Çankaya Köşkü Kütüphanecisi Nuri Ulusu, Atatürk’ün hep yanı başında çalışmış, onun ardında tüm yurdu gezmiş, hastalığında ve ölümünde ise başucunda olmuş. Nuri Ulusu, yazılı anılarının yanı sıra, oğlu Mustafa Kemal Ulusu’ya da aktardığı anılar bıraktı. Babasının yazdıklarını, ondan dinlediklerini Ulusu “Atatürk’ün Yanı Başında” kitabında topladı.

Kitabı açtığımda karşıma ilk “Atatürk ve Din” bölümü çıktı. Atatürk’ün dine bakışı ile ilgili belli çevrelerin olumsuz iddialarına karşı, Atatürk’ün yanında bulunan Nuri Ulusu’nun anılarından bölümler okuyalım:

TÜRKÇE KURAN-I KERİM

Hafız Yaşar vardı. Atatürk onu sever ve çok beğenirdi. Bazı zamanlar “Hafız’ı çağırın” derdi. Hemen emri yerine getirirdik. Ya içki içmeden sofrada veya salonda Hafız Yaşar’ın, makamı ile okuduğu Kuran-ı Kerim surelerini huşu ile dinlediğini ve gözlerinden yaş aktığını ve gözyaşlarını, ceketinin sol üst tarafındaki mendil cebinde, her zaman muntazaman bulundurduğu beyaz keten mendil ile sildiğine yakınen hep şahit olmuşumdur.

Atatürk, Türkçe Kuran çalışmalarını, ben henüz Köşk’e intisap etmeden 1926 yılında başlatmış, bu işin başına da Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ı getirmiş, ama yapılacak tefsirlerle bizzat kendi de ilgilenirmiş. Nitekim benim dönemimde de bu çalışmalar süratle devam etti, sonunda yedi ana maddeyle bu işi sonuçlandırdı.

Tabii şimdi tafsilatlı olarak bu ana maddeler pek hafızamda değil. Ana hatlar hatırladığım kadar, ayetlerin inişlerinin sebepleri belirtilecek, kelimelerin dil izahatları olacak, ayetlerin anlatmak istediği din, hukuk, sosyal ve ahlaki konular hakkında bilgiler verilecek, bunlarla ilgili eski tarihi olaylar uzun uzun anlatılacak.

EY BÜYÜK ALLAHIM

Eserin bitiminde kendi katkısıyla, Kuran’ın gerçeğini ve Kuran’la ilgili özellikleri açıklayan güzel bir önsöz hazırlandı ve basıma girdi. Böylece 1926 yılında başlayan bu çalışma 1935’te basıma girdi ve hatırladığım kadarıyla dokuz cilt olarak dokuz-on bin adet kadar bastırılıp, yazarlara, din adamlarına ve kamuya bedelsiz dağıtıldı.

Bu çalışmalara ben de çoğu zaman katılmıştım. Atatürk bazı kereler çalışırken okuduğu tefsirlerin çok tesirinde kalırdı ve de ‘Hey büyük Allah’ım...  Kuran’a inanmayan kâfirdir, bize nasıl da yol gösteriyor? Bunları tüm dünyaya okutmalıyız’derdi. Sonra o an yanındaki bizlere, ‘Okurken ruhum coşuyor, size de oluyor mu?’ diye de sorardı. Ama o anlarda gözleri hafifçe dalar ve kızarırdı.

BEDİR SAVAŞI’NI HEP ANLATIRDI

Neticede Kuran Türkçe yazılarak okunmaya, bu çalışmalar sonucu başlatılmıştır. Dini tarihimizi ve bilhassa peygamberimizi, savaşlarını, tarih kitaplarından çokça okur ve hayranlığını sıkça dile getirirdi. Hele hele Bedir Savaşı’nı hep hayranlıkla anlatır ve ‘En büyük bir zaferdir’ derdi. Yavuz Sultan Selim ve Timur da, hayran olduğu padişah ve komutanlardı, ama en çok takdir ettiği kişiyse Hz. Muhammed (S.A.V.) idi.

‘O yoklukta ve mahrumiyette, o cehalette, yoktan var ederek bir devlet kurmak kolay iş değildir. Ama Hz. Muhammed (S.A.V.) o zoru başarmıştır’ der ve takdir hislerini çokça zaman arkadaşlarına anlatırdı. Hatta zaman zaman TBMM’de de dile getirdiğine şahit olmuşumdur. Bu mu Allahına, kitabına inanmayan Atatürk? Günahtır, ayıptır, yazıktır.

DİN HAKKINDAKİ DÜŞÜNCESİ

Günlerden bir gün, Atatürk Orman Çiftliği’ndeyiz. Arkadaşlarıyla bir sohbet anında din mevzuu da açılıyor. Şimdi adını tam olarak hatırlayamayacağım bir misafirimiz Atatürk’e, ‘Din hakkında ne düşünüyorsunuz?’ mealinde bir soru yöneltti. Ben ve arkadaşlarım, bu soru üzerine merak ederek Atamızın vereceği cevabı duymak için belli etmeden kulak kesilmiştik.

Atatürk derhal cevaben: ‘Din önemlidir ve de vardır. Bizim de Allaha şükür çok sağlam temeli olan bir dinimiz vardır, fakat iyi kullanılmadığı, suistimal edildiği ve de asırlar boyu hep ihmal edildiği için tahrip olduğu, hırpalandığı kanaatindeyim. Hele hele cahil hocaların, halkı yanlış tefsir ve hurafelerle kandırmaları, bu temeli iyice yıpratmıştır. Bunun için yeniden çok sağlam temeller üzerine dinimizi kurmak gerektiğine inanıyorum.’

DEVLET İŞLERİNE KARIŞTIRAN CEZALANDIRILMALI

‘Din ve vicdan hürriyetine inanmak gerekir. Herkes kendi vicdanına göre, dininin icaplarını yapmalıdır ki, ben de bu fikirdeyim, amma öyle kesin bir kararım var ki ona kimseyi müdahale ettirmem, yani din işlerini kesinlikle devlet işlerine karıştırtmam, karışanı da kim olursa olsun çok ağır cezalandırırım.’

‘Dinimizi iyi öğrenmek gerekir, bunun için de en iyi yer ilk ve orta öğretim okullarıdır. Hatta din hususunda yüksek mesleki ihtisas sahibi gençler yetiştirmek için yüksek okullarını da yapmalıyız.’

ALLAH’IN BÜYÜKLÜĞÜNÜ SORDU

Yine bir gün Çankaya’da sofrada misafirlere dönerek aniden sorusunu soruverdi: ‘Bana, Allah’ın büyüklüğünü kısaca anlatabilir misiniz?’ Herkes kendince bir şeyler söylemeye, bir şeyler anlatmaya, bir şeyler ifade etmeye çalıştı. Atatürk sessizce ama dikkatle dinledi, dinledi. En sonunda kendisi, ‘Ben anlatayım mı? Görüyorum ki hepiniz Allah’ı çok değişik şekilde görüyor ve değerlendiriyorsunuz. Tamam, muhakkak ki Allah çok büyük, ama gerçek olan, Allah’ın büyüklüğünün herkesin kafasının içi kadar olduğudur’ dedi. Kimsede tıs yok. Ne güzel ne gerçek bir tarif... Hepimizin, herkesin hayranlığı o sözlerden sonra bir kere daha artmıştı.

Atatürk, zaman zaman çevresindeki insanlara Kuran’ın Türkçe anlamlarını açıklamayı severdi. Bazı zaman da onlara sorar, bilemezlerse de kızardı. Bu konu burada bitmez. Yarın laiklik hakkındaki düşüncelerini Mustafa Kemal Ulusu’nun “Atatürk’ün Yanı Başında” kitabından aktaracağım.