ATATÜRK’ÜN LİYAKAT/KALİTE ANLAYIŞI VE ELMALI’NIN TEFSİRİ


Muhammed Hamdi Yazır, döneminin en iyi hocalarındandır. Aldığı eğitim ve ilgi alanları, çağdaşları arasında onu öne çıkartır. Yüksek bir belagati vardır; Türkçeyi, mana ve ahenk itibarıyla doğru, açık ve tatlı bir üslup içinde kullanır. Arapçayı ve Farsçayı şiir yazacak kadar iyi bilen Hamdi Yazır; Fransızca eserlerden çeviriler de yapar. İslami ilimlerdeki vukûfiyetinin yanı sıra bazı felsefi sistemleri eleştirecek kadar felsefe bilgisiyle ve pozitif ilimler sahasındaki sağlam anlayışıyla dikkat çeker. Edebiyatla da yakından ilgilidir, Divançesi (Arapça, Farsça ve Türkçe şiirleri) vardır: “Bütün ilimler ve sanatlar küçük küçük birer konu etrafında bilgilerimizi düzenleye düzenleye nihayet son düzenlemede bir yüksek ilim ile bizi bir birlik huzuruna yükseltmek için çalışır durur” der. (Hak Dini Kur’an Dili, 1) Hat sanatında da ustadır; döneminin en seçkin hattatları arasında yer alır.

Türkçe tefsir konusunda Hamdi Yazır’ın tercih edilmesi tesadüf değildir. Mustafa Kemal Atatürk’ün kalite ve liyakat şartını aradığının göstergesidir. Atatürk’ün bu öngörüsü canlılığını hâlâ korumaktadır. Müslüman dünyanın sorunlarının temelinde kalitesizliğin, liyakatsizliğin, cehaletin yattığını çok iyi gören Atatürk; dini düşüncedeki bu yozlaşmanın ve çürümüşlüğün nedenlerini ve Müslümanları getirdiği yeri fark etmekle kalmamış, bu sorunları bertaraf etmenin çözüm yollarını da aramıştır. Dünya görüşleri tamamen farklı olan Mehmet Akif ve benzer isimlerle bu noktada örtüştüğünü bir kez daha hatırlatalım.

DİYANETE ÇAĞRI: HAMDİ YAZIRIN TEFSİRİ ARAPÇAYA ÇEVRİLMELİ

Yöntem, usul ve üslup bakımından Hamdi Yazır’ın; tefsir literatüründe dikkate alınan, Zemahşeri (Keşşaf) Zeccac, (Tefsiru esma’illahi’l-hüsna/Meani’l Kur’an ve İrabüh) Cessas (Ahkamu-l Kur’an) Razi (Tefsir-i Kebir) gibi önemli isimlerle kıyaslanabilecek nitelikte büyük bir performans gösterdiğini tefsir uzmanları dile getirmektedir. Köklü bir metod değişikliğine gitmemiştir ama kendinden önceki müfessirlerden ayrışan yanları da vardır. Zamanının/döneminin farkındalığı içinde yorumlar yapar. Örneğin bugün dahi tartışma konusu olan “evrim” konusunda, meal ve tefsir çalışmalarıyla bilinen Mustafa İslamoğlu’nun ifadesiyle Hamdi Yazır’, “pasif evrimciler” zümresinin içinde yer alır. Altı ciltlik tefsir çalışması olan, Eski Diyanet işleri Başkanlarından, Prof. Dr. Süleyman Ateş ise “Kur’an-ı Kerim’e göre Evrim Teorisi” makalesinde, Hamdi Yazır’ın, insan yaratılışının geçirdiği tekâmül mertebelerine ve bu konudaki yorumlarına yer vermiştir.

