Nuray Karaoğlu, ülkeyi Meclis’te yüzde 17.2 oranla, 101 kadın vekilin temsil etmesinin adaletsizlik olduğunu söyledi. “Kadınlar siyasette mutlaka var olmalı diyen partiler sözlerinde dursunlar” dedi.
Nuray Karaoğlu, lisans eğitimini Uluslararası İlişkiler ve Yönetim Bilimleri alanında yapmıştır. 2002-2004 döneminde Göztepe Rotary Klüp Başkanı olan Karaoğlu KAGİDER üyesidir. 2002 yılında KA-DER’e katılan, daha sonra yönetim kuruluna giren Nuray Karaoğlu 2017’den bu yana KA-DER Başkanı olarak kadınların siyasete katılımı ve diğer kadın hakları konularında çalışmaktadır.■ Sayın Karaoğlu, ben kadın ve çocuk hakları konusunda AİHM’de dava kazanmış, TCK’ya onlar aleyhinde madde konmaması ve Medeni Kanun’da Mal Rejimi’nin kadınlar lehine değişmesi için mücadele vermiş bir gazeteciyim. Siyasette eşit temsil mücadelesi de yıllardır yapılıyor ama fazla yol alınamadı, siyasi partilerden artık her seçimdeki vaatler yerine uygulama sözü vermelerini istemenin zamanı gelmedi mi?
KA-DER şunları söylüyor; artık cinsiyet kotası değil, eşitlik. Siyasi partiler kadınları cinsiyet kotası içerisine sıkıştırıp “Merkez karar alma organlarımızda, iç tüzüğümüze koyduğumuz yüzde 25’i, yüzde 33’ü sağlıyoruz” diye bir argüman geliştiriyorlar, biz de diyoruz ki; yüzdenin artması önemlidir, değerlidir ama eşitliğin sağlanması daha önemlidir. Buradaki nedenlerden biri de kadınların yıllardır “seçtiren” konumunda bırakılmalarından kaynaklanıyor, yani kadınlar siyasetle ilgilenmeye başladıklarında “kadın kolları” içinde çalışmalarını yaparken erkeklerin seçilebilmesine kolaylık sağlayan bir alt yapı oluşturdular, erkeklerle beraber seçim alanında mücadele ederken kendi isimlerinin üst sıralara yazılıyor olup olmamasına bakmadan mücadele ettiler ama günün sonunda böyle bir durumla karşılaşıldı; kadınlar erkekleri seçtirdi. Artık biz siyasi partilere “Kadınları görmezden gelmeyin, kadınları görmeyen partilere oy yok, kadın yoksa demokrasi yok, kotayla geçiştirmezsiniz” diyoruz. KA-DER siyasi parti ziyaretleri yapıyor ve liderlerle görüşüyor, onlar da diyor ki “Biz aslında kadın aday bulmakta zorlanıyoruz”.
"LİDERLER, ÖNCE KAPIYI ARALIYOR..."
■ Bu sözün gerçekle hiçbir ilgisi yok, kadınları oyalamak için camiye kılıf aramak gibi. Partilerin içine girmiş kadınların hepsi gayet iyi bilirler.
Biz de zaten “KA-DER olarak çok iyi biliyoruz ki durum sizin söylediğiniz gibi değil” diyoruz, “kadınlar aday adayı olmak için çok ciddi mücadeleler veriyorlar, uğraşıyorlar ama siz de önce kapıyı aralar gibi gösteriyorsunuz fakat seçim zamanı geldiğinde listelerde kadınların seçilebilir sıralarda olmalarına engel oluyorsunuz, kadınlar eşit temsil edilmelidirler, artık onları görmezden gelemezsiniz” ifadelerini kullanıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana hiç kadın milletvekili çıkarmayan 20 ilimiz var.
KA-DER yönetim kurulu kısa süre önce liderleri ziyaret kapsamında Kemal Kılıçdaroğlu’yla da bir araya gelmişti.■ CHP bu illeri kadın aday çıkarmak için pilot iller seçmedi mi?
