Türkiye’de Mayıs ayının ikinci yarısında çok sayıda konser, değişik otoritelerce değişik nedenlerle yasaklandı.

Önce yasaklanan konserlerin listesine göz atalım, ardından bu yasakların kaynağını analiz edelim:

- Kocaeli Derince’de Aynur konseri,

- Denizli/Pamukkale’de ve İstanbul/Bostancı’da Apolas Lermi konseri,

- Muş’te Metin-Kemal Kahraman konseri,

- İstanbul/Pendik’te Niyazi Koyuncu konseri,

- Bursa’da Mem Ararat konseri,

- Ankara/ODTÜ’de Burhan Şeşen konseri,

- Isparta’da Melek Mosso konseri

★★★

Bu yasakların hiçbirinde bir mantık bulamayabilir, onlarca çifte standart sıralayabilirsiniz.

Mesela, bu yasaklar arasında en çok Melek Mosso konserini konuştuk.

Mosso’nun dekoltesinden rahatsız olanların, ahlakları bozulanların, dekolte işinde zirve yapmış Seda Sayan ve Hülya Avşar gibi kadınları devletin zirvesinde dahi baş tacı etmesinin bir mantığı var mıdır? Bu çifte standardın en alası değil midir?

Tıpkı LGBT’yi düşman ilan edip, LGBT’nin T’sinin ülkemizdeki ünlü örneklerinden biri olan Bülent Ersoy’u Saray’daki bütün etkinliklerde baş köşede ağırlamaları gibi.

Söz konusu yasakları iki kategoride toplayabiliriz:

1- İktidardaki aşırı milliyetçilikten/muhafazakarlıktan kaynaklı olarak farklı etnik kültürlere gösterilen tahammülsüzlüğün ortaya konulması, otoriteyi ispatlama çabası.

2- Mevcut otoritenin kendi ahlak normlarını bütün topluma dayatma çabası. (Burada karar verici makamlarda oturan bütün erkeklerin kadınlara hangi gözle/kafayla baktığının ortaya çıktığını unutmayın lütfen.)

Bu iki kategori de baskıcı yönetimlerin en temel özelliğidir. Otoritenin kendi arzuladığı toplumu yaratma çabasının, bir tür toplum mühendisliğinin ürünüdür.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bir asırlık geçmişine bakın, bu tür yasaklar bu yoğunlukta hep baskıcı dönemlerde getirilmiştir. 12 Eylül rejiminin benzer yasaklarını sıralasak sayfalar yetmez.

Bu tür yasakların hepsi planlıdır ve bütün sonuçlarıyla hesaplanarak tek merkezden hayata geçirilmiştir. Kimi zaman bir siyasetçi, kimi zaman bir sivil toplum kuruluşu, kimi zaman bir tarikat/cemaat fitili ateşler. Bunun literatürdeki adı “psikolojik harp”tir.

“Ne alakası var, hepsi ayrı şehirlerde oldu. Kimini vali, kimini rektör, kimini de belediye yasakladı” diyebilirsiniz.

Geçmişte MGK’nın gizli psikolojik harp genelgelerini ortaya çıkarmış gazeteci olarak söylüyorum: O belediye başkanlarının, rektörün ve valilerin dahi uyguladıkları yasakların gerçek kaynağı ve amacı konusunda fikri olmayabilir.

★★★

Psikolojik harpçilerin hesaplarına göre toplumun bu yasaklar konusunda iki refleksi olabilir:

1- Yasağı hemen kabullenmek, kanıksamak üzerinde durmamak: Bu en çok istenen ama her zaman gerçekleşmeyen bir beklentidir. Toplum bu yasakları kolayca kabullenirse, rahatlıkla bir sonraki yasak ya da hak gaspı kategorisine geçilir.

2- Yasağı reddetmek, tepki göstermek: Burada tepkinin dozu önemlidir. Tepki büyük olmazsa, gerekçeler üretip yasağı kalıcılaştırmaya çalışırlar. Ancak tepki baş edilemeyecek kadar büyükse geri adım atarlar.

Yasağın tepkiyle karşılanması, “bir taşla iki kuş” yaklaşımına da hizmet eder ve ülkenin gündemini değiştirir.

Farkındaysanız, Türkiye her alanda çok ciddi sorunlar yaşarken biz bir hafta boyunca konser yasaklarını ve Mosso’nun dekoltesini tartıştık.

AK Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş gibi isimlerin komik duruma düşme pahasına komik gerekçeler açıklayıp bu tartışmayı alevlendirmesi boşuna değildir.

★★★

İktidar mutfaktaki yangını söndüremiyor. Ekonomiyi düze çıkarmaları da imkânsız görünüyor. Bu da ilk yapılacak genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçiminde büyük bir oy kaybı demek.

Bu yüzden seçimler öncesinde bu tür psikolojik harp adımlarıyla sıkça karşılaşacağız. AK Parti iktidarı, bir dönem maruz kaldığı psikolojik harp uygulamalarını, bu dönemde rakip partilerin tabanlarına uygulama çabası içinde olacak.

Uyanık olmakta, tuzaklara düşmemekte fayda var.