Doç. Dr Selçuk Özdağ, 1981 yılından milletvekili seçildiği 2011 yılına kadar çeşitli kurumlarda çalışmıştır. 1975 yılında genç bir üniversite öğrencisiyken Manisa Ülkü Ocakları’nda başlayan siyasi faaliyetleri kuruluşunda etkin rol aldığı Büyük Birlik Partisi’nde 17 yıl devam etmiş, bu partide de Genel Başkan Yardımcısı görevinde bulunmuş, Muhsin Yazıcıoğlu’nun vefatından sonra BBP’den istifa etmiştir. Daha sonra 2011 seçimlerinde AKP milletvekili seçilmiş, 7 Haziran 2015 seçimlerinde yeniden 26’ıncı dönem Manisa Milletvekili olarak Meclis’e girmiş, 12 Eylül 2015’teki AKP Kongresinde MKYK üyesi seçilmiş ve sonraki ilk toplantıda AKP Genel Başkan Yardımcısı olmuştur. Daha sonra kurulan Gelecek Partisi’nde halen Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yapmaktadır.

 

Seçime iki hafta kaldı ama bu kadar yalana, iftiraya, tehditlerle seçmeni yıldırma politikasına iktidar ve çok sayıda yandaş TV ile gazetenin var gücüyle sarıldığı bir ortama 2 hafta bile dayanmak çok güç. Eleştiri elbette yapılır ama baktığınızda yalan ve iftiraya sınırsızca sarılan tarafın Cumhur İttifakı olduğu ve bunların da partilerin liderleri, bakanları, önde gelen isimleri tarafından yapıldığı maalesef görülüyor. Bu “Maalesef” sadece söz konusu ittifak açısından değil, siyasette de medeni ve etik kuralların gözetilmesi gereken bir ülkede bu yakışıksız siyasi tavrın toplumu ahlaki olarak etkilemesi açısından da söz konusu. Bugün, son zamanlarda kampanya sürecinde yapılan yanlışlardan başlayarak birçok konunun iç yüzünü ve şimdiye kadar duymadığımız bazı çok önemli olayları; bir dönem AKP Genel Başkan Yardımcısı olarak da görev yapmış olan, Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Sayın Selçuk Özdağ’la konuştum. Gerçekleri tüm açıklığıyla anlattığı konuşmasını ilgiyle okuyacağınıza eminim.

BİNALİ YILDIRIM, NE TARİH, NE SOSYOLOJİ, NE TARİH BİLGİSİNE SAHİPTİR, BU SÖZLERİYLE NE DE VATANDAŞLIK ŞUURUNA SAHİPTİR!

■ Sayın Özdağ, son tartışmalardan başlayalım; AKP’nin genel başkanlığını, Ulaştırma Bakanlığını ve başbakanlık görevi yapmış olan Genel Başkan Yardımcısı Binali Yıldırım “Bu seçim işgalcilere karşı istiklal mücadelesi seçimidir” dedi ve İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’den sert bir cevap aldı. Siz de daha önce AKP Genel Başkan Yardımcılığı yaptınız, bu sözlere ne diyorsunuz?

Efendim burada bir haddini aşma var ve aynı zamanda bir bühtan var; iftira var, yalan var. Partiler araçtır, amaç değildir. Çok partili hayata geçtikten sonra bizler genellikle partilerimizi araç olmaktan çıkarıp amaç haline dönüştürdük. Tutkular bataklık gibidir, battığınızı anlarsınız geri dönmek istersiniz, daha çok batarsınız. Madde bağımlılığı gibidir, takım tutmak gibidir, mezhep tutmak gibidir, din tutmak gibidir, burada kesinlikle bu partiler Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuranların çocuklarının, torunlarının kurduğu partilerdir ve Anayasa’nın teminatı altında kurulmuştur. Bu sözleri kabul etmemiz mümkün değildir, Sayın Binali Yıldırım ne tarih bilgisine sahiptir, ne sosyoloji bilgisine sahiptir, ne siyaset ilgisine sahiptir, ne de Türkiye’de kusura bakmasın bu sözlerle beraber “vatandaşlık şuuruna” sahiptir. Bunlar hadlerini aşıyorlar, bunlar “maksadını aşan ifade” de değildir. İktidarlar şöyledir; sandıkla gelirsiniz, sandıkla gidersiniz.

