“Harp zaruri ve hayati olmalı. Hakiki kanaatim şudur: Ben milleti harbe götürünce vicdanımda azap duymamalıyım. ‘Öldüreceğiz’ diyenlere karşı ‘ölmeyeceğiz’ diye harbe girebiliriz. Lakin millet hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça, harp bir cinayettir.” (Atatürk, 16 Mart 1923)


Geçen hafta Rusya Ukrayna’ya saldırdı. Diğer ülkeler bu saldırıyı kınamakla yetindi. NATO, BM gibi uluslararası örgütler savaşa engel olamadı. Dünya, endişeyle savaşı izliyor. Savaşın yıkımını gördükçe kulaklarda Atatürk’ün “Yurtta sulh cihanda sulh” sözü yankılanıyor.

Bugün, benim “Atatürk’ün Barış Projesi” dediğim bir insanlık ütopyasından söz edeceğim. Bu proje sadece Türkiye’nin değil, dünyanın refahı ve esenliği için de bir çözüm önermesidir. Dünyada gerçek barışı kurulabilecek en sağlam reçetelerden biri Atatürk’e aittir.

“Behemehâl, şu ve bu sebepler için milleti harbe sürüklemek taraftarı değilim. Harp zaruri ve hayati olmalı. Hakiki kanaatim şudur: Ben milleti harbe götürünce vicdanımda azap duymamalıyım. ‘Öldüreceğiz’ diyenlere karşı ‘ölmeyeceğiz’ diye harbe girebiliriz. Lakin, hayatı millet tehlikeye maruz kalmayınca, harp bir cinayettir.” (Hakimiyeti Milliye, 21 Mart 1923, s.1.)


TAM BAĞIMSIZLIK

Atatürk için “barış” demek her şeyden önce “tam bağımsızlık” demekti. Çünkü emperyalizmin ve sömürünün egemen olduğu yerde gerçek barışın var olabilmesi olanaksızdı.

Atatürk, 30 Ocak 1923’te İzmir’de Şark Gazetesine verdiği demeçte “Barış istiyorum dediğim zaman bilmelidir ki, bağımsızlık ve hâkimiyet istiyorum...” demişti. (ATABE, C.15, s.43) 2 Şubat 1923’te yine İzmir’de halka şöyle seslenmişti: “Arkadaşlar barış istiyoruz, fakat dediğim gibi tam bağımsızlık istiyoruz. Barışın anlamı budur. Bunu istemeye hakkımız ve gücümüz vardır. On sene, yirmi sene, elli sene sonra aşağı görülerek ölmektense, hiç korkmayınız, kalp ve vicdanımız açık olarak bugün ölelim ve tarih bizi böyle yazsın.” (ATABE, C.15, s.86-87)   

Atatürk, emperyalizmin merhametine sığınarak sağlanan bir barışın gerçek barış getirmeyeceğini çok iyi biliyordu. Bu nedenle emperyalizme karşı kesin zafer kazanmadan yapılan sahte barış tekliflerini hep reddetti; Sevr’i yırtıp tarihin çöplüğüne attı. Bağımsızlık Savaşını kazandıktan sonra barış masasına oturdu. Lozan Antlaşması ile –şimdilik 99 yıllık- gerçek ve kalıcı barışı kurdu.

Atatürk, Türk Bağımsızlık Savaşı’nı kazanarak ezilen, sömürülen tüm mazlum uluslara örnek oldu. Dünyada emperyalizme karşı bağımsızlık savaşları çağını açtı. 3 Ocak 1921’de şöyle demişti: “Bütün mazlum milletler, zalimleri bir gün mahv ve perişan edecektir. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir toplumsal hale mazhar olacaktır.(ATABE, C.12, s. 200-201) 27 Mart 1933’te de şöyle demişti: “Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. (...) Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı geçecektir.” (ATABE, C. 26, s. 144)

Atatürk’e göre gerçek barışın ön şartı “tam bağımsızlık siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, kültürel alanların hepsinde bağımsız olmak” demekti. Bunun için emperyalizme karşı kazanılan bağımsızlık savaşını, geri kalmışlığa ve bağnazlığa karşı kazanılacak bir uygarlık savaşıyla tamamlamak gerekiyordu. Atatürk, “Biz bunu temin etmeden barış ve sükûna ereceğimiz inancında değiliz.” demişti

