Genç, güzel bir öğretmendi. Öğrenciliğinden beri yanıp tutuştuğu öğretmenliğe sonunda başlamıştı işte. Bakanlık onu, Doğu’da küçücük, yoksul bir kasabaya yolluyordu. Varsın olsundu. Asıl görev oradaydı. ‘Asıl oradaki çocukların öğretmene gereksinimi var’ diye düşünüyordu.

Gerçekte kendisi için kolay değildi İstanbul’dan kalkıp Bitlis’in yolu yok, izi yok, kışın altı ay çevresiyle bağlantısı olmayan bir kasabasına gidecekti.

★★★

Yirmi saatlik yorucu bir yolculuktan sonra kasabaya indiğinde kendisini bir tuhaf hissetti. Hata mı yapıyordu yoksa? Burada yaşamak ne kadar zordu kim bilir? Elinde bir küçük valizle okuluna ulaştığında kendisi gibi genç dört öğretmenin beklediğini gördü. Öğretmenler yavrucakları sıraya sokmuş, içeriye almaya çalışıyorlardı.
Yapacağı ilk iş bir ev bulup yerleşmekti.

Müdür öğretmen bu konuda yardımcı oldu. Ertesi gün ilk dersine başladı.

★★★

Okulda iki tane beşinci sınıf vardı, birini Dilek öğretmen aldı. Sınıfındaki yirmi beş öğrenci yoksullukta birbiriyle yarışıyordu.

Işıl ışıl olan yalnızca gözleriydi. Hepsinde de siyah önlük vardı. Yalnız içlerinde yamasız olanı  yok gibiydi. Bazı öğrencilerin beyaz yakaları da yoktu. Ayrımsız hepsinin ayağında çoğu yırtık lastik ayakkabılar vardı.

★★★

Dilek öğretmen çocukların dış görünüşlerini izlerken, gözlerine de bakarak iç dünyalarını anlamaya çalışıyordu.

Başarılı olacağına inanıyordu.

Müdürün odası aynı zamanda öğretmenler odası olarak da kullanılıyordu. Boş saatler bu küçük odada ve öğrencilerin arasında geçiyordu.

★★★

Günler günleri, haftalar haftaları kovaladı. Karşılaştığı birçok sorun vardı Dilek öğretmenin. Ama hiç umursamıyordu bunları. Bir şeyler yapma, üretme duygusu hep üstün geliyordu.

Bir gün müdür öğretmenin odasında oturuyorken, Kadir öğretmen hışımla içeriye girdi:

-Bıktım artık müdür bey. Ne yapacaksanız yapın Ali’yi. Adam olacağı yok bu çocuğun. Disiplin kurulu kararıyla atalım bu çocuğu. Bütün okula kötü örnek oluyor. Dün iki kız çocuğu dövmüştü. Bugün de sınıfın camını kırarken gördüm. Önceki gün de arkadaşının kalemini cebinde buldum. Yeter artık. Uğraşamam bu çocukla...

“Peki” dedi müdür öğretmen. Öğleden sonra saat ikide disiplin kurulunu toplayalım.Gerçekten de Ali okulun en haylaz çocuğuydu. Beşinci sınıfta, Kadir öğretmenin öğrencisiydi. Haftada iki üç gün okula gelmiyordu. Ne yapsalar sonuç alınamıyordu. Kadir öğretmene göre tek çare olarak okuldan atmaktı.

★★★

Daha önce de Ali’nin çok sayıda olumsuz davranışlarını duymuştu Dilek öğretmen. Ama okuldan atılması, ona göre çok ağır bir karar olurdu. Başka bir yol bulunabilirdi. Ne yapmalıydı?

Öğle olduğunda Dilek öğretmen bunları düşüne düşüne evinin yolunu tuttu. Yemek dönüşü disiplin kurulu toplantısı için okula gelirken zihnini bu konu dolduruyordu yine.

Saat ikide disiplin kurulu müdür odasında toplantıya başladı. Kadir öğretmen:

-Atmaktan başka çare yok, diyordu. Bu, bir değil, iki değil. Sınıftaki diğer çocuklar da etkileniyor. Çok kötü bir örnek. Zaten yaşı da on beş. Gitsin babasının çiftini sürsün.

-Peki, dedi müdür öğretmen yine. Bu çocukla başa çıkamadık.

Bir taraftan da disiplin kurulu karar defterinin yazılı son sayfasını açıyordu.

-Bir dakika müdür bey, dedi Dilek öğretmen.

-Ali’yi uzun zamandır izliyorum. Beşinci sınıfa da gelmiş. Onun bir sorunu olduğunu anlıyorum. Ama ne olduğunu bilemiyorum Ona bir şans daha vermek gerektiğini düşünüyorum.

-Ama sınıfta onun yüzünden ders bile anlatamıyorum, dedi Kadir öğretmen. Ben onu bir daha sınıfıma almam.