BİNALİ YILDIRIM GİBİLERİ UYARIYORUZ; ARKANIZDA AYIPLI İŞLERİ BIRAKMIŞSANIZ, BAŞKA SİYASİ PARTİLERE “FETÖ’CÜ, PKK’CI, İŞGALCİ” DERSİNİZ!

İsmet İnönü 1950 seçimlerini kaybettiğinde kendisine bazı siyasetçiler geldiler ve “Efendim, hükümeti vermeyelim” dediler. İnönü Mevhibe Hanıma seslendi; “En güzel elbisenizi giyin, beraberce gideceğiz ve görevimizi devredeceğiz. Bu mağlubiyet benim en büyük zaferimdir” dedi. Bunlar gitmek istemiyorlar, 21 yıldır iktidardalar, biz işgalciysek ne kadar ayıplı, sakat, sakil bir cümle. Bu nedenle buradan Binali Yıldırım gibi vatandaşlarımızı uyarıyoruz; lütfen, Anayasa’nın teminatı altında kurulmuş olan partilere bu ifadeleri kullanamazsınız ama koltuğunuzu kirletmişseniz, arkanızda ayıplı işleri bırakmışsanız siz başka siyasi parti mensuplarına “FETÖ’CÜ” dersiniz veya onlara “PKK’lı” dersiniz, veya “uluslararası güçlerin, egemen güçlerin uzantıları” dersiniz, “proje” dersiniz veya bugün söylemiş oldukları gibi “işgalciler” dersiniz Ama arkanızda ayıplı işleri bırakmamışsanız rahatlıkla koltukları devredersiniz.

TÜRKİYE’Yİ  KUZEY KORE YAPMAK İSTİYORLAR

Bu Binali Beyin partisi 2002 yılında iktidara geldiğinde, 2001 yılında kurulduklarında Avrupa Birliği kriterlerini de seçmişlerdi, o Avrupa’daki partilerin seçimlere nasıl girdiklerini, nasıl iktidarları birbirlerine rahatlıkla devrettiklerini öğrensinler. Burada bir “totaliter yapı” zihniyeti, tortuları var, burada bir saltanat özlemi var. Kusura bakmasınlar, burada bir kişi yönetimi, şeffaflıktan uzak, denetlenebilirlikten uzak, “hesap vermemezlik yönetimi” var. Burayı bir parti devletine çevirmek, bir Kuzey Kore, bir Kolombiya yapmak istiyorlar, bu cümleler oraya gider. Daha önce ben orada milletvekilliği yaparken bu arkadaşların hem bir yandan Cumhuriyet’le, bir yandan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le, bir yandan laiklikle ve Lozan’la problemlerinin olduğunu gördüm ve bu konuda onları çok uyardım. Aynı zamanda gidip bazı MHP’li, CHP’li yetkililerle de bu durumu oturduk, konuştuk, onlarla da bu konuyu müzakere etmiştik.

Şimdi burada kendisi iktidarda, zaten gidecekler, ne söylerlerse söylesinler gidiyorlar, geldikleri gibi gidecekler. Neyle geldiler; sandıkla geldiler, neyle gidecekler; sandıkla gidecekler, demokrasi şeffaflık, açıklık rejiminin adıdır, çoğulculuk rejiminin adıdır ama demokrasi gelmesini bilenlerin rejimi değildir, gitmesini bilenlerin rejimidir. Böyle değerlendirmemiz lazım, onlara bir tarih dersi vermemiz gerekiyor, onlara bir siyaset bilimi dersi, onlara 99 yıllık Cumhuriyet’in siyaset bilimi tarihini, dersini vermemiz gerekiyor. Onları yeniden okuma yazmaya ve Cumhuriyet tarihini okumaya davet ediyorum.

BEKİR BOZDAĞ BEY DİN İSTİSMARI YAPIYOR DEMOKRASİYİ İÇSELLEŞTİREMEMİŞ BİR ARKADAŞIMIZDIR!

■ Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da “14 Mayıs akşamı ya şampanya patlatıp sabaha kadar kutlayanlar olacak, ya da temiz alnını şükür için secdeye koyup Rabbine hamdedenler olacak” dedi. Altındaki yorumlarda “Bakara-makara” olayını hatırlatanlar var. Siz de AKP’de siyaset yaptınız,  bir adalet bakanı olarak toplumu “şampanya içenler” ve namaz kılanlar” olmak üzere 2’ye bölmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Burada da din istismarı var, işte laiklik bunun için gerekli. Dini, din düşmanlarından korumak ve aynı zamanda dini din istismarcılarından korumak için “özgürlükçü bir laikliğe” ihtiyacımız var. Bekir Bozdağ Bey, kendisi demokrasiyi içselleştirememiş bir arkadaşımızdır. Sayın Erdoğan’ın telgrafı okunurken, Genel Başkan seçildiğinde, Cumhurbaşkanı’yken, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildiğinde herkesi bir telgrafa karşı ayağa kaldırmıştı. Ve geçmişte de Mustafa Kemal’in mezarına, Anıtkabir’e gidilmesine de “Niye gidiyorsunuz” diyerek çok ciddi tepkiler koyuyorlardı.

KENDİ SEÇMENİNE DE HAKARET EDİYOR; NE YANİ, TÜRKİYE’DE ADALET VE KALKINMA PARTİSİNE OY VERENLER ARASINDA ALKOL ALANLAR YOK MU?

■ Telgraf konusu nedir, tam anlaşılmadı?

Cumhurbaşkanı biliyorsunuz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sİstemi’ne geçildikten sonra aynı zamanda Ak Parti’nin genel başkanı oldu biliyorsunuz.  Genel Başkan olduğu o kongreye Sayın Erdoğan bir telgraf gönderdi, Bekir Bozdağ “Bu parti Recep Tayyip Erdoğan’ın partisidir” diyerek o telgrafı okudu ve dedi ki; “Bu telgrafın karşısında hepinizi ayağa davet ediyorum, bu telgraf okunurken ayakta dinleyiniz” dedi. Ben kalkmadım, bazı arkadaşlarımız da kalkmadılar. Şimdi burada Bekir Bozdağ Bey din istismarı yaptığı gibi aynı zamanda seçimi kazanacağımızı biliyor, bizi bu şekilde itham ederek, bu şekilde takdim ederek birilerine karşı “Aman ha dikkat edin, bu iktidarı vermeyin, bu hükümeti vermeyin” mesajı vererek demokrasiyi içselleştiremediğini gösteriyor.

Birileri alkol alarak kutlar, birileri dua ederek kutlar, birileri spor yaparak kutlar, birileri birbirlerini alkışlarla kutlar, kimsenin inancına karışmayacağız, kimsenin yaşam tarzına karışmayacağız, ne şekilde kutlayacağına millet kendisi karar verecek. Burada Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na ve Cumhuriyet Halk Partililere, aynı zamanda 5 partinin genel başkanlarına ve seçmenlerine büyük hakaret vardır. Kendi seçmenlerine de hakaret vardır, ne yani Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi’ne oy verenler arasında alkol alanlar yok mu?

■ Çok haklısınız, belki alkol alan kişi aynı zamanda dua ediyor, içki günahsa cezasını çeker, başkasına ne?

15 Temmuz’da şahıs meyhaneden çıktı ve o tanklara karşı geldi, şimdi biz ona neden böyle bir memleket meselesinde demokrasiyi koruyorsun, seçilmiş hükümeti koruyorsun, Meclis’i koruyorsun mu diyelim? Bunlar bir tercih meselesidir, bu tercih meselesine kimse karışmamalıdır, bizim sadece tek isteğimiz vardır; 1- Evrensel ahlak kurallarına uymak 2-Evrensel hukuk kurallarına uymak. Bunlar belli kurallardır, bütün dünyada bunlar geçerlidir, Türkiye’de de geçerlidir. Kimsenin özel hayatı kimseyi ilgilendirmez, Adalet ve Kalkınma Partisi seçmenlerine de ciddi şekilde bir bühtan vardır, burada yaşam tarzınıza müdahale edildiği için bütün herkes, ister alkol alsın ister almasın Bekir Bozdağ’a karşı tavır almaya, aynı zamanda Bekir Bozdağ’ın bu cümlelerine karşı sandığa giderek “O öyle olmaz, böyle olur” diyerek çok rahat  bir şekilde Millet İttifakı’na oy vermeye, Sayın Kılıçdaroğlu’nu cumhurbaşkanı, 5 genel başkanı da cumhurbaşkanı yardımcısı yapmaya ve büyük bir farkla, bir dip dalgayla, çok ciddi şekilde müspet bir tepkiyle tavır almaya davet ediyorum.

