Bir dönem birlikte çalıştığımız arkadaşım ekonomist, Doğru Parti’nin Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Meriç Köyatası, ekonominin fotoğrafını çeken bir mektup gönderdi.  Köyatası mektubunda, “Toplumun büyük bir çoğunluğu yoksulluk içinde. Halk mutlu ve umutlu değil. Ekonomistlerin bir görevi de olan biteni değerlendirip yakın geleceği öngörmektir. Osmanlı hayali ile geldiler, Türkiye Cumhuriyetini, Osmanlı’nın son dönemlerindeki gibi, yönetilemez bir borç batağına sürüklediler ” diyor. Meriç Köyatası’nın mektubu şöyle:

★★★

“Sevgili Uğur,

Ekonomide insanların yaşadığı çaresizliği, giderek yaygınlaşan sefaleti, açlığı anlatmaya gerek yok. Herkes yaşıyor, görüyor. Yapılan anketler ve yayınlanan çeşitli istatistiklere göre, uzun zamandır, toplumda orta sınıfın kalmadığını görmüştük. Sefalet ve yoksulluk her geçen gün artarak devam ediyor. Halkın içine düşürüldüğü durum ile ekonomideki bazı temel göstergelere ve ekonomi yönetiminin yaptıklarına birlikte baktığımızda neler gördüğümüzü tek tek ele alalım:

★★★

Yapılan son araştırmalardan birinde (Türkiye Raporu, Mart 2022) toplumun yüzde 60’ı yoksulluk sınırının altında ve ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Bu grubun en az yarısı da sadece yoksulluk sınırı değil, açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veriyor. Toplumun yüzde 27’si yoksulluk sınırında ucu ucuna yaşıyor. Yüzde 7’sinin durumu iyi, yüzde 6’sı da çok iyi... Yüksek enflasyonun tam gaz devam ettiği bir ekonomide bu dağılımın giderek daha da bozulacağını söylemek, kehanet olmasa gerek...

★★★

Yine son anketlerden birinde (Aksoy Araştırma, 14 Nisan 2022) toplumun yüzde 88’i ekonominin berbat olduğunu söylüyor. AKP’lier dahil yüzde 76’sı ekonominin kötü  yönetildiği düşüncesinde. Burada bir ekleme yapmak istiyorum. Ekonomi sadece kötü yönetilmiyor. Kötü tercihlerle kötü yönetiliyor!  İfade biraz karışık gibi oldu ama açalım:

★★★

AKP iktidarının ekonomi politikasında tercihleri, halktan yana bir model değildi. Tamamen devlet olanakları ile yandaşlara kaynak aktaran, çalışan kesimler yerine, işbirliği yaptıkları yabancı ve yerli sermayeyi kayıran ekonomi politikaları izlediler. 20 yılın bütçe uygulamaları, tarım politikaları, ithalat ve inşaat politikaları, yüzlerce kez değiştirilen ihale kanunu ve en önemlisi de yurt dışına ve yurt içine ödenen faizler ve gelir dağılımındaki bozukluklar bunun kanıtı. 20 yılda 3.5 trilyon dolara yakın vergi toplandı, dış borç kullanıldı, özelleştirme yapıldı. 600 milyar dolardan fazla faiz ödendi. Bunlarla ilgili sayfalar dolusu yayınlar yapıldı. (Vergi uzmanları Ozan Bingöl, Nedim Türkmen, DPT eski Müsteşarı-CHP Milletvekili İlhan Kesici.)

Bir çarpıcı örnek daha vereyim:

Son 10 yılda (2010-2020) imalat sanayiinde ortalama işçi ücretleri reel olarak 559 dolardan 389 dolara düştü. Buna karşılık imalat sanayinde ortalama şirket başı kar, 199 bin dolardan 307 bin dolara yükseldi. Daha da vahimi, bilinenin aksine, imalat sanayiindeki karlılık artışı orta ve yüksek sektörlerde değil, ucuz işgücüne dayalı düşük teknolojili sektörlerde gerçekleşti. (Dr. Oktay Küçükkiremitçi, 21.YY Planlama Grubu)

★★★

Ekonomi-politik sübjektif bir tercihtir. Bana ve benim gibi düşünenlere göre, bu saydıklarım kötü yönetim değil, toplumun refahını gözetmeyen, kendileri ve yandaşlarının çıkarlarını kollayan kötü ekonomi-politik tercihtir.  AKP iktidarı, bu kötü ekonomi-politik tercihlerinin üstüne bir de tüy dikercesine, ekonomiyi akıl ve bilimden uzak çok kötü yönetmektedir. Ekonomide toplumun geniş kesimlerinin refahını gözeten, ülkenin her tarafında planlı kalkınmayı hedefleyen, hep birlikte üretip adil bölüşümü ve sosyal devleti önceleyen tercih, bizim için doğru tercihtir. Ama doğru tercihte bulunmak yetmez. Doğru tercihi de doğru yönetmek gerekir. AKP’nin ekonomi politikası kötü tercihtir ve üstüne ekonomiye de kötü yönetmektedir.

