Barzani kriz oldu.
Cizre’ye güya sempozyuma katılmak için kültürel amaçla gelmişti ama, kollarına Kürdistan bayrağı yapıştırılmış, uzun namlulu silahlar taşıyan, elleri tetikte, askeri üniformalı, bordo bereli korumalarla geldi.
★
Barzani’nin şu anda Irak yönetiminde herhangi bir görevi yok, dolayısıyla bu ziyaret diplomatik bir ziyaret değildi. Kaldı ki, resmi bir ziyaret bile olsa, yabancı konuklar Türkiye’ye uzun namlulu silahlar getiremez, burası çadır devleti değil... Üstelik, Türkiye’ye gelen bir yabancı devlet adamı, mesela herhangi bir ülkenin devlet başkanı bile gelse, yaveri dışında, hiçbir koruması askeri üniforma giyemez. Korumaların taşıdığı tabancalar bile seyahatten önce Türkiye’ye bildirilir, çapı şudur, cinsi şudur filan, önceden bildirilir, uzun namlulu silah getiremezler, askeri üniforma asla giyemezler.
★
Hal böyleyken... Sayın medyamız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni aşağılayan bu şovu önce alkışladı ama, kendisini bu vatana ait hisseden herkeste ciddi rahatsızlık yarattığı için, aradan iki gün geçtikten sonra, hem AKP’den hem MHP’den senkronize açıklamalar geldi, özellikle Devlet Bahçeli “rezalet” dedi, şak, içişleri bakanlığı “uzun namlulu üniformalı şov” hakkında soruşturma başlattı.
Barzani tarafı derhal cevap verdi, “ne var yani Türk yetkililer de Kürdistan’a Türkiye’nin bordo bereli özel kuvvetleriyle geliyor” filan dediler, yani kendilerini Türkiye Cumhuriyeti Devleti’yle bir tuttuklarını söylediler.
Öcalan’a umut hakkı istiyor, İmralı’yla görüşülmesini istiyor diye Devlet Bahçeli’yi alkışlıyorlardı, tık diye döndüler, Devlet Bahçeli’ye “ırkçı” dediler, “koyun postuna bürünmüş” filan dediler.
★
Dolayısıyla, Türkiye’yi bu rezalete sürükleyen süreci daha net kavrayabilmek için, makarayı az geri sarmak gerekiyor.
★
Aslında her şey 1992 yılında başladı.
ABD “davet edeceksiniz” dedi, bizimkiler “peki” dedi, Barzani tarihte ilk kez Ankara’ya geldi. Cumhurbaşkanı Özal’ın himayesinde gelmişti, Ankara’da MİT tesislerinde kaldı, başbakan Demirel tarafından ağırlandı. Süklüm püklümdü. Kürtçe konuşmasına bile izin verilmedi, Arapça konuşuyordu, tercüman Türkçe’ye çeviriyordu. TC pasaportu verdik, para verdik, silah verdik, buğday verdik, elektriğini vermeye başladık... ABD öyle istediği için, elimizi vermiştik, şimdi sıra kolumuzu kaptırmaya gelmişti.
★
Sadece sekiz ay sonra, 1992 yılı ekim ayı... Ege Denizi’nde ortak tatbikat yapıyorduk, Amerikan uçak gemisi Saratoga’dan iki adet sea sparrow füzesi fırlatıldı, Türk muhribi Muavenet’in beyni, köprüüstü vuruldu. Beş şehit verdik, 22 yaralımız vardı. ABD “pardon” dedi, yanlışlıkla vurulduğunu söylediler. Halbuki “yanlışlıkla düğmesine bastık” denebilecek türden füzeler değildi, ateşleme için altı aşamadan geçiyordu, komutan onayı gerekiyordu, “at ve unut” türünden güdümlü mermi değildi, ateşlendikten sonra hedefini vurabilmesi için rehbere ihtiyacı vardı, yani, fırlatan geminin hedef gemiyi radarla aydınlatması gerekiyordu, yanlışlıkla fırlatma ihtimali milyonda bir bile mümkün değildi.
Peki neydi?