Bağımsızlığı, dolayısıyla barışı korumak için güçlü bir orduya ihtiyaç vardı. Atatürk, daha 1920’de şöyle diyordu: “Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lazımdır. Bağımsızlık için kuvvet sahibi olmak ve bunun için varlığını kanıtlamak gerekir. Kuvvet ordudur...” (ATABE, C.9,s.112-113) Atatürk, yayılmak için değil, bağımsızlığı ve barışı korumak için orduya ihtiyaç duyuyordu. Şöyle diyordu: “Etraftaki devletler silahlı oldukça; hayır dünya yüzünde tek bir silahlı devlet bulundukça görevini bilen bir devlet, bütün anlaşmalara rağmen ve bütün anlaşmalarla beraber kendi güvenliğini her şeyden önce kuvvetine dayandırır. (Afet İnan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Ankara, 1969, s. 117) 

“Yurtta Barış Dünyada Barış”ın Anlamı


Hayatının önemli bir bölümü savaş meydanlarında geçen Atatürk, her fırsatta barışa vurgu yapıyor, savaşa karşı olduğunu belirtiyordu. Örneğin, 16 Mart 1923’te Adana çiftçileriyle konuşmasında, “Zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir” demişti: “Ne olursa olsun, şu veya bu sebepler için milleti harbe sürüklemek taraftarı değilim. Harp zaruri ve hayati olmalı. Hakiki kanaatim şudur: Ben milleti harbe götürünce vicdanımda azap duymamalıyım. ‘Öldüreceğiz’ diyenlere karşı ‘ölmeyeceğiz’ diye harbe girebiliriz. Lakin millet hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça, harp bir cinayettir.” (ATABE, C. 15, s.215)

Gerçekten de Atatürk’ün haksız savaşı yoktu. O, gerçekten de “öldüreceğiz” diyenlere karşı “ölmeyeceğiz” diyerek savaşmıştı.

Barış milletleri refah ve mutluluğa eriştiren en iyi yoldur” diyordu. (Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s.369)

Atatürk, 20 Nisan 1931’de millete beyannamesinde CHP’nin genel siyasetini “Yurtta barış dünyada barış için çalışıyoruz” diye özetlemişti. (ATABE, C.25, s.119)

Atatürk, 1933’te yaptığı bir açıklamada da Türkiye Cumhuriyeti’nin en temel ilkelerinden “Yurtta barış dünyada barış” ilkesinin “insanlığın ve medeniyetin refah ve ilerlemesinde en esaslı etken olduğunu” belirtmiş, buna hizmet etmekle “övündüklerini” söylemişti. (Kocatürk, s. 367-368)

Atatürk’ün Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Atatürk’ün “Yurtta barış dünyada barış” ilkesini şöyle açıklamıştır: “Aslında bu prensip sosyalist bir görüşü ifade eder. Cihanda sulh, barışın ortak savunulması, kolektif barışı temsil eder. (...) Yurtta sulh ise sınıf mücadelesinin keskinleşmesine sebebiyet vermeden ahenkli bir sosyal emniyet düzeni içinde kalkınma hedefini gütmekteydi.” (Tevfik Rüştü Aras, Atatürk’ün Dış Politikası, İstanbul, 2010, s. 8-9, 204-205)

Türkiye, Atatürk’ün “Yurtta barış dünyada barış” ilkesi doğrultusunda II. Dünya Savaşı’na girmeyerek büyük bir yıkımdan kurtuldu.

Atatürk’ün ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ ilkesinin ilk kez basında yer alması (Hakimiyeti Milliye, 21 Nisan 1931,s.1)

Atatürk’ün Barış Paktları ve Barış Kuşağı


Atatürk’ün dış politikasının iki temel ilkesinden birincisi “bağımsızlık”, ikincisi “ortak güvenlik”ti.  Bağımsızlığa, dolayısıyla barışa yönelik tehditlere karşı “ortak güvenliğe” ihtiyaç vardı. Bu nedenle Atatürk’ün “Yurtta barış dünyada barış” ilkesi, barışa yönelik tehditlere karşı ortak örgütlenmeyi öngörüyordu.