Hayır, daha böyle bir deklarasyonu net olarak yapmadı ama bu konuya dikkat çeken ve çalışma konusu haline getiren KA-DER’dir, Cumhuriyet Halk Partisi’ni de ziyaret ettik ve Sayın Kılıçdaroğlu’yla konuştuk, Aylin Nazlıaka da vardı. Bütün siyasi parti liderlerini sırasıyla ziyaret ediyoruz ve kadın kolları başkanlarının da olmasını talep ediyoruz ve “Bu 20 il Türkiye’nin yüz karasıdır” diye deklare ediyoruz. Geçen yıl bir çalışma yaptık ve bütün siyasi parti tüzüklerini kadınlar açısından inceledik, ne olması gerekirdi ve ne yok, bunları çıkardık. Elbette KA-DER sadece “hiç kadın milletvekili çıkarmamış 20 ilden kadınlar çıksın” demiyor, “Biz yüzde 50’sini istiyoruz” diyor. Seçim öncesi bir izleme çalışması yapacağız ve kaç kadın aday gösterildi, bunların kaçı seçilecek sıralarda aday gösterilecek onları araştıracağız, açıklamalarını isteyeceğiz ve kadın seçmenleri uyaracağız. Seçimlerin Nisan veya Mayıs ayında yapılacağı söyleniyor, aşağı yukarı 7 aylık bir zaman var, KA-DER zamanı geldiğinde güçlü bir şekilde bu konuyu gündemden düşürmeyecektir.
"ERKEKLER YERİMİZE DÜŞÜNMESİN"
Her seçim döneminde siyasi partilerin “aday belirleme komisyonları” oluşturuluyor, bu komisyonların ya tamamı erkek veya 5 kişilik komisyonda bir kadın var, yani erkek ağırlıklı bir yapı. Bu yapının zaten kadından yana tavır alacağını düşünmek romantizm olur. Bu erkekler “Biz kadınların ihtiyaçlarını düşünürüz ve onlara çözüm üretebiliriz, sizin yerinize biz yapabiliriz” diyorlar. Hayır, siz bizim yerimize düşünmeyin, ihtiyaçlarımıza da çare bulmayın, biz buluruz.
■ Şartları sağlayan herkes cumhurbaşkanı adayı olabiliyorsa, özgürce milletvekili adayı da olabilmeli, güçlendirilmiş parlamento ancak o zaman oluşmaz mı?
Evet, partilerin yapısal işleyişlerinin önce demokratik bir zemine oturtulması gerekli ama bunun için de Siyasi Partiler Kanunu’yla ilgili gelişmelerin yapılması lazım. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’i oluştururken siyasi partilerin de demokratik bir zeminde idare edilmesinin anlamlı olduğunu düşünüyor ve savunuyoruz. Bu sistemin bütün kilitleyen noktaları zaten ortada, hepimiz görüyoruz. O koltuklar kaybedilebilir ama insanlar söyleyeceklerini söyleyebilmeliler.
■ “Kadın aday bulmakta zorlanıyoruz” diyorlarmış, diyelim ki siz ve ben milletvekili olmak istiyoruz ve gerekli özelliklere de sahibiz, ne yapmamız gerekiyor?
Birincisi; seçime girmek için gerekli finansal kaynaklarımız var mı ona bakacaklar. İkincisi; yeterli çevreniz, etki gücünüz, oy potansiyeliniz var mı ona bakacaklar, siyasetin finansmanı tüm dünyada belirleyici ama bizim gibi ülkelerde daha da belirleyici rol oynuyor. Gerçekleri konuşuyoruz ya, siz veya ben aday olduğumuzda o seçim otobüslerini kaldırabilecek misiniz, toplantılar düzenleyip kahveler, çaylar dağıtabilecek misiniz…
■ Ama bütün milletvekillerinin bunları yapabildiğini sanmıyorum, bazıları sadece liderler istediği için seçiliyor ve bunun için liderlerin etrafında özellikle kadınların geçemeyeceği bir çember oluşuyor.
Evet, sahip olmadığı halde söylediğiniz gibi girenler de var, kadınlar için dediğiniz gibi çok daha zor ama genelde bu şartlar da aranıyor.

