Futbol konusunda sapla samanı ayırmayı pek beceremiyoruz. Eleştiri kültüründen uzak bir toplum olmamız, hatalarımız yüzümüze vurulduğunda, sanki herkes bize düşmanmış hissiyatına kapılmamıza neden oluyor.
Çünkü ne eleştiriye tahammülümüz var ne de doğru eleştiriyi yapabilecek kabiliyetimiz. Bu da yetmezmiş gibi, bir avuç troll'ün, milli takıma "kulüpçülük" tartışmalarını sokmaya çalışan akıl ve mantık dışı söylemlerini baz alıp mağdura yatmak, pozitif eleştirilere karşı bu akılsızlığı kalkan yapmak da moda haline geldi.
Ayakları yere basan, gerçekten olumlu yönde katkı verecek yorum yapan birçok değerli yorumcu/gazeteci insan var. Bu kişilerin sözünün gündem olduğunu veya yetkililerin "ya aslında oradaki eleştirisinde haklıydı" dediğini görmedim, duymadım. Herkes kendisini en mağdur hale getirecek şey neyse onu parlatma peşinde.
Montella'nın ilk 11 tercihi ve Portekiz maçındaki oyuncu değişikliklerine yönelik tepkilerin neredeyse tamamı haklı. Ancak bu eleştirilere "bir maç kaybedildi, hemen hocayı yemeye kalkıyorsunuz" bakış açısıyla karşılık verilince, bir adım ilerleyemiyoruz. İnsanlar istiyor ki, kimse eleştirilmesin, her yapılana 'eyvallah' çekilsin. İlginç de bir şerh koyuluyor, "Turnuva bitsin, sonra hataları konuşuruz".
Başarısızlığa en uygun kılıf
64 yıllık Avrupa Şampiyonası tarihinde, bu turnuvaya 6. kez katıldığımızı ve en iyi derecemizi 2008'de yarı finale yükselerek yakaladığımızı düşünürsek, böyle bir lükse nasıl sahip olduğumuzu anlayabilmiş değilim. Dünya Kupası'nın 94 yıllık geçmişine ise, adımızı 2 kez yazdırabildik.
En sonuncusu olan 2002'de, dünya üçüncüsü olduktan sonra bir daha katılamadık. Hâl böyleyken, ayağımıza gelen fırsatı değerlendirmek için her açıdan kusursuz bir hazırlık dönemi geçirip, yeni bir tarih yazmayı amaçlamak doğru olan değil midir?
İşler kötü gidince, "biz zaten buraların ülkesi değiliz" diyerek kenara çekilmek yıllardır başarısızlığımıza giydirdiğimiz en uygun kılıf. Sonra da, 80 milyonluk ülkeye sahipken, bizim yarımız bile etmeyen ülkelere karşı nasıl çaresiz kaldığımızı tartışıyoruz.
Belki de tarihin en dinamik ve yetenekli kadrolarından birine sahipken, bu takımdan daha fazlasını beklemek ve beklentilerin altında kalınca da eleştirmek kadar doğal ne olabilir?
Montella'nın kafası karışık
Portekiz'in, turnuvanın en güçlü takımları arasında olduğu bilinen bir gerçek. Ama konumuz, Portekiz'in ne yaptığından çok Türkiye'nin neleri yaptığı ve yapamadığı olmalı.
Turnuva öncesi hazırlık maçları dahil, son 5-6 maçtır ne oynadığı belli olmayan, ne savunmada ne de ofansta hangi plan dahilinde hareket ettiği anlaşılmayan bir takım izliyoruz. Futbolda bazen tercihler, planlamalar tutmayabilir. Ama yanlış gideni düzeltmek için bir hamle yapmadığınızda, işleri çıkmaza sokarsınız.
Sorgulanırsın!
Gürcistan maçında santrforda verim alamadığın Barış Alper Yılmaz'ı, Portekiz maçında aynı pozisyonda oynatıp yine aynı filmi izletiyorsan ve 180 dakikada 1 tane şut çekememesine rağmen oyundan almıyorsan, sorgulanırsın.
Kafa olarak sahada olmayan Orkun Kökçü'yü, Portekiz'e karşı 10 numara oynatıp, sadece 4 isabetli pasla oynamasına sebep oluyorsan, sorgulanırsın.
Arda Güler'i 'yorgun, riske etmek istemedik' diye yedek bırakıp, maç 3-0 olduktan sonra 70. dakikada anlamsız bir şekilde oyuna alıyorsan, sorgulanırsın.
Maçtan önce "topa hakim olmak istiyoruz" diyorsan ve hücum hattında Kerem-Alper-Yunus gibi asli özellikleri top hakimiyeti değil, dribling olan koşucuları kullanıyorsan, sorgulanırsın.
Gürcistan maçında sırf çizgiden top çıkardı diye Samet Akaydin'de ısrar edip, Portekiz maçında dağılmasına göz yumuyorsan ve kenarda Ajax'ın stoperi Ahmetcan'ı görmezden geliyorsan, sorgulanırsın.
İlk maçın en iyilerinden Mert Müldür'ü, bitik haldeki Zeki Çelik uğruna kızağa çekip, Arda'dan sonra en çok umut veren oyuncumuz Semih Kılıçsoy'u 1 dakika bile değerlendirmiyorsan, sorgulanırsın.
Ve tüm bu eleştiriler karşısında kamuoyunu doyurucu bir açıklaman da yoksa, sorgulanırsın!
Çekya uyarısı!
Sorgulanması gereken birçok konudan, sadece Portekiz maçına özel olanları bunlar.
Bir gerçek daha var ki, sorgu odasına alınması gereken tek kişi Montella değil. 90 dakika sahada kalıp, 41 yaşındaki Pepe kadar koşmayan oyuncudan, Montella'nın kadro tercihine karışan TFF yöneticilerine kadar liste uzar gider.
Şimdi önümüzde bir Çekya maçı var. Çantada keklik görülen ama bence hiç de kolay olmayacak bir maç. Bir puanı alıp gruptan çıkma ihtimalimizle, yenilip kâbus yaşama olasılığı arasındaki fark fazla değil.
Altı gruptaki dört üçüncünün son 16'ya kalabildiği turnuvada, bir üst tura yükselmenin 'başarı' derecesi de tartışılır. Belki de birileri, koltuğunu korumak için bu kadarını 'yeterli' görüyor olabilir.