye’ye şu üç mesajı veriyor. Birincisi, YPG’ye verdiği büyük stratejik değeri vurguluyor. İkincisi YPG’ye karşı  yapılan askeri operasyonu kendi ulusal çıkarlarına karşı bir tehdit ve düşmanlık sayıyor ve Türkiye’yi YPG’ye zarar vermemesi husunda  uyarıyor. Üçüncüsü de, taş çatlasa “Ben Fırat’ın doğusunda bir PKK/PYD Kürt garnizon devleti kuracağım” diyor. Bu mektuptaki ifadeler Ankara’nın sert tepkisine yol açtı. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Biden yönetimini dürüst olmamakla suçladı ve Suriye’den Türk  topraklarına yapılan roket ve havan topu saldırılarından, Tel Rifat ve Münbiç’i PKK/YPG teröristlerinden arındırmayan ABD ve Rusya’nın sorumlu olduğunu, bu iki ülkenin de Türkiye’ye verdikleri sözleri tutmadıklarını söyledi ve bu durumda Türkiye’nin kendi güvenliği için PKK/YPG’ye karşı gerekli hamleleri yapacağını vurguladı.

(UD): Erdoğan’la Biden, Roma’da 30-31 Ekimde yapılacak G-20 toplantısı sırasında görüşecekler. Açıkladığınız gergin ortamda yapılacak bu görüşmeden ne bekliyorsunuz?

TÜRKİYE’NİN ABD’DEN 40 ADET F-16 SATIN ALMA TALEBİ GÜVENLİĞİMİZ AÇISINDAN ÇOK ÖNEMLİ

(ŞE): Sorunuzu yanıtlamadan önce önemli bir yeni gelişmeye değineceğim... Birkaç gün önce Ankara Washington’dan 40 adet F-16 (Son model - Blok 70) uçak ve 80 adet modernizasyon kiti satın alma talebinde bulundu. Bunun maliyeti yaklaşık 7 milyar dolar. Türkiye’nin envanterinde 240 adet F-16 var.  Bunların Blok-30 denilen kısmı miadını doldurmak üzere ve 2030 yılında envanterden çıkarılacak. Bu uygulama sonucunda doğacak eksikliğin, ABD’den alınacak yeni F-16’lar ve kitlerle modernize edilecek uçaklarımızla telafi edilmesi hesaplanıyor. Bu konuda yapılan resmi açıklamalardan, bu suretle kendi milli uçağımız hava kuvvetleri envanterine girinceye kadar hava kuvvetlerimizin etkinliğini korumasının mümkün olacağı anlaşılıyor.  Bu hususları belirtmekten maksadım, Türkiye’nin ABD’den bu mübayaa (satın alma) talebinin, gerçek ve güvenliğimiz açısından son derece önemli bir ihtiyacı yansıttığıdır.

(UD): Medyada bu konuda ilginç yorumlar gördüm. İddiaya göre, Roma’daki görüşmelerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, uçak alımı talebini Biden’a son bir güven testi olarak önerecekmiş.

BIDEN S-400 SORUNUNA ÇÖZÜM BULMADAN F-16 SATIŞINI KONGREYE ÖNEREMEZ

(ŞE):  Bu haber Ankara tarafından yalanlanmadığına göre doğruluk derecesi yüksek olabilir... Ancak, Biden’in,  CAATSA  yasası (Amerika’nın Hasımlarına Yaptırım Yoluyla Karşı Koyma Yasası) nedeniyle S-400 sorununa çözüm bulunmadan, Türkiye’nin uçak alım talebini onay için Kongre’ye önermesi mümkün değildir. O zaman AKP iktidarı kesin olarak reddedileceğini bilerek uçak alım talebini  ABD’ye neden önersin? Bu sorunun yanıtı ancak şu olabilir: “Böyle bir manevra ile güdülen amaç, ABD’nin Türkiye’nin önemli savunma ihtiyaçlarını karşılamaktan kaçındığını ortaya koymak ve bu suretle, Ankara’nın Rusya ile yakınlaşma girişimine ve savunma ihtiyaçlarını bu ülkeden tedarik etmesine, Türk kamuoyu ve uluslararası toplum gözünde haklılık kazandırmaktır...”    

(UD): Böyle bir diplomatik manevraya Biden’in tepkisi ne olur?

(ŞE): Ben “güven testi” veya  manevra girişimini doğru bulmuyorum!... Çünkü bu manevra ile Türkiye dış politikasının Rusya rotasına çevrilmek istendiği anlaşılıyor. Bunun sonucu Türkiye’nin jeopolitik kimliğinin değişmesine kadar gider. Gerekirse ve şartlar zorlarsa Türkiye’nin böyle bir değişimden doğacak kazanç ve kayıpları inceden inceye hesaplandıktan sonra bu yolda bir tercih yapılabilir. Ama buna karar verecek “tek adam” değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir.

(UD): Jeopolitik kimlik konusunu açar mısınız?

S-400’LER ABD’NİN EKONOMİMİZE AĞIR DARBELER İNDİRECEK YAPTIRIMLARINA NEDEN OLABİLİR

(ŞE): Bilindiği üzere Biden yönetimi, S-400’ler konusundaki kararının “2021 Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası” ile tescil edildiğini ve bunun kesin olduğunu, bundan geri dönüş olmadığını ısrarla açıklıyor. Bu bağlamda, Biden yönetimi S-400 sorunu çözülmeden Türkiye ile ikili ilişkiler gündemindeki diğer sorunları ele almayacağını belirtiyor. Bu durumda Türkiye’nin, Rusya ile siyasi ve askeri alanlarda  yakınlaşması, S-400’lerin aktive edilmesi ve sipariş edildiği söylenen ikinci parti S-400’lerin ülkemize gelmesi, Biden yönetiminin ekonomimizi felce uğratacak sert yaptırımlar uygulamasına yol açacaktır. Böyle bir gelişme, son derece kırılgan olan Türk ekonomisi üzerinde yıkıcı etkiler yapacaktır. Washington’un bu yola gitmesinin iki ülke ilişkilerinin kopmasına yol açması kaçınılmazdır. Türkiye’nin ABD ile stratejik ortaklığının son bulması NATO bloku dışında kalmasına yol açar. NATO halen, Türkiye ile Batı dünyası arasındaki en önemli siyasi/askeri bağı oluşturmaktadır. Bu bağın kopması, Türkiye’nin dış politikasında, dış güvenliğinde ve ekonomisinde telafi edilemeyecek çöküntüler yaratır. Bu nedenle Türkiye’nin ulusal çıkarları, tüm diplomatik potansiyelimizi seferber ederek NATO üyeliğimizi korumamızı emrediyor.

(UD): Ankara’ya başka bir telkininiz var mı?

(ŞE): Verdiğim izahattan anlaşılacağı üzere, Türkiye-ABD ilişkileri aşırı gergin ve tırmanmaya teşne bir nitelik yansıtıyor. İki taraf liderleri diplomatik sınırları zorlayan açıklamalar yaptılar. Şimdi Roma’da havayı yumuşatmaya çalışmalılar ve devreden çıkarak sorunların müzakeresini kurumsal düzeye intikal ettirmeli, yani Dışişleri ve Savunma Bakanlarına havale etmeliler. Çünkü biraz evvel izah ettiğim üzere, her iki lider de psikolojik tansiyonlarını kontrol yeteneğinden ve rasyonel analiz kabiliyetinden mahrum görünüyor. Ayrıca, seçim sathı-mailine girdiği izlenimini veren Türkiye, yaşamsal nitelikte stratejik kararları ancak seçimden sonra alabilir.