HALKIN TALEPLERİNİ YERİNE GETİREMEYECEKLERİNİ ANLADIKLARI İÇİN DİN ÜZERİNDEN SEÇMENLERİNİ TOPARLAMAK İSTİYOR AMA AYAĞINA KURŞUN SIKIYOR!

Bekir Bozdağ


O nedenle Bekir Bozdağ gibi arkadaşlar bunlar üzerinden siyaset yapmasınlar, eğer varsa şunu yapsınlar; Biz Türkiye’de sosyal devleti kurduk, biz hukuk devletini kurduk, biz sosyal laik bir devleti kurduk desinler ve aynı zamanda kalkınma hamlelerini, işsizliği azaltarak, fabrikalar kurarak, organize sanayiler kurarak, endüstri meslek liseleri kurarak, yoksulluğu azaltarak, yolsuzluğu ortadan kaldırarak, “yasaksız bir Türkiye’yi inşa ettik” sözleri üzerine siyaset yapar ve oy isterlerse onlara o zaman eyvallah derim ama bunları söyleyemeyecekler. Çünkü yasaklı bir ülke haline getirdiler Türkiye’yi, yasaklar, yolsuzluklar, Ruhsar Pekcan’lar, Ulaştırma bakanları, 8 belediye başkanı… “Sedat Peker’in söylediği iddiaları ispatları yalanlayın” diyenlere karşı neler yaptıklarını gördük. Sedat Peker, yolsuzluklardan, uyuşturucudan, Marina’dan, mafyadan bahsediyor, bazılarının çok ciddi haksız kazançlar elde ettiğini söylüyor, desinler ki; Bunların hepsi yalandır, yanlıştır, bak Türkiye’yi bir cennet yaptık, Avrupa Birliği kriterleri üzerine getirdik desinler, o zaman derim ki “millet eyvallah der, bir kez daha sandıkta galip getirir” ama görüyorum ki çaresizler.  Toplumun talepleri bellidir, işsizliğin azaltılmasıdır, mutfakta tencerenin kaynamasıdır, evini arabasını alabilmektir, üniversite bitirdikten sonra çok rahat iş bulabilmektir ve de paranın değerli, pasaportun kıymetli olmasıdır. Bu talepleri yerine getiremeyeceklerini anladıkları için din üzerinden, dini argümanlar üzerinden kendi seçmenlerini konsolide etmek istiyor ama bindiği dalı kesiyor, aynı zamanda ayağına kurşun sıkıyor. Bunlar çaresizliğin ürünüdür, Millet İttifakı’nın seçimi kazanacağını görüyorlar, bu argümanlarla bir şeyler yapabilir miyiz diye gayret sarfediyorlar ama yapamazlar, seçimi kaybettiler. Ve çok büyük bir dip dalga geliyor, ben milletvekili listeleri açıklandıktan sonra Muğla’ya geldim, 3 dönem Manisa’dan milletvekilliği yaptım, bana dediler ki "Muğla’dan adaysınız”, “Peki” dedim, bu seçim Selçuk Özdağ’ın seçimi değil, partilerin de seçimi değil, bu seçim bir sistemin oylamasıdır; Cumhuriyet ve demokrasiyle, kişi ve otoriterliğin seçimi arasında tercih yapacağız. O nedenle bizim için çok önemlidir, ya bir kişi devletine “evet” diyeceğiz, parti devletine “Evet” diyeceğiz, ya da bunlara “Hayır” deyip millet devletinden yana, Cumhuriyet ve demokrasiden yana tavır koyacağımız için de çalışıyorum Muğla’da. Daha önce sağ partilerin kazandığı ilçelerde bile büyük bir dip dalga var, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na ve 5 genel başkana büyük bir teveccüh var, nereye gittiysek bir tek tepkiyle karşılaşmadık.