“İRAN’DA AYDINLAR KENDİNİ ZİNDANDA BULDU”
■ İran’da bir genç kızın “başını tam örtmediği için” ahlak polisi tarafından gözaltına alınıp öldürülmesiyle başlayan ve 150’ye yakın kişinin –açıklanan rakam- hayatını kaybettiği protestolara üniversitelerden sonra lise öğrencileri de katılmaya başlamış. Ülkede birçok kesimin katıldığı protestoları KA-DER olarak siz nasıl değerlendirdiniz?
Aslında buna cevap vermeden önce arka plana bakmak lazım, baktığınızda bunun bütün toplumlara bir şiar olması gerektiğini düşünüyorum. Şah Rıza Pehlevi’nin devrilerek Humeyni’nin geldiği döneme bakarsak Humeyni çok büyük destek ve alkışlarla geldi. Yalnızca muhafazakar, sağ kesim, aşırı uçlar değil, ülkenin sol, aydın kesimi de destekledi. Çünkü özgürleşeceklerine, seslerinin daha çok duyulabileceğine inandılar ama halk bir hafta-on gün kadar kısa bir süre içinde arka arkaya gelen kısıtlamaları yaşadı. Bunu yaşarken özellikle de kadınlar üzerinde, kadınların bedenleri üzerinde bir politika inşa edilmeye başlandı ve siyasal İslam bütün gücüyle geldi. Bunun ayak seslerinin ilk duyulduğu andan itibaren o “aydın” dediğimiz kesimin içerisindeki hareketler, sol hattın içerisinde bulunan erkekler kadınların haklarının günden güne azaltılması ve baskı politikalarının geliştirilmesi karşısında hep kadınlara “Bir devrim içerisindeyiz, bu sorunlar çözülür, acele etmeyin, daha önemli sorunlarımız var” dediler. Bunları söyleyen erkekler kısa bir süre sonra kendilerini İran’ın dehşetengiz hapishanelerinin içinde buldular.
“SARI ÖKÜZÜ VERDİĞİ İÇİN”
Her gün onlarca insan vinçlerde asılarak diğer özgürlük isteyenlere ibret olsun diye gösterildiler ve ne oldu; ayak sesleri kendini göstermiş olmasına rağmen yeterli ses yükselmediği için; hani meşhur söz var ya “Sarı öküzü vermeyecektin”, sarı öküzü verdikleri için toplum bu hale getirildi, bugün gördüğümüz olaylar yaşanıyor. Kadının saçının telinden tahrik olan bir erkek güruhuyla karşı karşıya kalan, kadının bedeni üzerinden baskı uygulayan, kadını yalnızca üremeye alet bir canlı olarak gören bir anlayışı tabii ki benimsemek mümkün değil ama bunun tarihsel arka planı böyleydi ve İranlı kadınların tarih boyunca direnişi hep güçlü olmuştur, şu anda da kadının saçının teli üzerinden kurulmaya çalışılan erkek egemen yapı kesinlikle çatırdıyor ve hakim iktidar “dış güçler” söylemiyle bu geniş çaplı halk hareketine bir cevap bulmaya çalışıyor. Ümit ederim ki İran halkı buradan başlayan özgürlük ateşini sonuna kadar devam ettirirler ama açıkçası bence hakim politika şu anda toplumsal gerilim hattının biraz ortaya çıkması için çok fazla halkın üzerine gitmiyor ama daha önce yaptıkları gibi bir süre sonra çok daha ağır baskılar ortaya çıkacaktır. Topyekun bir hat oluşturmak zorundalar ve İranlı erkekler de artık bu kadın direnişine katılmaya başladı. Kadınların saçları üzerinden, örtüsü üzerinden kurulmaya çalışılan erkek cennetine giden yolların taşlarının böyle döşenemeyeceğini herkes görüyor, itiraz ediyor. Her şey o sarı öküz meselesinde gizli, biri bir diğerini görmezden geldiğinde kaybolan hak ve özgürlükler bir süre sonra görmezden gelen tarafı da vurmaya başlıyor.