Dilek öğretmen:

-Hayır, hayır! Okuldan atılması onun ruhsal yaşamında ne gibi sorunlara yol açar? Bunu iyi bilmemiz gerekir. Ona bir şans daha verelim derken, amacım şuydu: Ali beşinci sınıfta olduğuna göre onu benim sınıfıma almanızı rica ediyorum. Böylece hem siz sınıfta daha rahat ders anlatırsınız, hem de ona bir şans daha vermiş oluruz.

Ne olur, bu teklifimi ciddiye alın lütfen. Ali’yle daha yakından ilgilenmek istiyorum.Üstelik Ali’yle ilgili tüm sorumlulukları da üzerime alıyorum.

Kadir öğretmen, Ali’nin atılması gerektiği fikrini bir süre daha savunduysa da sınıfının değişecek olması nedeniyle daha fazla direnmedi. Müdür öğretmen de onay verince Ali’nin sınıfı değiştirildi.

★★★

Ertesi sabah Dilek öğretmen Ali’yi bahçede buldu:

-Ali, bundan sonra benim sınıfıma geleceksin. Seni her zaman benim sınıfımda göreceğim. Anlaştık mı?

Ali:

-Anlaştık öğretmenim, dedi.

Soğuk bir sonbahar günüydü. Öğrenciler sıcak sınıflarına alındılar. Dilek öğretmen sınıfa girdiğinde öğrencileri sobanın başında ellerini ve ayaklarını ısıtırken buldu.

-Günaydın çocuklar.

-Sağol.
-Oturun.

Ali sınıfta en dipteki sıraya geçmiş, tek başına oturuyordu. Önünde ne bir defter, ne de kalem vardı. Dilek öğretmen çantasından çıkardığı bir kalemi ve kağıdı Ali’ye verdi:

-Bugünkü çalışmalarımızı bu kağıda yazarsın, dedi.

O gün öğle olduğunda çocuklar, her zamanki gibi oynayarak dağıldılar. Ali de sessizce okul bahçesinden dışarı çıktı.

★★★

Dilek öğretmen, bugün okul çıkışı Ali’yi izlemeye karar vermişti. Ona görünmeden peşine düştü. Zaten Ali’nin üşümekten geriye dönüp bakacak hali yoktu.

Ali yokuştan aşağı süzülüp giderken Dilek öğretmen karmaşık duygular içindeydi. Ali dar bir sokaktan diğerine giriyor, dehliz gibi yerlerden geçiyordu. Uzun bir yürüyüşten sonra kasabanın bir ucunda, yarı yıkık bir evden içeri girdiğini gördü. Peşinden o da içeri daldı. Ali geriye döndüğünde karşısında Dilek öğretmeni gördü. Şaşkınlıktan küçük dilini yutacak gibiydi.

Öğretmenine anlamsız anlamsız bakmaya başladı. Dilek öğretmenin yüzündeki sevecenlik Ali’yi kendine getirdi. Dudaklarından:

-Öğretmenim... sözcüğü döküldü yalnızca

Bir köşede yırtık bir yorgan altında yaşlı bir kadın yatıyordu.

-Ebem, dedi Ali. Hasta...

Tavandan yağmur suları sızıyordu odanın birkaç yerine. Dilek öğretmen birkaç kez yutkunduktan sonra sordu:

-Kim bu yaşlı kadın?

-Öğretmenim ebem, dedi Ali.

Dilek öğretmen gördükleri karşısında hem şaşkın, hem de üzüntülüydü.

-Geçmiş olsun teyze, neyin var?

-Ne diyor bu, dercesine Ali’ye baktı kadın.

Ali, öğretmeninin söylediklerini yineledi.

-Hastayım kızım, hiçbir yerim tutmuyor.

★★★

Her yanı dökülen, buz gibi evde dehşet dolu iki saat kadar zaman geçirdi Dilek öğretmen.

Ali’nin hem annesi, hem de babası ölmüştü. Yaşlı, hasta babaannesiyle damı akan bu evde  sobasız, odunsuz ve daha da önemlisi ekmeksiz yaşıyorlardı.

Ali’nin kimi zaman pazarda bulduğu artıkları yiyorlardı. Çoğunlukla da komşularının gönderdikleriyle idare ediyorlardı.

Dilek öğretmen evden çıktığında bitkin durumdaydı. Dar sokaklarda güçlükle yürürken derin düşüncelere dalıyordu. Bastığı yerden haberi yok gibiydi. Geldiği günden bu yana dost olabildiği birkaç kişiden biri olan kasabanın tek gazetecisi Metin Bey’in iş yerinin önüne geldi. Metin Bey öğretmen emeklisiydi. Dertleşmek için içeriye girdi.

‘Ne oldu Dilek öğretmen? Canını sıkan bir şey mi var?’ dedi Metin Bey. Onu buyur ederken, eliyle karşıdaki kahveye de iki çay işareti yaptı.

