“Ben Kazım Karabekir Paşa’nın küçük kızı Timsal Karabekir... Paşa babam her zaman, her dönemde, sadece kendi ırkıyla, diniyle, milliyetiyle değil, herkesle kardeş olan, bütün insanlarla kardeş olan yüce gönüllü bir insandı. Bizlerle konuşurken ve geçmişi dile getirirken, tüm insanlığa bakış açısı barışçıl ve kardeşçeydi. İşte bu yüzden Ermeni yetim çocuklara da ayrım yapmayıp, yetim Türk çocukların yanında onlara da sahip çıktığını anlatır ve şöyle söylerdi: “Asırlardır Ermeni ve Türk halkları birbirinden ayrılmadı. Türk halkı her zaman Ermeni halkını kardeş, komşu, kendi vatandaşı bildi. Fakat İngiliz ve Rus’lar binlerce yıldır aynı topraklarda kardeşçe yaşayan bu iki halkı birbirine düşman ettiler. Kışkırtarak, Taşnak Ermeni Çeteleri gibi çeteler kurdurup silahlandırarak Türklere saldırttılar. Böylece Ermeniler, yaşadıkları bölgelerde Müslüman ahaliyi katletmeye başladılar. Hak iddia ettikleri yerlerde, katliamlar yaparak ve göç ettirerek Türklerin nüfusunu azaltmaya çalıştılar. Hangi ulus hangi kişi, kendisine, namusuna, yurduna, evine saldıranı affeder, ona karşı savaşmaz?..”

Türk ve Ermeni halkları o yıllarda benzersiz acılar yaşadı. Binlerce insan öldü ve binlerce masum çocuk yetim kaldı. İşte o Ermenilerin yetim kalan çocuklarına da sahip çıktım. Çocukların ne suçu vardı?.. İnsanları, özellikle de çocukları şu bu diye ayırmak günahtır. İnsanlığa, Türklüğe, Müslümanlığa sığmaz...

★★★

Van’da geçen çocukluğumu anlatırken bunu özellikle belirtirdim. Van, benim için ne eğlenceli bir yerdi; meyvesi bol, büyük bahçemiz, türlü türlü meyve ağaçlarımız vardı. Ermeni aşçımızın biz Türklerden farkı yoktu, perhizlere falan aldırmazdı. Yalnız karısından korkar, “Aman duymasın” der ve mükemmelen her şeyi yerdi. Karısı da ara sıra misafir gelirdi. Ermeni aşçımız kitaplardan bize masallar okurdu. Balmumundan gayet güzel köpek ve kedi resimleri yapardı. Yemekleri de pek lezzetliydi. Biz gelmeden bir sene evvelden beri babamın yanındaymış. Pek sadakatle hizmet etmiş ve bize de böyle iki sene hizmet etti. Zaten Ermeniler bu zamanlar hakikaten çok iyiydi. Bir gün aşçımız bizi, kilisede bir Ermeni düğününü seyretmeye götürdü. Ermeni kadınları da Müslümanlar gibi çarşaf giyiyorlar, yüzlerini erkeklere göstermiyorlardı. Çarşafları beyaz renkteydi. Kilisenin damından gelin alayını seyrettik. Damlar kiremitsiz düzdü, lületaşı kullanmışlardı. Yazın damlarda yatarlar, sebze vesaire kuruturlardı. Kilisenin damı da evlerinki gibi düzdü. İnsanlar evlerinin damlarına çıkmışlar, düğünü damdan seyrediyorlardı. Gelin başı örtülü, güveyi ile yan yana duruyordu. Papaz karşılarında dualar okudu. Sonra da şu sualleri sordu: ‘Kör idi, topal idi, kabul idi...’ Güvey başıyla tasdik işareti yaptı ve ‘he’ diye yavaşça söyledi. Bu sual ve cevap birkaç kere tekrar etti. Alay, ellerinde mumlarla kiliseden çıktılar. Van Ermenileri de Türkçe konuşuyordu. Biz gelmeden evvel Rusya’dan çeteler bunları bozmaya gelmiş fakat kabul etmemişlerdi.