"HÜKÜMET, SANSÜR UYGULUYOR"
■ Komşu ülkede devam eden bu büyük hareketin Türkiye’de yeterince konuşulmadığını, siyasetçilerin de gündeme almadığını düşünüyor musunuz?
“Türkiye’de” dersek yanlış olur, mesela Türkiye’deki güçlü kadın hareketi sesini çıkarıyor ama hükümetin görmemesinin nedeni orada bir kadın direnişi olması. Kadın direnişini ön plana çıkarmanın ehven bir şey olmadığı düşüncesindeler, çünkü kadınlar hak ve özgürlükleri adına hayatlarını veriyorlar ve kıyasıya mücadele ediyorlar. Hükümet, siyasal İslam’ın yönettiği bir ülkede protestolarla karşılaştığında benzeri protestoları daha önce kendisi de yaşadığı için İran’daki de sansüre uğruyor. Oysa mücadele verilen alan sadece kadın hakları değil, insan hakları ve özgürlükleri. Bu alanda karşılaşılan direnç, benzer bir durum yaratması açısından çok arzu edilen bir şey değildir, sisteme karşı gelmek demektir ama zaten muhalefet bunu barındırır içinde, STK’lar da bir anlamda böyle çalışır, insan hakları alanında yanlış giden bir şeyler varsa bunun farkındalığını yaratmak sivil toplum kuruluşlarının da en önemli görevidir.
BAŞÖRTÜSÜ KANUN TEKLİFİ...
■ Şu anda Türkiye’de de tam aksi yönde bir uygulama olmakta, İran’da kadınlar kıyafet baskısı için ahlak polisiyle çatışıyor, Türkiye’de “kıyafet baskısının Anayasa ile ortadan kaldırılması” konuşuluyor, siz bu konuyu nasıl yorumladınız?
Kişisel olarak görüşüm şöyle; siyaset stratejisi kazanılmak üzere inşa edilen bir alandır. Siyasette kazanmak için mücadele etmiyorsanız ne için mücadele ediyorsunuz? Kazanınca ne olacak; zaten yaratmaya çalıştığınız dünyanın gerçekleşmesi için var olacaksınız o takdirde. Dolayısıyla, geçersiz siyasetin bizi nereye evirdiğine de bakmak gerekiyor. Biz kadınların başörtüsüyle ilgili bir sorununun olduğunu ben düşünmüyorum, ancak başörtüsü sorunu varmış gibi sıkıştırılmaya çalışıldığımız ve üzerimizden de bir algı yaratılmaya çalışılan bir durum var Türkiye’de. Kadınlara “Bugün başörtüsü üzerinden elde ettiğiniz haklarınızın elinizden gitmemesini istiyorsanız o takdirde vereceğiniz oya dikkat edin” deniliyor. Ben Kemal Kılıçdaroğlu’nun verdiği kanun teklifinin yaratılmaya çalışılan algının yok edilmesi ve olayın buraya sıkıştırılmaması gerektiğini anlatmak üzere verildiğini düşünüyorum. Kadınların başka sorunları var; eşit işe eşit ücret yok, yoksulluk var, cinsel saldırıya maruz bırakılma var, cezasızlık yöntemi var, kız çocuklarının erken yaşta zorla evlendirilmesi gibi ciddi problemler var, bunlar gerçekten yaşanılan ve sıkıştırıldığımız alanlar. Ama başörtüsü üzerinden de bir algı yaratılmaya çalışıldığı için, Kılıçdaroğlu’nun bu teklifine baktığımda kadınların buradan alanlarının daraltılması ya da bakış açılarının değiştirilmesine engel olmak adına oluşturduğu bir strateji olarak görüyorum. “Bu endişeyi taşımayın” adına verdiği bir kanun teklifi, seçmen davranışının bu yöne evrilmesine engel olmak amacıyla verilmiş.
■ Bu teklif okulları da etkileyecektir, belki “Çocukların buna dahil olmadığı, belli bir ergenlik yaşından sonrasının kast edildiği” belirtilmeli, çünkü çocuk yuvalarında tesettür uygulayanlar da var.