★★★

Yazıyı fazla rakamlara boğmadan biraz da makro ekonomik göstergelerden söz edelim:

Enflasyon kontrol edilemez hale geldi. İşsizlik toplumda büyük bir sorun. Sırf bu iki gösterge bile toplumda geleceğe yönelik umutları kırdı. Gençler ve yetişmiş insan gücü Türkiye’yi terk etmek istiyor. Dış borcumuz 453 milyar dolar. Ancak daha kötüsü şu: Bir yıl içinde ödeyeceğimiz dış borç miktarı 170 milyar dolar. Yıl sonunda cari açığımızın 45-55 milyar dolar arasında olması bekleniyor. Kısacası bir yıl içinde 225 milyar dolar bulmak zorundayız. Türkiye’nin gerek yönetim biçimi nedeniyle, gerekse ekonomik göstergeleri nedeniyle dış piyasalarda itibarı kalmadı. Ülke dışı risk primimiz (CDS) 600 seviyesinde. Diğer ülkeler yüzde 2.5-3 faizle dolar bulurken Türkiye yüzde 8.6 ile dış borç alabildi. Bu oran, dolar için maalesef bir tefeci faizi.

★★★

Başka bir nokta... Türkiye ihtiyaç duyduğu kadar döviz kazanamıyor. Bu doların yükseleceği anlamına geliyor. Doları tutmak için Kur Korumalı Mevduat diye dünyada olmayan bir enstrüman çıkardılar. Devlet, kendi almadığı bir borç para için 300 bin kişiye 84 milyon nüfus üzerinden faiz ödüyor. İlk üç ay için bu miktar 14 milyar lira oldu. Yıl sonuna kadar 300 milyar ile 450 milyar lira arasında bir büyüklüğe ulaşması bekleniyor. Saray yönetimi, 2022 yılı bütçe kanununda bütçe açığını 278 milyar TL olarak öngörmüştü. Kur Korumalı Mevduat nedeniyle IMF, bu yılkı bütçe açığının 782 milyar lirayı bulacağını tahmin ediyor. Toplanacak vergilerin yarısı, adına faiz demedikleri ama bal gibi faiz olarak yüksek gelir gruplarına transfer edilecek.

Hükümet artan döviz ihtiyacı ve enflasyona karşı doları tutmak için her yolu deniyor. Merkez Bankası’nın kasasında zaten döviz yok ve net rezervlerimiz eksi 45 milyar dolar civarında. Olmayan para ile ya da borç para ile Merkez Bankası ne tür arka kapı satışları ile doları tutabiliyor? Ya da bu arka kapı satışları nereye kadar sürecek? Türkiye’nin dış ticaretini ve dış borç yönetimini finanse eden bilmediğimiz bir merkez mi var? Tarihsel perspektiften bakarsak, böyle bir merkez varsa, niyeti ekonomik değil, tamamen jeopolitik maksatlıdır.

★★★

Osmanlı’nın iltizam ihaleleri, kapitülasyonlar, demiryolları inşaatı-işletmesi, verilen-satılan topraklar, maden ruhsat- işletme imtiyazları ve Duyun-u Umumiye idaresine bakın... Bir de şimdinin Hazine garantili yol, köprü, şehir hastaneleri, elektrik dağıtım şirketleri, maden ruhsat-işletme, yabancılara arazi ve konut satışlarına, İngiltere ve ABD kontrolündeki Katar, BAE, Suudi devlet fonları ile yapılan anlaşmalara bakın. Arada hiçbir fark yok. Önce borç al, borcu verimsiz şekilde harca, sonra devlet imtiyazlarını devret. Bütün bunların üstüne bir de şunları koyun:

Yol geçen hanına dönmüş sınırlar... Sayıları 10 milyonu bulan, kontrol edilmesi gittikçe zorlaşan, beka sorununa dönüşen sığınmacı bir nüfus... Umudunu yitirmiş genç nüfus ve nitelikli işgücü... Çökertilen tarım ve yaklaşan açlık tehlikesi...

Osmanlı hayali ile yanıp tutuşuyorlardı. Türkiye Cumhuriyetini, Osmanlı’nın son dönemlerinde düştüğü yönetilemez çaresizliğe sürüklüyorlar.”

★★★

Değerli okurlarım,

Meriç Köyatası dostumun çizdiği tablo maalesef insanı karamsar kılıyor.

Ama ben yine de iyimser bakıştan yanayım.

Yeter ki bu güzelim ülkenin kaynakları iyi değerlendirilip, şeffaf yönetim anlayışı sergilensin ve kazanımlar hakça paylaşılsın.

O takdirde şimdi hepimize dağ gibi gelen tüm sorunları aştığımızı birlikte göreceğiz.

Evet, yeter ki dürüst, önceliği liyakat olan, hesap verebilir bir yönetim işbaşına gelebilsin.