TÜRKİYE VE TÜRK MİLLETİ SAYIN ERDOĞAN’DAN BÜYÜKTÜR

O nedenle artık çaresizler, zaten gördüğümüz şu ki tavırlarıyla, konuşmalarıyla kaybedeceklerini anladıkları için son bir çare, bazı dini argümanlarla, bazı tehdit dilleriyle, bazı nefret söylemleriyle, kamuoyunda “acaba bunlar sandıkta hile yaparlar mı, acaba kaybederlerse görevi devrederler mi” endişesi yaratmaya çalışıyorlar. Bakın; geldikleri gibi tıpış tıpış gidecekler, Türkiye’de asla millet iradesi üzerinde bir irade yoktur. Sayın Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nin üstünde değildir. Türkiye ve milletimiz Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dan büyüktür. Türkiye bir kişiden de, bir partiden de büyüktür, büyüklüğünü de sandıkta gösterecektir.

■ Siz AKP’de Genel Başkan Yardımcılığı yaptınız, o süreçte Erdoğan’ın taleplerinin Türkiye’yi böyle bir noktaya sürükleyeceğini fark etmediniz mi?

Gördüm efendim, görmez olur muyum? Ben orada Sayın İsmail Kahraman “Laiklik Anayasa’dan çıkarılsın” dediği zaman Meclis’te bir konuşma yaptım, bir yazı yazdım. “Laiklik mutlaka gereklidir, özgürlükçü ve laik Türkiye için elzemdir, hiç kimse Anayasa’nın üstünde değildir” diyerek. Orada bir 10 Kasım, Mustafa Kemal Atatürk konuşması yaptım, orada Mustafa Kemal’e karşı da ciddi şekilde bir rezervlerinin, bir bariyerin olduğunu gördüm.

ATATÜRK DİYEMİYORLAR VE MİLLİ BAYRAMLAR ONLAR İÇİN BÜYÜK BİR DEĞER İFADE ETMİYOR, LAİKLİKLE PROBLEMLERİ VAR!

■ Hala “Atatürk” diyemiyorlar.

Onu da diyemiyorlar, milli bayramlar da onlar için büyük bir değer ifade etmiyor. Mustafa Kemal bir dehaydı, hem siyasette, hem devlet adamlığında, hem askerlikte bir dehaydı, aynı zamanda bir Mustafa Kemal uzmanı olarak söyleyebilirim, hem spor akademisi hem tarih okumuş bir profesörüm. Laiklikle problemleri vardı.

ONLARIN “REKLAM ARASI” DEDİKLERİNE BİZ “CUMHURİYET, DEVLET, VATAN” DİYORUZ!

■ Bu kadar yıldır dillerinden düşürmedikleri 2023 davası laikliğin yok edilmesi midir, Anayasa’dan kaldırılması mıdır? Yani kendilerinin söyleyemediklerini HÜDA PAR mı söylüyor?

Kendileri de söylediler, “90 yıllık reklam arası” dediler Cumhuriyete. Onların reklam arası dediklerine biz Cumhuriyet diyoruz, devlet diyoruz, vatan diyoruz. Cumhuriyet ne kadar bizimse Osmanlı ve Selçuklu da o kadar bizimdi, Selçuklu ve Osmanlı ne kadar bizimse Cumhuriyet de o kadar bizimdi. Bizim devletlerimiz birbirlerini tamamlayarak yürüdüler. Osmanlı yıkılırken Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları Sakarya önlerinde Türklerin tarih sarkacını bir kez daha yukarı çıkarttılar. 20. Yüzyılda Türklerin devlet kurma iradesinin son temsilcisidir Gazi Mustafa Kemal Atatürk, yeniden bir devlet kurduk, bu bizim son devletimiz, son sığınağımızdır, gözbebeğimizdir. Türkiye Cumhuriyeti devleti hepimizin gözbebeğimiz gibi koruyacağımız bir devlettir. 100 yıl değil, 1000 yıl yaşayacaktır, 3 bin yıl sonraki torunlarımız bize selam göndereceklerdir. O nedenle bunların rezervleri vardır.

