O yıl soğuklar erken başlamıştı. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı tipi nedeniyle spor salonunda kutlamıştık. Bando takımının büyük davulunu çalıyordum ve salondaki yankı nedeniyle tokmağı her vurduğumda çıkan sesle kendim sarsılıyordum.

Bir gün sonra Kars’ın düşman işgalinden kurtuluşuydu.

Allahtan o törenlerde görevimiz yoktu.

Kars’la bizim ilçe olan Susuz’un arasındaki mesafe sadece 20 kilometre.

Çocukluğumda hep o üç günü düşünür, “20 kilometreyi üç günde geri aldıklarına göre ne büyük çatışmalar olmuştur” der dururdum. Kazım Karabekir Paşa’ya hayranlığım artardı.

3 Kasım törenlerine gelindiğinde hava sakinlemişti.

Güneş açmış, gökte mavinin en güzel tonu hâkim olmuştu.

Ancak yerde bir ayaz.

Hohlasan mavi gök donacak.

★★★

Törenler bittikten sonra evlere uğrayıp malzemelerimizi kapıp çayırlığa indik.

Dere cam gibi kalın bir buz tutmuş, gözleri kamaştıracak gibi parıldıyordu.

Kızaklarıyla gelenler uzun bir mesafede yarış yapmaya başladı.

O kızağın üzerine kapaklanıp buzun üzerinde süzülmek, hızla ilerlerken yüzüne çarpan ayazı umursamamak unutulmaz bir duygudur.

Bizim niyetimiz aşık oynamaktı.

Buzun en geniş yerinde genişçe bir çember çizdik. Orta yerini işaretledik.

Çemberin yarım metre dışına da düz bir çizgi çektik.

Peşi sıra herkes aşıklarını çıkardı.

Her oyuncu çemberin orta yerine aralarına mesafe koyarak ama düz bir çizgi halinde aşıklarını dizdi.

Artık enekeleri ortaya çıkarma zamanıydı.

Kimi kurşun dökerek ağırlaştırmıştı enekesini.

Kimi camların yalıtımı için kullandığımız kahverengi macunla doldurmuştu.

Eneke ne kadar ağırsa, çarptığı aşık o kadar uzağa gidiyordu.

★★★

Oyun başladı.

Çemberin dışına çizdiğimiz çizginin arkasına dizildik.

Enekelerimizi sırayla çemberin ortasındaki aşıklara fırlatmaya başladık.

En kritik aşamada, kavgacılığıyla bilinen bir arkadaşımızın vurduğu bir aşık tam çizginin kenarında durdu.

Çıktığı kabul ederse o aşığı vuran alacaktı.

Ancak çizginin üstündeyse yerine konulacaktı.

Enekenin sahibi hızla kayarak aşığa yaklaştı, eğilerek bakıyor numarası yaptı ve çaktırmadan aşığa üfledi.

Aşık kaygan buzun üzerinde kaydı.

Aşık artık dışarıdaydı ve kavgacı arkadaş o aşığı hemen alıp cebine koydu.

O anda herkes bir ağızdan o arkadaşa bağırdı.

“Cığız...”

Sonra itirazlar itirazlar, itiş kakış:

“Cığızlanma, aşık çizgide...”

Cığız, bizim oralarda çok yaygın kullanılan bir sözcük.

“Hile yapan”, “oyun bozan”, “mızıkçı” gibi anlamları var.

Uzun tartışmanın ardından oyuncuların itirazı nedeniyle enekenin sahibi de gerçeği kabul etti ve aşık eski yerine konuldu.

Bütün oyuncular itiraz etmese, o arkadaş yaptığı hileyle, kaşla göz arasında aşıklarına yeni bir aşık daha ekleyecekti. Belki de o oyunun “kazananı” olacaktı.

★★★

Ülkeyi yöneten iktidar da aynı şeyi yapıyor.

Devletin imkanlarını kullanarak enekesini gülle gibi ağırlaştırmış.

Sahip olduğu devlet gücüyle öyle bir fırlatıyor ki eneke nereye çarpsa kaş göz yarıyor.

Kural falan tanıdığı da yok.

İtiraz gelince de cığızlanıyor, itiraz edeni oyundan atıyor.

Astığı astık, kestiği kestik.

Hukuk devleti, anayasa, yasalar, demokratik haklar umurunda değil.

“Hem zorlu hem güçlü” misali sesi herkesten çok çıkıyor.

Ben de dahil olmak üzere bir çoğumuz iktidar için “oyun kuruyor” diyoruz ama bu doğruyu yansıtmıyor olabilir.

Zira yapılan oyun kurmaktan çok, mevcut oyunun kurallarını zorlayarak, cığızlanarak kazanma çabası.

Türkiye’nin bugün en büyük sorunu “Cığız iktidar”dır.

Bu saatten sonra cığızlığı bırakıp normale dönmesini beklemek de safdilliktir.

Son Esenyurt vakası da dahil, yaşadığımız bütün gelişmelere bu gözle bakmakta yarar var.