Aslında bu kanun teklifinin biraz aceleye getirildiğini söylemek mümkün ama ben yanlış bir şey olmadığını düşünüyorum. Keşke daha kapsayıcı, daha açıklayıcı bir metinle gerçekleştirilebilseydi, kız çocukların, kadınların karşılaştığı her türlü ayırımcılığa da engel olunan bir kanun teklifi olduğunun altı çizilmiş olurdu. Çıkışı, ana fikri yanlış değil ama daha kapsayıcı, üzerinde daha çok çalışılmış olan bir teklif hazırlanmalıydı diye düşünüyorum. Kanun teklifi yalnızca kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan yani istihdam alanına girmiş kadınlar açısından düzenlenmiş, oysa sorun en çok eğitim alanında çıktı, o nedenle eğitimi, kız çocuklarını da kapsaması ve sınırlarının belirlenmesi daha iyi olurdu. Ayrıca, bu kanun teklifi sadece giyim kuşamı değil, herkesin özel yaşam alanının, kamusal alanda kendini var etme özgürlüğünün elinden alınmamasını da kapsamalıydı. Bir süre öncesine kadar kadınlara Meclis’te pantolon giymek de yasaktı, kadınlar neden pantolon giyemesin, bir açıklaması var mı, Meclis’te hala dirseğe kadar kollu kıyafet giyilmiyor, yani kadınların örtünmesi kadar örtünmemesi de sorun haline getiriliyor, bundan çıkılmalı, kamu alanlarında kıyafetlerin asgari düzeyde formal yapıyı içermesi bekleniyor ama bu bahsettiğimiz örtü, kısa kol, pantolon giyme gibi baskılar artık olmamalı.
CEZASIZLIK POLİTİKASI VE AFLAR
■ Adaletin olmadığı yerde düşünce özgürlüğü, hak hukuk olmaz denir ama cezaevleri yeterli değil açıklamasıyla AKP ve MHP’nin “Rahşan affına benziyor” denilen bir affı yine seçim öncesi çıkaracağı haberi verildi, MHP af konusunda çalışma yapıyormuş. Şahıslara karşı işlenen suçların affedilmeyeceği söylense de daha sonra bu değişebiliyor. Sık sık genel af çıkarılması nasıl bir sonuç yaratıyor ve sivil toplum kuruluşları bu konuda tepki veriyor mu?
Cezasızlık politikası, suçluların gereken cezayı almaması, aflar, toplumlarda negatif ve dejenerasyon yaratacak bir unsurdur, cezasızlık giderek yaygın bir hale gelir ve o zaman kanunların da caydırıcılığı tartışmalı hale gelir. Bu af tasarısında hangi suçlara af gelecek ona bakmak lazım, düşünce suçuna af çıkarılmıyorsa böyle bir affın topluma faydası yok. Cezaevlerinin yeterli olmaması devletin sorunu, onların çözmesi gerekir, asıl önemli nokta; bu kadar suç işlenen bir toplumda cezasızlıktan başka bir proje yaratılmıyor olması. Mesela, bu kişiler affa tabi tutulacaksa psikolojik destek, işledikleri suçların tekrarlanmaması için istihdam alanına nasıl katılacakları gibi bir politika üretilmeden af çıkarma, hele ki düşünce suçlarına af getirilmezken hukukta adi suçlar denilen suçlara af çıkarmak eşitliğe tamamen aykırıdır ve suç toplumu üretilmesine yol açar. Cinsel şiddet veya çocuklara saldırıları yapan faillerin bırakılmasına karşı çıkılması gerekir. Af politikası derinlemesine düşünerek oluşturulması ve popülist olarak yapılmaması gereken bir politikadır. Seçime yönelik bir strateji olarak değerlendirilirse toplumsal yapıyı büyük ölçüde tahribata uğratacak sonuçlarla karşı karşıya bırakır. Şiddet uygulayanlar, cinsel saldırı failleri, uyuşturucu ticareti yapanların rehabilite edilmesine yönelik ne yapıldı, ya da af edildikten sonra toplumla nasıl entegre edilecekler, aynı suçu işlememesi adına nasıl politikalar geliştirilecek, bunları hiç bilmiyoruz.