Irak’ı bölmek için, Kürdistan kurabilmek için, İncirlik ve Pirinçlik’te konuşlanan “çekiç güç” şarttı. Ankara ayak diretiyordu. İşte tam o anda, Muavenet zart diye vuruldu. Ankara mesajı aldı! TBMM çekiç güç’ün süresini zurt diye uzattı. Bir daha hiç ayak diretmedik, her defasında başımıza aynı felaketin geleceği belliydi, o nedenle, 2003 yılında Irak’a girdikleri güne kadar çekiç güç’ün süresini hep uzattık, bir daha hiç itiraz etmedik.
★
(Aslına bakarsanız, Türkiye üzerinden Irak operasyonuna katılacak olan Amerikan hava unsurlarının adı “çekiç güç” değildi. Poised hammer, yani “kalkık horoz”du, mermi namluya sürüldü, tabancanın tetiğine basıldı, horoz kalktı manasındaydı. Amerikan propaganda şaheseri tam burada devreye girdi, sayın ahalimiz “kalkık” kelimesinden huylanmasın diye, bilinçli şekilde yanlış tercüme edildi, çekiç güç denildi.)
★
Üç yıl daha geçti, 1995 oldu... CIA, peşmergeleri örgütledi, Saddam’ı devirmek için darbe organize etti, beceremediler, çuvalladılar. Çünkü, peşmerge aşiretlerinden değil silahlı kuvvetler, zabıta teşkilatı kurmak bile mümkün değildi, eğitimleri yoktu, savaşabilme yetenekleri yoktu, fiyaskoyla sonuçlandı.
Bunun üzerine, CIA, apar topar tahliye operasyonu başlattı. Saddam hepsini imha etmesin diye, maşa olarak kullandıkları 10 bin civarında peşmergeyi yurt dışına kaçırdılar. Aileleriyle birlikte Habur’dan Türkiye’ye soktular, Batman’a getirdiler, askeri nakliye uçaklarına bindirdiler, tee Pasifik Okyanusu’ndaki Guam adasına götürdüler.
Niye tee oraya götürdüler?
Çünkü, Guam adası adeta dünyanın adresini bile bilmediği bir yerdeydi ama, o adada ABD’nin en önemli hava ve deniz üslerinden biri vardı. İlk darbe girişiminde başarısız olan peşmergeleri, bir dahaki sefere başarılı olmaları için eğiteceklerdi. Bazılarını CIA’in Özel Operasyon Bölümü tarafından eğitip, adı üstünde, suikast, sabotaj gibi örtülü operasyonlarda kullanacaklardı, bazılarını da akademik konularda eğitip, merkez bankası, nüfus idaresi, tapu dairesi, vergi dairesi gibi, yakında kurulacak olan Kürdistan’ın bürokrat kadrosunu yetiştireceklerdi.
★
Küçük bi pürüz vardı... CIA’in peşmergeleri ABD Adana Konsolosluğu denetiminde sınırdan geçirilip Silopi’deki hac konaklama tesislerine yerleştirilmişti ama, pasaportları yoktu, kimlik bilgileri yoktu. Daha doğrusu, elbette vardı ama, Amerikalılar yok diyordu, yok dedirtiyordu, maşalarının kimlik bilgilerini Türkiye’ye vermek istemiyorlardı.
Bize akıl öğrettiler... “Sizin pasaport kanununuzda bu tür durumlara uygun madde var” dediler, “parmak izlerini alın, geçirin” dediler. Bizimkiler hık mık etti ama, elleri mecburdu, geçirmiyoruz birader diyecek halleri yoktu, Ankara’dan beş kişilik uzman ekip getirildi, peşmergelerin tek tek parmak izleri alındı, buyrun geçin denildi, parmak izi bilgileri MİT arşivine kaldırıldı.
★
Üç yıl daha geçti, 1998 yılı oldu... Guam’a götürülen peşmergeler artık iyice pişmişti, olgunlaşmıştı, “Guamerge” olmuşlardı, evet, Guam’a götürülen peşmergeler artık bu sıfatla anılıyordu, Guamerge olmuşlardı. Gene Türkiye üzerinden, bazıları da Ürdün üzerinden, Kuzey Irak’a sokuldular.
Aynı dönemde, Kuzey Irak’taki otorite boşluğundan en çok PKK faydalanmıştı, Suriye’den komple Irak’a taşınmışlardı, Kandil dağına iyiden iyiye yerleşmişlerdi. Özellikle Guamergeler döndükten sonra, PKK’nın bölgeye geçişi hızlanmıştı, peşmergeyle PKK’nın iş birliği ayyuka çıkmıştı.