Atatürk’ün Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın ifadesiyle Atatürk Türkiye’si, “Her nerede barış adına bir toplantı olsa oraya koşmuştu.”  Barışı korumak için 1928’de Kellog Paktı kuruldu. Türkiye 1929’da bu pakta üye oldu. Türkiye, 1932’de Milletler Cemiyeti’nin Silahsızlanma Konferansına katıldı. Türkiye, 1932’de özel davetle -28 devletin teklifiyle- Milletler Cemiyeti’ne üye oldu. Türkiye, 1935’te Milletler Cemiyeti Lahey Adalet Divanı’na katıldı. Türkiye, barışı korumak için 1928’de hazırlanan Genel Tahkim Senedini  –bazı şartlarla- 1934’te imzaladı. Türkiye, 1935’te İtalya’nın Habeşistan’a saldırısını kınadı. Türkiye, Arjantin Dışişleri Bakanının barışı korumak amacıyla örgütlediği Savvedra Lama Paktı’na 1936’da katıldı.

Atatürk Türkiye’si sadece barışı korumaya yönelik uluslararası oluşumlara katılmakla kalmadı, barışı korumaya yönelik anlaşmalar imzaladı, paktlar kurdu. Atatürk’ün girişimleriyle 1930’larda Türk-Yunan dostluğu sağlandı.1933’te Türkiye ve Yunanistan arasında “İçtenlikli Antlaşma Paktı” yapıldı. 1934’te Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında “Balkan Antantı” imzalandı. 1937’de Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında “Sadabat Paktı” kuruldu. Atatürk Türkiye’si, Kurtuluş Savaşı yıllarında başlayan Sovyet dostluğunu da sürdürdü.

Atatürk, 1935’te kendisiyle röportaj yapan Amerikalı gazeteci Gladys Baker’a “Esas amaç bütün milletlerin, bütün devletlerin paktıdır” diyerek barış paktlarıyla tüm dünyayı bir barış kuşağıyla çevirmenin mümkün olacağını söyledi. (ATABE, C.27, s. 261-262)

Atatürk, Balkan Antantı, Sadabat Paktı ve Sovyet dostluğu sayesinde Balkanlardan Güney Asya’ya, Sibirya’dan Akdeniz’e kadar uzanan o zamana kadar dünyadaki en büyük barış kuşağını oluşturdu.

Atatürk Türkiye’si, 1921-1938 arasında dünyadaki 56 bağımsız ülkenin 37’sinde diplomatik temsilcilik açtı, 40’ıyla dostluk antlaşması imzaladı. Atatürk, bu sürede bu 56 bağımsız ülkenin başına geçen 115 devlet başkanının tamamıyla temas kurdu ve iyi ilişkilerde bulundu. (Bilal Şimşir, “Cumhuriyetin Barışçı Dış Politikası Üzerine”, Cumhuriyet Kazanımları, s. 81-92)

Atatürk, sadece diplomasiyi etkili kullanarak 1923’te İstanbul’u, 1936’da Boğazları ve 1938’de Hatay’ı savaşsız anlaşma yöntemiyle tek kurşun atmadan kurtarmayı başardı. Lozan ve Montrö ile bugüne kadar Türkiye’de kalıcı barışı sağladı.

Atatürk’ün Dünya Barışını Koruma Formülü


Atatürk, Mayıs 1935’te Amerikalı gazeteci Gladys Baker’a verdiği bir röportajda, “Barışı korumak için tedbir alınması mümkün müdür?” sorusuna 7 madde şöyle cevap vermişti.

1- İnsanlığa sürekli barışın önemini anlatmak için uygar ulusların ortak teşkilat yapmaları gerekir.

2- İnsanlığın kalbindeki ve kafasındaki geçmişten gelen düşmanlık duygularını silmek için her ulusun yüksek aydınları elbirliği ile çalışmalıdır.

3- İnsanlığın genel refahını sağlayıp dünyada aç ve sefil zümreler bırakılmamasını bütün insanlığın ortak amacı gibi gören uluslararası modern tedbirler alınmalıdır.

4- İnsanların kin ve hırs gibi olumsuz düşüncelerden kurtulması, onun yerine insanlığın büyüklüğü düşüncesi ve bu büyüklüğü sevme esası yerleştirilmelidir.

5- Tarih boyunca savaşların yarattığı yıkımlar ve felaketler genç kuşaklara anlatılmalıdır.