2023 DAVALARI ŞUDUR; TÜRKİYE’YE DARÜLHARP OLARAK BAKIYOR, DARÜLYAĞMA YAPMAK İSTİYORLAR!

“Dava, dava”, ne dediler efendim, “Demokrasi bizim için bir tramvay gibidir, istediğimiz durakta ineriz” dediler. Demokrasi bizim için araç değildir, amaçtır ve o amaç da demokrasi üzerinden insanları zengin yapmak, özgür yapmak ve ülkemizi mutlu insanlar diyarı yapmak, devletimizi de devletler sıralamasında güçlü hale getirmektir. Cumhuriyet tek başına yetmiyor; onu demokrasiyle taçlandırmak, devlet tek başına yetmiyor; onu liyakat, ehliyet ve ahlakla buluşturmak, hukuk tek başına yetmiyor; onu adaletle yüceltmek gerekiyor. Çünkü devletlerin dini adalettir, bunların hepsini birlikte yapacaksınız. Bunların dava dediği şudur; 15 Temmuz’da Gülenizm’e meydan okuduysak, askerle, emniyetle, siyaset kurumuyla, medyayla, milletle, yargıyla birlikte direndik, “15 Temmuz gecesi bir cemaat devleti kurulmasın, Gülenizm devleti olmasın” dedik ama birileri “Erdoğanizmi inşa etmek” istiyor ve burada Türkiye’ye darülharp  diye bakıyorlar ve darülharp; yani “insanları Müslüman ama kanunları İslami değil” mantığıyla bakarak devletin imkanlarını “darülyağma” haline dönüştürmek istiyorlar. Yani hırsızlığa bir şey yapmıyorlar, yolsuzluğa bir şey yapmıyorlar, mülakatlar üzerinden kendi particilerini, partizanlarını devlete taşımak istiyorlar, burada diğer partilerin mensuplarını, kendilerinden olmayan Sünni’yi , Alevi’yi, Kürt’ü, Türkmen’i, sağcıyı, solcuyu, dinliyi, dinsizi kendilerinden değilse eğer, bunları dışlamak istiyorlar ve burada bir kişi devletini, parti devletini inşa etmek istiyorlar. Şöyle tanımlayabilirim; devlet ve ülke milletimize ait, bu milletimize ait olan devleti ve ülkeyi milletin elinden alıp bir kişiye ve bir partiye verdiler. Şimdi ise biz Millet İttifakı olarak, bir kişiye ve bir partiye verilen devletimizi ve ülkemizi yeniden bu seçimle alıp, yeniden millet iradesine terk edeceğiz, böyle tarihi bir sorumluluğumuz, tarihi bir misyonumuz var.

Onların “dava” dediği şey kendilerinin menfaatleri, kendi yandaşlarını devlet kademelerine taşıyarak bir Erdoğanizm inşa etmektir. Buna da müsaade etmeyeceğiz, Türkiye bir kişi devleti olmayacak.

BİZ ARTIK DÖVÜŞMEYECEĞİZ, MÜREKKEP DAMLALARI AKITACAĞIZ, KAN DAMLALARI DEĞİL!

■ Taşıdılar zaten, yeni gelen hükümet bu kadroları nasıl temizleyecek belli değil. Çok zor olacak.

Bu kadrolar içerisinde; kişiye bağlı, partiye bağlı, devletin değil, bir partinin bürokratı olanlara asla müsaade etmeyeceğiz ama burada devletinin bürokratlarına, milletinin bürokratlarına da bir rövanşist duyguyla yaklaşmayacağız. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi şöyle bir sistem; Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ve 5 genel başkan kazandıkları gün yaklaşık 5 bine yakın kadro kendiliğinden düşüyor. Devletin en üst kademesindeki görevler kendiliğinden düşüyor, biz bunların da hazırlığını yapıyoruz. Bu vatanın çocuklarını, hırsı aklının önünde, sadece egosunu tatmin edip goy goy yapan demagogların eline bırakmayacağız, evladına istediği pantolonu alamadığı için gururuna yediremeyip intihar eden babanın çaresizliğine teslim etmeyeceğiz. Aynı zamanda okula giden çocuğuna harçlık veremediği için sabah sessizce gözyaşları içerisinde evinden ayrılan anne ve babaların yoksulluğuna da bırakmayacağız. Sel felaketleri , depremlerde, yangınlarda reklam ve laf üretmekten başka bir iş yapmayan göz boyacıların kibrine de bırakmayacağız. Sabah akşam televizyon ekranlarında, gazetelerde, meydanlarda küfreden, hakaret eden, tahrik eden, hedef gösteren; hain, terörist diye iftira atıp gençleri birbirine düşman eden bu güruhu bizler iyi tanıyoruz, bunlar benim gençlik yıllarımda bu ülkenin çocuklarını birbirine kırdıran gürühun yeni yetme mirasçılarıdır. Biz artık dövüşmeyeceğiz, kan damlaları değil, mürekkep damlaları akıtacağız, artık ter yaşları akıtacağız gözyaşları değil.