★
Peki acaba, Guam’a götürülenler arasında PKK’lılar da var mıydı?
Bu kritik sorunun cevabını bulmaya çalışan Türk istihbaratı, Barzani’ye haber saldı, PKK faaliyetleri hakkında konuşmak üzere, bölgedeki aşiret liderlerini toplantıya davet etti, randevu ayarlandı, Kuzey Irak’ta, bizim kontrolümüzdeki bir adreste buluşuldu.
Önce biraz sohbet edildi, bilahare mevzuya gelindi. Türk tarafı rahatsızlığını dile getirdi, aşiret liderleri sessizce dinledi.
O sırada çay servisi yapılıyordu. Garsonlar tabii ki garson değildi! Çaylar içildi, çay bardakları garsonlar (!) tarafından toplandı, mutfağa götürüldü, o bardağı kim kullandıysa onun adıyla etiketlendi, kolilendi, Ankara’ya getirildi, Guam’a götürülenlerin parmak izleriyle eşleştirildi, bingo... PKK’ya açık destek veren 17 aşiret lideri, Guamerge’ydi.
★
Dört yıl daha geçti, 2002 oldu... ABD yönetimi Saddam’ın örtülü operasyonlarla devrilmeyeceğini artık idrak etmişti, Amerikan askerini Irak’a getirip, savaşmak şarttı.
Amerikan Kongresi 189 milyon dolarlık ödenek için onay verdi, CIA’nin paramiliter güçleri öncü kuvvet olarak devreye sokuldu.
Saddam’ın ordusundan altı bin vatan hainini parayla devşirdiler, bakın dile kolay, tek kalemde altı bin vatan hainini devşirdiler, her birine uydu telefon verdiler, mükemmel istihbarat ağı kurdular, Saddam’ın ordusunu saniye saniye, konum konum takip etmeye başladılar, Saddam tuvalete gitse, Pentagon’un haberi oluyordu.
★
2002 yılının temmuz ayında, bu operasyonu yürütecek olan CIA ekibi Türkiye’den yola çıktı. Kendilerine “kırık oyuncaklar grubu” diyorlardı. Dünyanın pek çok ülkesinde görev yapmış, çok tecrübeli, çok kıyıcı bir ekipti. Arazi araçları ve cephane kamyonlarından oluşan konvoyla Türkiye’den Irak’a geçtiler, Süleymaniye’ye geldiler, üs kurdular... Yeşil badanalı bir üstü, o yeşil badanalı üsse “Antep fıstığı” adını verdiler!
★
Üç ay sonra, 2002 yılının ekim ayında, bu defa, para kamyonlarından oluşan konvoy geldi Süleymaniye’ye... Yine Türkiye’den yola çıkmışlardı, karton kutularda 100 dolarlık banknotlar vardı, bir milyon dolar mesela 20 kilo geliyordu.
Yaklaşan savaşın altyapısını hazırlamak için, milis güç kurmak için, adam satın almak için, sabotajlar yapmak amacıyla 100 milyon dolardan fazla nakit dağıttılar. Hatta, öylesine çok adam satın alıyorlardı ki, bir ara Talabani rica etti, “100 dolarlık vermeyin, 1’er 5’er 10’ar dolarlık banknotlar halinde verin” dedi. Niye diye sordular? Talabani izah etti, “herkeste 100’lük dolar var, hiç kimsede 100 doların altında para yok, bir kahve içiyorsun, 100 dolar veriyorsun, kahvecinin elinde bozukluk olmadığı için üstünü veremiyor” dedi! Evet, Amerikalıların rüşvet cömertliği, rüşvetin bolluğu, peşmergeleri sıkıntıya sokmuştu!
★
1 Mart 2003 oldu... AKP yönetimi ABD’ye “siz hiç merak etmeyin hallederiz” dedi ama, TBMM direndi, CHP sayesinde, guguk kuşu operasyonu öncesindeki ABD tezkeresi geçmedi. Vay sen misin evet demeyen... Hem TSK’nın hem CHP’nin imhası için düğmeye basıldı.
Tarih belli ki özel olarak seçildi...
