Düşünce insanının ortaya koyduğu fikirler bir geleneğin içinde olgunlaşır. Bu noktada kendimi şanslı addedebilirim. Prof. Dr. M. Saim Yeprem (İlahiyatçı) ve Prof. Dr. Kenan Gürsoy (Felsefeci) gibi güzide hocaların öğrencisi olma bahtiyarlığına eriştim. Hocalarıma ne kadar teşekkür etsem azdır.
Evet, bir geleneğin içinden konuşuyoruz. Dini, felsefi yaptığımız yorumlar bugün ortaya çıkmış düşünceler değil. Yüzyıllardır söylene gelen, kavramsallaşmış zengin bir dünya. Aynı kitaptan beslenmelerine rağmen, onlarca disiplin, yüzlerce ekol... Bazen birbiriyle zıt, bazen birbirini açan, bazen de bütünlüklü bir ahengin oluştuğu bu fikirler dünyası hayli renkli. Bulanmadan ve donmadan aksaydı keşke...
İslam düşüncesi ve İslam hukuku/fıkhı, bu çoklu bakış içinde, toplumun farklı kesimlerini ayrıştırmadan sarıp sarmalayan da bir yapı... Bakmayın tek tip gibi sunulduğuna.
Kurumsallaşmanın ve statükonun siyasetle alışverişi, nakilciliğin aklı dışlayan kibri, dini düşüncenin önünde set oluşturmaya devam ediyor.
Konulara vakıf olmayanların kraldan çok kralcı olup, toplumu aydınlatan kişilere karşı bir kampanya oluşturmaları her dönemde yaşanmış. Bundan zararı en çok da dinin kendisi görmüş.
Bilmediğine karşı çıkmak cehalettir
Cahilane, kavramları bilmeksizin tek tip düşünce ve tavrı dayatma adına -hiç değilse içinde yer aldıkları düşünce sistematiğine vakıf olsalar- kabalaşan, çirkinleşen sözüm ona dindar kimlikler sosyal medyada cirit atıyor.
Farklılıklar zenginliğimizdir. Ebu Hanife, Maturidi, İmam-Malik ya da diğerleri birbirlerinden farklı bakabilmişler, özgürce düşünmenin en güzel örneklerini vermişlerdir.
Nur Suresi ayet 31...
Geçtiğimiz hafta Aykırı Sorular’da Enver Aysever‘in sorularını yanıtlarken, girmek istemediğim konulardan biriydi başörtüsü. Çünkü kadının tercihi olarak bakıyorum. Tartışmak dahi abes...
Programda “...Örtülerini yakalarının üzerine koysunlar” ayetinin “hükmü” konusundaki farklı görüşlerden bahisle, ilahiyatçıların kimine göre başörtüsü takmak farz, kimine göre ise menduptur dedim. Mendup, yapıldığı takdirde iyi olan, yapılmadığı takdirde sakıncası olmayan delilin adıdır. Menduptur diyenlerin yaklaşımı şudur: Bir ayetin karinesi (destekleyici ayeti) veya “müeyyidesi” yoksa vücup teşkil etmez. Yani bağlayıcılığı kesin değildir.
Gelenekte başörtüsü vardır elbette. Müslüman coğrafyaya baktığınızda çarşaftan tutun da Kuzey Afrika’daki kadınların arkadan bağlama, Pakistan ve İran kadınlarının yarım örtülerine kadar örtünme kültürden kültüre değişir. Ancak gelenekte var olan her şeyin dini olup olmadığını tartışanlar da var.
Bunları söylediğinizde rahatsız olanlar çıkıyor. Hemen söyleyeyim ilerleyen zamanlarda, İlahiyatçı kadın akademisyenlerin artmasıyla bu görüşlerin daha rahat konuşulacağını düşünüyorum.
Saklamak, yok saymak
Evet bu görüşler İlahiyatçılar arasında konuşuluyor, tartışılıyor. Gizlemeye saklamaya kimsenin hakkı yok. Farklı fikirleri toplumla buluşturmak ilim ve düşünce insanlarının görevidir.
Matematikte bir noktada kesişen sonsuz doğrular vardır. Fikri çerçevede düşündüğümüzde, öze aykırı olmamak kaydıyla hakikate giden yolların çokluğundan, aynı özü yaşayan farklı geleneklerden bahsedilebilir.
Ancak mutlak hakikatin temeli Allah’tır, şüphesiz en doğrusunu O bilir. Bundan dolayı kadim gelenekte “benim görüşüm budur, en doğrusunu Allah bilir” sözü vardır. Kaldı ki bu çoğulcu anlayış:
1- Hukuk ve sosyal devlet içinde özgürce yaşamak isteyenleri rahatlatacaktır.
2- Kur’an’ın dinamik yapısını ortaya koyacaktır.
3- Herhangi bir mezhebin diğerlerini hiçe saymasına, çoğunluğun verdiği güçle dini düşünceye sınır koymasına, kendi doğrularını Tanrısallaştırmasına izin vermeyecektir.
İçlerinde Bakanlık, Dekanlık, Din İşleri Yüksek Kurulu Üyeliği yapmış, kamuoyu tarafından tanınan pek çok İlahiyatçının başörtüsüne farklı yorumlar yaptığını Diyanet de pekala bilir. Şimdi can alıcı sorumuzu gelin soralım: Diyanet’in içtihatlardaki bu farklılıkları söylememesi, büyük bir vebal değil de nedir?