[caption id="attachment_7080753" align="alignnone" width="1200"] Muhammed Hamdi Yazır, dönemin en seçkin hattatlarındandı. Onun bu iki eserini bizimle paylaşan torunu Hamdi Yazır’a teşekkür ederiz.[/caption]

Hamdi Yazır dil felsefesiyle de yakından ilgilidir. Mustafa İslamoğlu’na göre Hamdi Yazır’ın mealini canlı kılan, Kur’an’ı, Türkçenin mantığına çevirmesidir; yani Arap dilinden Türk diline anlamı taşımamış dönüştürmüştür.  Hem Arapçanın hem de Türkçenin dil felsefesini ve dil mantığını çok iyi kavramış olması, çevirisini özgün kılar.

Hamdi Yazır’ın tefsiri “Hak Dini Kur’an Dili”nin, Arapçaya ve Batı dillerine hala çevrilmemiş olması, Diyanet İşleri Başkanlığımızın bir eksiğinden öte bir ayıbı olarak görülmelidir. Elbette Hamdi Yazır da döneminin bilginidir ve metnin her dönem yeniden yorumlanması gerektiğinin farkındadır. Şöyle söyler: “Kur’an tefsirini, bir zaman için geçerli görülen belli ilmi ve felsefi görüşlerin sınırlarına çekerek fikirleri ve vicdanları daraltmamalıdır.” Ancak yüzlerce tefsir arasında ön sıralarda yer alacak kadar nitelikli Türk Müfessirin tefsiri öncelikle Arapçaya çevrilmelidir.

DİSİPLİNLER ARASI BİR ÜRÜN OLARAK TEFSİR

Hamdi Yazır’ın klasik dönemi anlaşılır bir üslup içinde Türkçeye aktarmış olması kıymetli bir çalışmadır. Yaptığı tefsiri öncelikle bu açıdan değerlendirmek zorundayız. Kendi konuştuğu yerlerde ise tefsirin sınırlarının ötesine geçen yorumlara da başvurduğunu görürüz. Tam da bu noktada, tefsire dair başka tanımların veya yaklaşımların olduğunu da söylemeden geçmeyelim. Her disiplin gibi tefsir alanında da bitmeyen tartışmalar söz konusudur. Ankara ilahiyat hocalarından Prof. Dr. Halis Albayrak,Tefsir dediğimizde ilk nazarda Kur’an tefsirleri akla gelir. Oysa Kur’an tefsirleri aslında disiplinler arası bir üründür” der ve “Tefsir İlminin Sınırlarına Dair” makalesinde şu tespiti yapar:

“Tefsir, ayetlerin indikleri zaman ne anlama geldikleri ve neyi amaçladıklarını araştırdığı için dil ve tarih verilerinin nesnellik içerisinde incelenmesine imkân verir. Çünkü tefsir öznenin veya içinde bulunduğu toplumun ihtiyaçlarına göre yorumla ulaşılan bir çıkarsamanın peşinde değildir. Tarihi bir durumda Arapça olarak ortaya çıkan sözlerin ilk muhataplarına ne söylediğini tespit etmeyi amaçlar. Bu durum nesnelliğe imkân verici niteliktedir.

YAZI DİZİMİZİ SONLANDIRIRKEN

Ezcümle; Kur’an ile irtibat içinde olmak, kuşkusuz her müminin kendi öznelliğine ve bireysel ufkuna dayalı olacaktır. Burada samimiyet ve dinin hedefi olan temel ahlaki ilkeleri içselleştirme dolayısıyla hayatı anlamlandırma aranır. Kur’an’la iletişim ile tefsir ilmi çerçevesinde tefsir yapmak, kategorik olarak ayrı uğraşlardır. Tefsir ilmi çerçevesinde yapılanlar mümkün olduğunca nesnel manayı keşfetmeyi amaçlar; Kur’an’la öznel iletişim ise kişinin kendi dünyasından hareketle Kur’an’la buluşmasıdır.

(Ankara Büyükşehir Belediyesi Televizyonu ABBTV’de, “Ayşe Sucu ile İnsana Dair” programında, 20 Nisan Çarşamba, saat 16.oo’da, ilahiyatçı Mustafa İslamoğlu ile Kur’an üzerine sohbet edeceğiz.)