FETHULLAH GÜLEN ORDU VE EMNİYET İÇERİSİNDE YERLEŞEREK DEVLETİ ELE GEÇİRME ÇALIŞMASI YAPTI!

■ Ergenekon-Balyoz davaları konusunda Deva Partisi’nden Mustafa Yeneroğlu ile İyi Parti’den Turhan Çömez’in bir tartışmaları oldu. Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan da, Yeneroğlu da “Bu davalar yeniden görülmeli, darbe girişimi vardı” diyorlar. Gelecek Partisi’nin görüşü de bu yönde midir?

Türkiye’de hukuk hep birilerinin arka bahçesi olsun istendi, yargıyı birileri hep ele geçirmek istedi. Yargı ne bir partinin, ne bir cemaatin, ne bir mezhebin olmalıdır, yargı perisinin gözleri kapalı olmalıdır ve elindeki terazi doğruyu tartmalıdır. Eğer siz iktidar olduktan sonra “devleti ele geçirme” çalışması yapıyorsanız orada demokrasi yoktur. Türkiye’de maalesef Fethulalh Gülen ordu ve emniyet içerisinde yerleşerek devleti ele geçirme çalışması yaptı. Yine aynı şekilde birileri zaman içerisinde devleti ele geçirme çalışması yapıyor. Bunu yargı üzerinden, emniyet, medya üzerinden ve sermaye üzerinden yapıyorlar. Eğer bunların yapılmasına müsaade ederseniz orada birileri gelir darbe de yapmak ister, o darbe yapmak isterken de kurunun yanında yaşlar da yanabilir. Bunları ben 12 Eylül’de yaşadım, sağ-sol kavgasında bize dövüşmeyi öğrettiler, bizi yönetenler konuşmayı, tartışmayı, anlaşmayı öğretmediler; bürokratlardan askerlere, aydınlarımızdan medyaya kadar, üniversite hocalarına kadar. Oysa biz gençtik, bize dövüşmeyi değil, konuşmayı öğretmeleri lazımdı.

Kesinlikle o dönem içerisinde birilerinin kötü emelleri varsa bunu bulacak olan istihbarattır, yargıdır, Emniyet güçleridir, şeffaf bir şekilde devlet kurumlarıdır.

DARBE KOMİSYONUNDA DİNLEDİĞİMİZ BİR KİŞİ “91 YILINDA DARBEYE KARAR VERDİK” DEDİ

■ Kendileri “FETÖ kumpası” dediler, FETÖ’nün bu süreci organize ettiği belli değil mi?

Onu da söylüyorum, Fethullah Gülen denen yapı yargıyı ele geçirerek diğerlerini ordudan tasfiye edip kendi mensuplarını kumpaslar üzerinden ordunun en üst kademelerine getirerek bir gün darbe yapma hazırlığı içerisindeydiler. Onların gayesi şuydu; 1-Orduyu ele geçirecekler. Nasıl geçirecekler; bir yandan kendi elemanlarını yetiştirecekler, bir yandan da önlerinde engel gördüklerini çeşitli kumpaslarla, iftiralarla, tahkirlerle veya siyasi müdahalelerle askeri şuralardan tasfiye ettirip kendi elemanlarını getirip bir gün darbe yapacaklardı. 1991 yılında karar verdiler; “Humeyni’nin yaptığı da ne ki, o 3.sınıf bir darbeydi, biz birinci sınıf darbe yapacağız” dediler, Fethullah Gülen kendi ağzıyla söyledi bunu. Ben 15 Temmuz Darbesini Araştırma Komisyonu Başkanvekili’ydim.

MİT’İ ELE GEÇİRMEK İÇİN BAŞKA BİR BİNA TUTARAK İLERİ BİR TEKNOLOJİYLE MİT’İ DİNLEDİLER

■ Ne zaman söyledi, biz bunu halk olarak duyduk mu?

Biz duymadık ama kendisi söyledi bunları. Şimdi benim vasıtamla, sizin vasıtanızla duysun halkımız. Darbe Komisyonu’nda dinlediğimiz bir kişi “91 yılında ‘ihtilal yapmaya’ karar verdik, bir gün olgunlaştıracağız ve darbe yapacağız” diyor. Bu yapı o kadar örgütleniyor ki; demokrasi diyenler orduda örgütlenir mi, siyasi partilerde örgütlenir ama onlar Emniyet’te örgütleniyorlar, MİT’i ele geçirmek için bir başka büyük bina tutarak daha büyük bir teknolojiyle MİT’i dinledi bunlar. Şimdi o şahıs kaçak; M.K diye bir şahıs ve ben onların hedefindeyim.

17-25 ARALIK VE DERSHANELERİN KAPATILMASI BİR İKTİDAR KAVGASIYDI!

■ Bu yapıyı devlet kurumlarına kim yerleştirdi, kimler övdü bilinmiyor mu ki?

Bakın, bu yapıyı görünen kısmıyla hemen hemen herkes övdü. Bu yapının görünmeyen kısmını daha önce bazı sosyalist, sol görüşlü ve  bazı milliyetçi, İslami gelenekten gelen kişiler 42 kitap yazarak ortaya koydular ama devleti yönetenler bu kitapları okumadılar veya görmezden geldiler. Neden? Türkiye’de bu yapıyla iktidar el ele verdiler, kendilerine rakip gördüklerini zaman zaman kumpaslarla, yargı eliyle, zaman zaman başka şekillerde tasfiye etme yollarını araştırdılar ve ardından da kendi aralarında bir hesaplaşma yaptılar, bu bir iktidar kavgasıydı. Bir yandan dershanelerin kapatılma meselesinde, bir yandan 17-25 Aralık döneminde… Ben o dönemde herkes susarken, “Acaba Fethullah Gülen’le Recep Tayyip Erdoğan tekrar barışır mı, aman ortada kalalım” derken televizyonlara çıktım ve şunu söyledim: “Aynen Humeyni gibi, Paris’ten bir uçak kalktı ve Tahran’a indi, bir rejim değişti. Bu yapı da Washington DC’den kalkacak ve -Sultan Selim Han’ın kaftanını çalmak istediler, beceremediler, benim arkadaşlarım önledi- o kaftanı giyecek, İstanbul’a inecek, halifeliğini ilan edecekti. 10-15 milyon kişi karşılayacak, kendine itiraz edenlerin de çoğunun kasetlerini çıkaracaklar, dinlemeler üzerinden onlara müdahale edecekler ve Türkiye’yi ele geçireceklerdi.”  Bunları 17-25 Aralık olduğu zaman televizyonlarda söyledim ben, şimdi de söylüyorum; bu bir iktidar kavgasıydı.

17-25 ARALIK’TA HUKUKSUZ DİNLEME VARDIR AMA İDDİALAR DOĞRUDUR

■ “17-25 Aralık milattır” dediler, neyin miladıydı acaba?

17-25 Aralık’ta hukuksuz dinlemeler vardır ama aynı zamanda iddialar doğrudur. Onlarla ilgili bakanların Yüce Divan’a gitmesi gerekiyordu, bizler gitmelerini istedik ama gitmediler ve oy çokluğuyla Komisyon’da aklandılar, sonra Meclis’te de Yüce Divan’a gitmesi engellendi. Sayın Ahmet Davutoğlu ve bizler özellikle onların Yüce Divan’a gitmesini istedik ama onlar gitmeyeceklerini söylediler, “Yüce Divan’a gidersek üstümüzde kimin olduğunu söyleriz” dediler. Sonra taltif edildiler. Oysa ki o günden itibaren Adalet ve Kalkınma Partisi’nde bulunan herkesin sorgulamaya ihtiyacı vardı. Ardından da Sayın Davutoğlu’na ve bizlere bir tasfiye operasyonu yapıldı, parti içi bir darbeydi o. Yolsuzluğu ve Hırsızlığı Önleme Yasası’na karşı, İmar Yasası’na karşı, Siyasi Ahlak Yasası’na karşı parti içindeki rantiyecilerin,  koltuk müptelalarının bize karşı bir tasfiye operasyonuydu. O gün zaten Adalet ve Kalkınma Partisi bitmişti, şimdi uzatmaları oynuyorlar. Bundan sonra seçimleri kaybetmeleri bir gerçektir, aynen İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, Antalya seçimleri gibi olacaktır, milletimizden isteğimiz sandığa gitmeleridir. Biz sandık güvenliğini sağlayacağız müsterih olsunlar.