Zor oldu alışmamız, son zamanlarda takmayanlar artsa da ilginç bir şekilde millet olarak maske kuralına uyuyoruz, şimdilik.
Ama bazı ülkelerde maske takmak koronavirüs salgınından çok önce bile gayet normaldi. Hatta maskelerin modası bile vardı. Hong Kong’da bir dönem Hello Kitty maskesi takmayanı dövüyorlardı. Aslında bu modanın altında 2003’teki Sars salgını ve insanların patır patır ölmesi yatıyordu.
Güney Doğu Asya’da, kalabalık kentlerde milyonlarca insan yıllardır hava kirliliğinden korunmak için maske takıyordu.
Avrupa’da koronavirüs salgınında maske takmayı zorunlu hale getiren ilk ülke Çek Cumhuriyeti oldu.
Singapur’da hükümet, koronavirüsün ilk zamanlarında sağlık çalışanlarına maske kalsın diye halka maske takmama çağrısında bulundu! Millet orada hükümete güvendiği için tavsiyeye uydu, maske takmamaya başladı.
Japonya, Endonezya, Tayland’da maske kıtlığı yaşandı. Fakir Kuzey Kore değil ama zengin Güney Kore maskeyi karneye bağladı. Dünyada maske karaborsaya düştü, millet korkusundan evde maske yapmaya başladı.
Bizde de fahiş fiyat artışları yaşanıp maske karaborsada satılınca, her sorunu anında çözen idareciler maske satışlarını yasakladı! “Maskeyi ben dağıtacağım, hem de bedava evlere postalayacağım” denildi. Hülooo deyip beklemeye başladık. Gelmedi!
Dünya Sağlık Örgütü, 2020 başında yalnızca şüpheli hastalar, onlara bakanlar ve sağlık çalışanları için maske önermişti. Bir ay sonra karar revize edildi, çocuklar dahil maske zorunlu olsun denildi.
Türkiye’de milad 8 Eylül 2020... Her türlü duyuruyu ‘tam zamanında’ yapan İçişleri Bakanlığı, açık kapalı her yerde maske takmak artık zorunlu dedi, takmayana ceza takılacağını duyurdu.
Yani biz, 485 gündür falan yatağa hariç her yere maske ile girip çıkıyoruz. Sokakta maske, tiyatroda maske, işyerinde, kabine toplantısında, AVM’de, parkta, okulda, devlet dairesinde, stadyumda, çarşıda maske, pazarda maske!
Dünyada 2020 yılında her dakikada 3 milyon, her ay ise 129 milyar adet maske takıp, atmışız!
Geçen, açıldığı günden bu yana sık sık uğradığım sahibiyle de hoş sohbet ettiğim kafeye gittim yine. Kafe sahibi suratımın yarısını kaplayan maske yüzünden tanımadı beni. Çay içmek için maskeyi indirince koştu geldi yanıma, “Kusura bakma, tanıyamadım” dedi. İnsan babasını, hatta tuvalette aynaya baktığında kendini tanıyamıyor maske ile, üzülme dedim gülüştük.
Maske deyince aklıma izlemesini sevsem de insanı aptal yerine koyan Zorro ve Maskeli Süvari filmleri geliyor. Bizim korona için kullandığımız maskeden daha küçük şeyi gözlerine bir geçiriyor adam, kırk yıllık sevgilisi tanıyamıyor onu!
Düşler dünyasında yaşayanlar için maske küçük, yalan büyük!
Bundan üç beş yıl önce, sokakta herkes maske takacak, pazarda gözlerinin içi parlayarak üzerinde ‘10 lira’ yazan tezgaha yanaşıp ‘şuradan bir kilo pırasa tart’ diyenin ülkenin en kritik bakanı olacak ama sen onu maske yüzünden tanıyamayacaksın deseler, kim inanırdı değil mi?
Yardımcısı olduğu bakan şutlanınca ondan boşalan koltuğa oturur oturmaz memleketin tüm güldürü üstadlarını işsiz bırakan Hazine ve Maliye bakanı Nebati, maskenin çok yeni bir faydasına değindi son konuşmasında.
“Maskeyi takıp tek başıma pazara gittim! Eşimle pazara gittim, alış veriş yaptım” dedi... Hatta, “Ne gördünüz pazarda” sorusuna, “Haa bakın, fiyatlar yüksek! Dolar düştü, buyurun indirin işte” bile dedi.
Tabi bunları televizyon stüdyosunda maskesiz bir şekilde dedi!
Düşünsenize, herkes gibi pazarda bakan Nebati’nin suratında korona maskesi olmasaydı, ‘buyurun indirin işte’ diyerek suçladığı pazarcı esnafı, onların ‘fahiş fiyatla’ sattığı malları taneyle almak zorunda kalan yurttaşlarla aralarında neler konuşulur, hangi zor sorulara yanıt verirken dili damağına yapışırdı?
Atalar boşuna dememiş, ‘her şerde bir hayır vardır’ diye! Koronavirüse karşı koruyan el kadar maske ‘pazara tek başına giden bakanı’ bile koruyor, hayrı dokunuyor işte!