6- Bütün bu tedbirler insanlığı asıl insanlık düzeyine çıkarmaya yönelik tedbirlerdir. Şüphesiz bu amaç biraz zaman ister. Bunun için uygar ulusların aydınları birbirlerini arayıp bulmalı ve ortak kararlar üzerinde ortak çalışmalar yapmalıdır.

7- Nihayet barışı korumak için en hızlı ve etkili tedbir, barışı bozacak herhangi bir saldırganın istediği gibi hareket edemeyeceğini kendisine fiilen gösterecek uluslararası teşkilatların kurulmasıdır. (ATABE, C.27, s.260-261)

Atatürk’ün Balkan Konferansı üyelerine konuşmasından bir bölüm (Hakimiyeti Milliye, 26 Ekim 1931, s.1 )


Atatürk’ün II. Dünya Savaşı’ndan yaklaşık 5 yıl öce Amerikalı gazeteci Gladys Baker’a sıraladığı barışı koruma tedbirlerinin önemini Avrupa ve Amerika ancak milyonlarca insanın öldüğü II. Dünya Savaşı’ndan sonra anladı. 26 Haziran 1945’te San Francisco’da imzalanan Birleşmiş Milletler Anlaşması’nın girişindeki barışı koruma tedbirleri, Atatürk’ün 10 yıl önce sıraladığı barışı koruma tedbirlerine fazlaca benziyordu.

Atatürk, dünya barışını korumak için dünyadaki olaylara karşı kayıtsız kalmamak ve bencillikten kaçınmak gerektiğini söylemişti. Örneğin, 17 Mart 1937’de Romanya Dışişleri Bakanı Antonesco ile görüşmesinde şöyle demişti: “En uzakta zannettiğimiz bir olayın bize bir gün temas etmeyeceğini bilemeyiz. Bunun için insanlığın hepsini bir vücut ve her milleti bunun bir organı saymak gerekir. Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün organlar etkilenir. Dünyanın filan yerinde bir rahatsızlık varsa bana ne dememeliyiz. Böyle bir rahatsızlık varsa tıpkı kendi aramızda olmuş gibi onunla ilgilenmeliyiz...” (ATABE, C.29, s.166-167)

Atatürk, dünyada “sürekli barışın” formülünü şöyle açıklamıştı. “Eğer devamlı bir barış isteniyorsa, kitlelerin durumlarını iyileştirecek uluslararası tedbirler alınmalıdır. İnsanlığın bütününün refahı açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları kıskançlık, aç gözlülük ve kinden uzak şekilde eğitilmelidir.” (Kocatürk, s.370)

Atatürk, kalıcı barış için her şeyden önce insanlara birbirini sevdirmek gerektiğini düşünüyordu. 25 Ekim 1931’de Balkan Konferansı üyelerine şöyle demişti: “İnsanları mesut edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak, insanlıktan uzak ve son derece üzünülecek bir sistemdir. İnsanları mesut edecek tek araç, onları birbirlerine yakınlaştırarak, onlara birbirlerini sevdirecek, karşılıklı maddi ve manevi ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerjidir. Dünya barışı içinde insanlığın gerçek mutluluğu, ancak bu yüksek ideal yolcularının çoğalması ve başarılı olmasıyla mümkün olacaktır.(ASD, C.2, Ankara, 1997, s. 306)

Atatürk, dünya barışına katkısı nedeniyle –üstelik Venizelos tarafından- 1934’te Nobel’e aday gösterildi. UNESCO, 27 Kasım 1978 tarihli kararında Atatürk’ü şöyle tanımladı: “Sömürgecilik ve emperyalizme karşı açılan savaşların ilk önderi; uluslar arasında anlayışın, sürekli barışın öncüsü; insanlar arasında hiçbir renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen bir işbirliği çağının doğacağına inanan birisi...” (Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 3. Kitap, 2. Bölüm, Ankara, 2010, s.151)

Atatürk, 13 Temmuz 1923’te The Saturday Evening Post yazarı Isaac F. Marcosson’un “Dünyanın bugünkü hastalığı için ilacınız nedir?” sorusuna, “Aptalca şüphe ve güvensizlik değil, akıllıca işbirliği” cevabını vermişti. (ATABE, C. 16, s.39)

Bu reçete hâlâ geçerli...

H ATABE: Atatürk’ün Bütün Eserleri

H ASD: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri