2 Nisan 1982 sabahıydı. 

Cuntayla yönetilen Arjantin’de halk, ekmeksizlikle, işsizlikle, yoklukla boğuşuyordu. Generaller çareyi içeride değil, haritada aradı. Gözlerini Güney Atlantik’e çevirdiler. 

Yani dünyanın ucuna, rüzgârın ve penguenlerin uğradığı, insandan çok martının yaşadığı birkaç kayalığa... Falkland Adaları. 

Kağıt üzerinde İngiltere’ye aitti, ama Arjantin’in de tarihsel iddiaları vardı. 

“Burası bizim” dediler. 

Çıkarma yaptılar, bayrak diktiler. 

★★★

Londra’da başbakanlık koltuğunda Thatcher oturuyordu. 

Ülkesi krizdeydi. Enflasyon çift haneliydi. Kuzeyde maden ocakları kapanıyor, güneyde grevler patlıyordu. 

Ama Thatcher tereddüt etmedi. 8 bin mil öteye, ta Kutup dairesine Kraliyet Donanması’nı gönderdi. 

İşçi Partisi ayağa kalktı: “Birkaç kaya parçası için çocuklarımızı ölüme mi yollayacaksın?” 

Hatta kendi Muhafazakâr partisi bile onu yalnız bıraktı. 

Ama O, Demir Leydi lakabını boşa kazanmamıştı, geri adım atmadı. 

Ve adaları geri aldı. 

Thatcher, yalnızca savaşı değil, seçimleri de kazandı. 

★★★

Tarihi bilenler bilir: 

Bir ada bazen bir hükümeti kurtarır.

Bazen bir imparatorluğu ayağa kaldırır. 

★★★

Ama biz de yaptık. Hâlâ hafızamızda denizden yükselen bir ses var:

“Ayşe tatile çıksın.” 

Yıl 1974’tü. 

Kıbrıs’ta faşist Yunan cuntasının darbesiyle Makarios devrilmiş, adada Enosis -yani ilhak- ilan edilmişti. 

Bir gecede, Türkiye’nin güney kapısı tehdit altına girmişti. 

Ve ‘Karaoğlan’ Ecevit, hiç tereddüt etmedi. 

Meclis toplandı. Emir verildi. 

Para yoktu. Silah yoktu. Uçak ve çıkarma gemilerinin hali haraptı.

Ama ordu vardı. Cesaret vardı. Meşru müdafaa hakkı vardı. 

İşte o gün, bir ada sadece bir ada değildi. 

Kıbrıs, Anadolu’nun kalkanıydı. 

Ve Ecevit de o kalkanı tutan el oldu. 

Aradan yarım asır geçti. Ankara “Kıbrıs” dediğinde, hâlâ dünya durur, gözler ciddileşir. 

Çünkü biliriz: 

Bir ada, yalnızca bir kara parçası değildir. 

Bazen devlet kurar. Bazen milleti millet yapar. 

★★★

Ve 1996.

Yunan komandoları, Ege’deki Kardak Kayalıkları’na gece yarısı baskınıyla çıktı. 

Türkiye, bu oldubittiyi yalnızca kınamakla yetinmedi. Deniz Kuvvetleri alarma geçti. SAT komandoları helikopterle kayalıklara indi. NATO, ABD devre girdi ama ok yaydan çıkmıştı.

Sonuç netti: Ankara, “Bu deniz bizim” dedi

Ve Ege’nin ortasında bir kez daha sınır çizildi. 

★★★

Peki ya şimdi? 

Yunanistan, Ege’de kıta sahanlığını 12 mile çıkaracak yeni haritaları Avrupa Birliği’ne sunmaya hazırlanıyor. 

Adalara  birlik yığıyor, siperleri tahkim ediyor, her yerini füzelerle donatıyor. ABD, Fransa, İtalya, İsrail ile savunma anlaşmaları yapıp, Ege’de fiili durum yaratılıyor. 

Sadece son 10 günde bile Atina Ege’de tam saha pres yaptı. 

Önce Türkiye’ye karşı uluslararası hava tatbikatı düzenledi. Ardından Yunan Genelkurmay Başkanı, Didim’in tam karşısındaki adaya indi, askeri birlikleri denetledi, kameralar önünde gövde gösterisi yaptı. Daha önceki gün Yunan Savunma Bakanı Seferihisar’ın burnunun dibinde, Koyun Adası’nda askeri teftiş gerçekleştirdi. Tehditkâr demeçlerini saymıyorum bile... 

★★★

Ve Ankara susuyor.

AKP iktidarı, 12 mil hamlesine karşı ne TBMM’yi bilgilendiriyor ne de kamuoyunu hazırlıyor. 

Dışişleri Bakanımız “gerekirse tepki veririz” diyor ama o “gerek” hiç doğmuyor. 

Oysa biz biliyoruz: 

Bir ada, yalnızca bir taş parçası değildir. 

Tepki verilmeyen her kayalık, sessizce el değiştirir.  

Sınırı sen çizmezsen, bir gün başkası gelir, sana çiziverir.