★★★

Özellikle Çarlık Rusya’sının Doğu Anadolu üzerinden güneye sarkma isteğine karşı İngiltere, kendi sömürgelerine giden yolun tehlikeye düşeceğine inanmış ve bu durum, iki devletin Osmanlı toprakları üzerinde mücadeleye girişmelerine sebep olmuştu. Bu amaçla gerek Rusya, gerekse İngiltere, Ermeni halkı üzerinden bir nüfuz ve istismar alanı oluşturma siyasetine başlamışlardı. Rusya, Ermeniler üzerinden güneye sarkma amacını güderken, İngiltere ise Ermeniler üzerinden Rusya ile kendi sömürge yolları üzerinde bir tampon bölge oluşturmaya çalışıyordu. Ayrıca Rusya, Ermenilerle var olan mezhep (Ortodoks) birliğini kullanarak, onların sözcüsü ve koruyucusu olmaya, İngiltere ise buna karşı çıkarak Ermeniler arasında Protestanlığı yaymak suretiyle dinsel bir bağ kurmaya çalışıyordu.

★★★

Osmanlı Devleti’nde tebaa statüsünde olan Ermeniler, devletin değişik bölgelerine yayılmıştı. Şehirlerde oturup ticaret ve sanatla uğraşanlar olduğu gibi, taşrada ziraat ve diğer alanlarda çalışanlar da vardı. Ermeniler, Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan, en rahat gayr-ı Müslim toplumdu. Kırsal kesimlerde yaşayanlar tarım ve hayvancılıkla, şehirlerde yaşayanlarsa bölgesel endüstri, sarraflık ve bankerlik gibi işlerle uğraşıyorlardı. II. Mahmut döneminden (1808-1839) itibaren devlet yönetiminde gittikçe daha yüksek rütbelerdeki işlerin başına Ermeniler getirilmişlerdi. Bu dönemde devletin tam güvenini kazanmış memurlara yaptırılan sancak taşıma görevi kendilerine verilmişti. Sultan Abdülmecid döneminde (1839-1861) birçok Ermeni sarayda görev almıştı. Özellikle 1821 Yunan İsyanı’ndan sonra yönetimdeki konumları gittikçe yükselen Ermenilere, Islahat Fermanı’ndan sonra valilik, elçilik, başmüfettişlik gibi görevlerin yanı sıra, vezirlik, bakanlık makamları da uygun görülmüştü. Fatih Sultan Mehmet döneminden beri çeşitli zamanlarda Osmanlı Sarayında Ermeni asıllı hekimlerin (Bogos, Manuel, Pavlaki) çalıştıkları bilinmektedir. Ermenilerin, gerek devlet teşkilatında ve gerekse ekonomik hayatta önemli yerleri vardı. Ayrıca Ermeni ve Müslüman ahali arasında diğer Hristiyan unsurlarla Müslümanlar arasında görülmeyen bir ilişki olmuştu. Öyle ki, Cihan Harbi’nden sonra Doğu Anadolu’da Ermenilerin durumunu araştırmak için görevlendirilen General Harbor şöyle demiştir; “Erzurum’da Türkler Mekke’ye Hac için gittiklerinde mülklerini, ticarethanelerini itimat ettikleri Ermenilere bırakıyorlardı. Ermeniler de iş seyahatine çıktıklarında aynı şekilde davranıyorlardı...”

★★★

Cihan Savaşı sonrası doğuda yetim çocuklarla yakından ilgilenen Paşa babam, onlara üniforma giydirerek çeşitli mesleklerde yetiştirdi. Çocuk sevgisi babamın karakterinin en yüce yanıydı. Hatta çocukları toplayan askerler, ‘Paşam bazı çocukların Türk mü Ermeni mi olduğunu anlayamıyoruz. Bazıları da Ermeni çocuklar, onları ne yapalım?’ diye soruyorlar. Babam da ‘Hepsini koruma altına alın’ diye emir veriyor. Babam, bu nedenle daha sonra, ‘Ermeni Çocukları Türkleştirdi’ denilerek eleştirildi. Oysa bu durum ırkçı bir hareket değildi. Aksine Türk’ün yüce gönlü, büyük bir insanlık gösterisiydi.

Paşa babam için bu çocukların hangi ırktan olduğu değil ‘evlat’ olmaları önemliydi. Bununla birlikte bugünleri görerek Ermeni çocukları asla Türklerin arasına katmamıştır. Gürbüz Çocuklar Ordusu’na alınan çocukların şecereleri bellidir. Paşa babam binlerce yetim Ermeni çocuğa da babalık yaptığını bu yüzden Ermenilerin kendisine ‘yetim babası’ dediğini aktarırdı. Ermeni çocuklar sokaklara terk edilmiş, perişan aç sefil kimsesizken onlara da sahip çıkarak Trabzon’da açılan yetiştirme yurduna göndermiştir. Trabzon’da en iyi şekilde bakılan yaklaşık 5 bin Ermeni çocuk da Kazım Karabekir’i bir baba olarak görmüştür. Ermeni çocukların yaptığı ve altına ‘Ferik Kazım Karabekir Paşa ( Yetimler babası kahraman Kazım Karabekir Paşa hazretleri- Trabzon Ermeni yetimleri tarafından- 9 Eylül 1338 (1922)’ yazarak kendisine gönderdiği karakalem resim, bugün müzemizde sergilenmektedir. Bu resim belki de Türklere Ermeni katliamı suçlamaları yalanlarına en güzel cevap niteliğindedir.

Paşa babam, ‘İnşallah bu çocuklar Türklerden gördükleri şefkati unutmazlar’ demişti.



★★★

Çocukluğumda babamın odasında hep gördüğüm bir muhteşem resimdir bu. Babamın odası derken hayatla donanmış tarihsel bir aklın dolaştığını hep hissederim o odada. Bu resim sanki odanın barınak büyüsünü bozar, odanın duvarlarını tarihsel bir zaman görüntüsüne çevirir ve bu görüntünün resimleri ve renkleri içinde dolaşmaya başlardım. Gitmek istediğim yer ise... Bu resmin o yetim Ermeni çocuklar tarafından yapıldığı zamanlardı...

O çocuklar bir teşekkür olarak bu Kazım Karabekir portresini kara kalem nasıl yapıyorlar ve altındaki çarpıcı, ‘Yetimler babası Kazım Karabekir Paşa Hazretleri, Trabzon Ermeni yetimleri tarafından,’ yazısını nasıl yazıyorlar görmek isterdim. Çok önemli bir belgeydi bu. Osmanlı’nın bağrına bastığı Ermeniler kendi komşularına zulüm yaptıkları halde, Türkleri bir şekilde sözde soykırımla suçlarken, bir Türk komutan, Ermeni çocuklara babalık edecek, böyle bir soykırım olabilir mi? Gerçekten o yetim evlatların bu yalanı bize yapıştırmaya çalışanlara tokat gibi bir yanıttır o resim.

Ne zaman bu resme baksam babamın insan ayırt etmemesi, ‘Yaratılanı severiz yaratandan ötürü’ şiarıyla hayata bakış açısıyla büyümesi aklıma gelir ve Van’da geçen çocukluğuna ait şu anısını anlatışını anımsarım: “Komşularımızdan Ermeni ailelerin çocuklarıyla da arkadaşlığımız vardı. Onlar kendi milli mekteplerine gidiyorlardı. Ara sıra sokakta veya bahçelerimizde birleşir; kendi mekteplerimizi metheder, okuduklarımızı anlatırdık.”

Paşa babam her zaman, Türk yetimlere olduğu gibi Ermeni yetimlere de aynı duyarlılıkla sahip çıktığını, hayatında ona zevk veren hayli başarıları olduğunu fakat en zevklisinin Türk-Ermeni ayırt etmeden binlerce yetim çaresiz çocuğun hayat ve geleceğini kurtarmak olduğunu söylerdi. 

Savaşın devam ettiği yıllarda böyle vicdanlı olmak, düşman tarafın yetim çocuklarına da sahip çıkıp ilgilenip onları her alanda yetiştirmek gerçekten büyük bir başarıdır. Bu yüce gönlü nedeniyle ona ‘Yetimler Babası’ denildi.”

★★★

Ermeni soykırımı yalanının ısıtılıp, ABD Başkanı Biden’ın ağzından yeniden devreye sokulduğu şu günlerde, Kazım Karabekir Paşa’nın kızı Timsal Hanımın anılarını özellikle paylaştım.

Değerli kardeşim Hasan Baran’ın SÖZCÜ Kitabevi’nden yeni çıkan, kapağında da Ermeni çocukların karakalemle yaptığı portresinin yer aldığı “Kazım Karabekir-Yetimler Babası” adlı eserini alırsanız, buna benzer birçok çarpıcı tarihi gerçeği, birinci ağızdan okuma fırsatını bulacaksınız.

Kazım Karabekir-Yetimler Babası kitabını Sözcü Kitabevi aracılığıyla edinmek için tıklayın