4 Temmuz’da, Amerikan bağımsızlık gününde, kafamıza çuval geçirdiler.
Süleymaniye’deki irtibat büromuz, ağır silahlı Amerikan askerleri tarafından basıldı, elit birliğimiz, bordo bereli 11 subay ve astsubayımız kafalarına çuval geçirilerek, ters kelepçe takılarak, dipçiklenerek tutuklandı. Bordo bereli binbaşımızın kaburgası kırıldı. 57 saat esir tutuldular.
Mesaj gayet açıktı... “Artık burası Kürdistan, bizim himayemizde, sakın burnunuzu sokmayın, kurcalamaya çalışmayın, defolun gidin” deniyordu.
Türkiye ayağa kalktı...
AKP hükümeti hariç!
ABD’ye nota verdiğimiz iddia edildi ama, üç saniye sonra yalanlandı, bizzat asrın liderimiz yalanladı, “müzik notası değil bu, her aklınıza estiğinde verilmez, ciddiyeti vardır” dedi!
Kafamıza çuval geçirilmiş, onurumuzla oynanmıştı ama, asrın liderimiz hala yeteri kadar ciddi bulmuyordu.
★
Üç yıl daha geçti, 2006 yılı oldu, 2006 yılının Eylül ayıydı... İlk kez “Kürdistan haritası” ortaya çıktı. Roma’daki NATO Savunma Koleji’nde brifing veren Amerikalı albay, Ortadoğu haritası açtı, Türkiye’nin yarısında alenen “Kürdistan” yazıyordu. Brifingi izleyen Türk subaylar topluca salonu terk etti, Türk genelkurmayı olayı protesto etti ama, gayet açık seçik netti, Kürdistan denilen kavram NATO projesiydi!
★
Aynı ay, 2006’nın eylül ayı... AKP hükümeti, sayın ahalimizin gazını almak için “terörle mücadele koordinatörlüğü” icat etti. Güya Amerikalı dostlarımızla terörle mücadeleyi koordine edecektik, bize anlık bilgiler vereceklerdi.
Bize nasıl anlık bilgi verdiklerini, terörle mücadele koordinatörümüz orgeneral Edip Başer bizzat anlattı... “PKK’ya silah mühimmat nereden geliyor? Barzani’nin kontrolündeki Kuzey Irak’tan geliyor. Barzani kimin kontrolünde? ABD’nin kontrolünde... ABD tarafıyla dokuz defa toplantı yaptık. En son Beyaz Saray’da başkanın güvenlik başdanışmanıyla konuştuk, anlattık. Bir CD verdik, o CD’deki görüntüde PKK’ya malzeme taşıyan kamyonun şoför mahallinde bir Amerikan askeri oturuyordu. Biz bunu Türk kamuoyuna anlatamayız dedim, biz hala ‘Amerika bizim dostumuzdur’ diyebilir miyiz dedim. Bu toplantıdan sonra Türkiye’ye döndüm, üç maddelik rapor hazırladım, ABD’deki muhatabım orgeneral Ralston’a bildirdim, 15 gün içinde cevap bekliyorum dedim. Beni o gün görevden aldılar!”
★
“Anlık bilgi” kepazeliği sadece bununla sınırlı mıydı, hayır... Kandil dağında Murat Karayılan’la röportaj yapan İngiliz Daily Telegraph gazetesinin muhabiri Damien McElroy açık açık yazdı, “Kandil dağında helikopter pisti var, spotlarla aydınlatması yapılıyor, Irak’ta görevli Amerikalı subaylar helikopterle sık sık Kandil’e geliyor, örgütün lider kadrosuyla görüşmeler yapıyor, ABD hükümetinin Irak’ta çalıştırdığı özel güvenlik firmasına ait cipler de Kandil’deki kamplarda park halinde duruyor” dedi.
★
Aradan altı yıl daha geçti, 2012 oldu... Suriye’deki otorite boşluğundan faydalanmak isteyen Barzani, Kobani’ye girmeye karar verdi. Sayın hükümetimiz esti gürledi, Barzani’ye haddini bildiririz filan denildi. Zırrr... Telefon çaldı. ABD başkanı Obama arıyordu. Asrın liderimiz telefonu açtı, konuştular. O dakikada Beyaz Saray’ın resmi internet sitesine, bu konuşmayla alakalı fotoğraf konuldu, Obama’nın elinde beyzbol sopası vardı! Kızılcık sopası’nın İngilizcesiydi. “Barzani’ye dokunanın kafasını kırarım” mesajıydı. Bizimkiler anında yelkenleri suya indirdi. Barzani güçleri, Irak’tan Suriye’ye geçti.
★
Yetmedi, aynı yıl, 2012... Barzani, onur konuğu olarak AKP kongresine davet edildi, kürsüye çıktı, Kürtçe konuşma yaptı, “Türkiye seninle gurur duyuyor” tezahüratıyla ayakta alkışlandı.
★
Yetmedi, bir yıl sonra, 2013 oldu... “Türkiye Kerkük’e karışırsa biz de Diyarbakır’a karışırız” diyen Barzani, AKP’nin Diyarbakır mitingine davet edildi, Şivan Perver’le düet yaptırıldı, asrın liderimizle Barzani kürsüye çıkıp ele ele halkı selamladı, asrın liderimiz ilk kez orada “Kürdistan” dedi, “Kürdistan özerk yönetimini tebrik ediyorum” filan dedi, Barzani de Kürtçe konuşma yaptı, AKP protokolü ağladı, gözyaşlarıyla dinlediler.
★
Yetmedi, bir yıl sonra, 2014 oldu... TBMM’den “yabancı silahlı askerlerin Türkiye’de bulunmasına izin veren tezkere” çıkarıldı.
Alenen Barzani tezkeresiydi.
Takvimde başka gün yokmuş gibi, onurumuzla dalga geçerek, tam 29 Ekim’de, Cumhuriyet Bayramı’nda, Kürdistan silahlı kuvvetleri, topuyla füzesiyle Kürdistan bayraklarıyla, Türkiye topraklarında resmi geçit yaptı. Habur’dan girdiler, Silopi, Cizre, Nusaybin, Suruç güzergahını katedip, Mürşitpınar sınır kapımızdan Suriye’ye, Kobani’ye geçtiler. Bir bölümü, THY uçaklarıyla geldi, Kürdistan silahlı kuvvetlerini Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrak taşıyıcısı THY taşıdı, Erbil’den bindiler, Şanlıurfa’ya indiler, karayoluyla devam ettiler, resmen şov yaptılar, kurbanlar kesildi, havayi fişekler fırlatıldı, halaylar çekildi. Bazılarının üniformasında ABD bayrağı vardı, “biji serok Obama” sloganları atıldı. MİT eskortluk yaptı. Mardin-Urfa yolunda acıktılar, benzin istasyonunun dinlenme tesisinde lahmacun yediler, lahmacunun parasını bile Türkiye Cumhuriyeti Devleti ödedi.
Türk milletinin haysiyeti ayaklar altına alınırken, AKP’nin başbakanı Ahmet Davutoğlu ne diyordu? “Kobani’ye selam ediyorum, Kobani’deki kardeşlerimin alnından öpüyorum” diyordu.
★
İki yıl daha geçti, 2016 oldu... Pentagon gizlisi saklısı olmadan, PKK’ya açık açık silah vermeye başladı. Sadeçe o yıl, sadece 2016 yılında 1.100 tır dolusu silah cephane gönderildi.
★
Bir yıl daha geçti, 2017 oldu... Barzani Ankara’ya geldi. Tarihte ilk kez Kürdistan bayrağı başkentimizde göndere çekildi.
O sırada AKP başbakanı olan Binali Yıldırım ne dedi? “Kürdistan parlamentosu var, Kürdistan başbakanı var, kendine ait bayrağı var, elbette tanınır, ne var bunda” dedi!
★
25 yıl önce Ankara’da Kürtçe konuşmasına bile izin verilmeyen süklüm püklüm Barzani, aynı Ankara’da artık bayrak çeker hale gelmişti.
★
AKP iktidarı içinde, şu son 23 yıl içinde... Barzani’nin sarayını biz yaptık, Türkiye yaptı, Türk müteahhitler yaptı. Barzani’nin başbakanlık binasını biz yaptık. İçişleri bakanlığı binasını, kültür bakanlığı binasını biz yaptık. Erbil havalimanını, Süleymaniye havalimanını biz yaptık, Kerkük havalimanını biz modernize ettik, rahat rahat gidip gelsinler diye Türk Hava Yolları’ndan tarifeli seferler koyduk. Üniversitelerini, öğrenci yurtlarını, kampuslarını biz yaptık. İçme suyu şebekelerini biz kurduk, toplu konutlarını biz diktik, spor salonlarını biz yaptık, alışveriş merkezlerini biz inşa ettik. Petrol tesislerini biz vurduk, petrollerini doğalgazlarını bizim sırtımızdan satsınlar diye, kendi ellerimizle kendimize boru döşedik. Beş yıldızlı otellerini biz yaptık. Çatışmada yaralanan, dağda hastalanan PKK’lıların ücretsiz tedavi edildiği hastanelerini biz yaptık, tıbbi laboratuvarlarını biz kurduk. Amerikalılar -az önce anlattım- kafamıza çuval geçirdi, bordo bereli timimize kelepçe taktı, subayımızın kaburgasını kırdılar, yerlerde sürüklediler, esir tuttular, teşekkür mahiyetinde, Barzani bölgesindeki Amerikan üssünü biz yaptık, Barzani bölgesindeki Amerikan elçiliği binasını biz yaptık. Barzani’ye kendi vatandaşımızın ödediğinin yarı fiyatına elektrik veriyoruz, ampullü hükümetimiz sayesinde kullandıkları ampul’ü bile biz veriyoruz. Kanalizasyonlarını, arıtma tesislerini, sulama kanallarını, enerji iletim hatlarını, köprülerini, viyadüklerini biz yaptık. Duhok’la Zaho’yu dağın altından birbirine bağlayan tüneli biz yaptık, kendi memleketimizdeki tünelleri köprüleri Japonlara İtalyanlara filan yaptırıyoruz, Barzani’nin tünellerini kendi ellerimizle yaptık. Erbil-Kerkük yolunu, Erbil-Duhok yolunu, Erbil-Selahaddin yolunu, Divaniye-Samawa yolunu biz yaptık. Köylerinin içme suyu şebekelerini biz yaptık. Barzani’nin babasına anıt mezar yaptık, evet, Barzani’nin babasına anıt mezar bile yaptık, anıt mezarın camisi var, müzesi var, konukevi var, hepsini biz yaptık. Polis akademisi binasını biz yaptık. Banka binalarını biz yaptık. Et entegre tesislerini biz yaptık. Kapalı otoparklarını, alt geçitlerini, üst geçitlerini biz yaptık. Plazalarını biz yaptık. Sosyal yaşam gelişsin diye sinemalarını, tiyatrolarını, kültür merkezlerini biz yaptık, oyun parklarını biz yaptık, İstanbullular bilir, İstanbul’da eğlence merkezi Tatilya vardı, onu bile söküp Barzani’ye gönderdik. Erbil caddelerindeki okaliptüs ağaçları savaş sırasında kurumuştu, derhal biz devreye girdik, sosyal sorumluluk projesi kapsamında, para mara almadan, palmiye ağaçlarını biz diktik. Barzani’nin çöpçülük işini de biz yapıyoruz... Belediye binalarıyla birlikte caddelerinin, sokaklarının, meydanlarının temizlik ve çöp toplama işini biz yapıyoruz, insanın koltukları kabarıyor! Bir ara paraya sıkışmıştı, memur maaşlarını ödeyemiyordu, asrın liderimizden istedi, aramızda paranın lafı mı olur, Barzani’yi kırar mıyız, tiko para iki milyar dolar gönderdik.
★
AKP iktidarı içinde, şu son 23 yıl içinde, bizim sayemizde... Barzani 45 milyar varillik petrol rezervinin sahibi oldu. Barzani aniden Dubai şeyhi gibi oldu, Exxon Mobil, Chevron, BP, Shell, Total gibi Batı’nın petrol devi şirketleriyle ortaklık anlaşmaları imzaladı.
★
Netice?
★
Barzani, Türkiye’ye geldi, elleri tetikte, uzun namlulu silahları olan, üniformalı, bordo bereli korumalarıyla şov yaptı.
★
Amerikan ordusu, bu Barzani’yi himaye etmek için, bizim elit birliğimiz bordo berelilerimizin kafasına çuval geçirdi... Aynı Barzani, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’yle alay ederek, bordo bereli korumalarıyla geldi.
★
Sırtını ABD’ye yaslayarak, bordo bereli öyle olmaz böyle olur dedi yani.
★
Uzuuuun bir belgesel yazı oldu değil mi?
Kısası var aslında...
Anlayana davul zurna saz, anlamayana sazı soksan az.