Dilek öğretmen sandalyeye külçe gibi yığıldı. Olanı biteni Metin Bey’e anlattı çayını içerken.

-Bir beş değil, dedi Metin Bey. Kasabada böyle çok var. İnsanlar çok yoksul. Gelirleri yok, tarlaları yok, sefalet diz boyu.

Daha bir süre sohbet ettiler.

★★★

Dilek öğretmen ertesi günü iple çekiyordu. Heyecanlanmıştı birden. O gece sabaha kadar uyuyamadı.

Sabah okulda Ali’yi bir kenara çekti. Bir anne şefkatine ne kadar da gereksinimi vardı yavrucağın.

-Bak Ali, dedi Dilek öğretmen. Her sabah saat sekizde Metin Bey’in dükkanına gideceksin. Onun verdiği gazeteleri, gösterdiği yerlere bırakacaksın. Saat 10’a kadar gazeteleri dağıttıktan sonra, gelirken bana da bir tane getireceksin. Anladın mı?

-Anladım öğretmenim.

Ali o günden sonra her sabah Metin Bey’in dükkanına uğruyor, verdiği gazeteleri, gösterdiği adreslere bırakıyordu. Saat 09.30 gibi tekrar dükkana dönüyor, saat 10.00’da da koşarak okula gidiyordu.

Bunun karşılığında Metin Bey Ali’ye hak ettiğinden daha fazla para veriyor, öğleye kadar da arkadaşlarıyla derse katılıyordu.

Öğlende çıkış zili çaldıktan sonra Dilek öğretmen Ali’yi bırakmıyordu. Ona, herkes gittikten sonra iki saat ders veriyor, sabah iki saat geç gelmesi nedeniyle meydana gelen açığı böylece kapatıyordu.

Bu durum bütün bir yıl boyunca sürdü.

★★★

Bayram arifesinde Dilek öğretmen, Ali’yle babaannesini ziyaret etti. Metin Bey her yağmurda akan damı onarmıştı. Babaanne de iyileşmiş, ayağa kalkmıştı. Ali’ye aldığı giysileri bırakıp döndüğünde kendisini dünyanın en mutlu insanı hissediyordu.

Ali o yıl mezun oluncaya kadar okulun en uyumlu ve en çalışkan öğrencisi oldu.

Dilek öğretmen de öğrenim yılının sona ermesiyle birlikte kasabadan ayrıldı. Anadolu’nun birçok yerinde çalıştı. Birçok insanla tanıştı. Sayısız anıları oldu. Acı, tatlı birçok olay yaşadı.Otuz yıllık meslek yaşamını İstanbul’da noktaladığında ülkeye binlerce, öğrenci yetiştirmenin gururunu, onurunu yaşıyordu. Emekliliğinde İstanbul’da sakin bir şekilde yaşamayı umuyordu. Çocukları, torunları vardı.

Bazı günlerde torunları yanında kalıyor, yalnızlığını unutturuyordu.

★★★

Torunu Burcu, yanında kaldığı bir gece rahatsızlandı. Ateşi yükseldi. Öksürüyordu da bir taraftan. Dilek öğretmen telaşlandı. Dışarı koşarak telefon etmek için apartmanın altındaki markete girdi. Telefonla ulaşabileceği bir doktor olup olmadığını sordu marketin sahibine.

Çaresizlik içindeydi.

O sırada markette alışveriş yapmakta olan biri ondaki telaşı görünce:

-Ben yardımcı olabilir miyim efendim? Doktorum... dedi.Sanki dünyalar Dilek öğretmenin olmuştu. Adam elindeki çantasıyla birlikte yukarı çıktı.

Çantasını açıp torunu Burcu’yu muayene etti. Bir de iğne yaptı.

-Burcu sabaha kadar dinlensin. Yarın Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’ne getirirsiniz. Ben orada görevliyim. Bazı tetkikler yapmamız gerekecek.

Doktor kahvesini içtikten sonra, çantasını toplayıp gitmek için izin istediğinde Dilek Öğretmen:

-Borcum nedir evladım, diye sordu.

Doktor biraz mahcup, başını hafifçe kaldırdıktan sonra Dilek öğretmenin eline sarıldı ve öpmeye başladı:

-Siz, dedi, bana borcunuzu otuz yıl önce ödemiştiniz öğretmenim.

Dilek öğretmenin bir şey anlamadığını görünce:

-Ben Ali Demir. Hani gazete satıcısı küçük Ali... Sizi nasıl unutabilirim öğretmenim. Benim hayatımı kurtardınız. Ben bu borcu hiçbir şeyle ödeyemem.

Dilek öğretmenin gözlerinden iki damla yaş süzüldü...

(Not: Bu yazı, 70’li yıllarda Uğur Dündar’ın bir TV programında konuk ettiği emekli bir öğretmenin başından geçenlerden kaleme alınmıştır. İsimler gerçek değildir. Hamza Saykan-Emekli Öğretmen.)