Küçücük çocuklardık.
O günü heyecanla beklemiştik.
Mahallenin bakkalında sohbet eden abiler “yarın ada kesiyoruz” diyordu.
Ada kesmenin ne olduğunu bilmiyor olsak da ilk balık avımıza çıkacağımız için çok mutluyduk.
Sabahın erken saatlerinde bizim evin altından geçen dereye indik.
★★★
Suyun ikiye ayrıldığı yerde toplaştık.
Abiler, önce çayırlıktan “çum” kestiler. Üzeri yeşil uzun otlarla kaplı bir alanda düz lapatkayla (küreklerle) kare kare kesilmiş toprak parçaları çıkarılıyordu. Toprak, otların kökleri nedeniyle dağılmayıp kalıp halinde durabiliyordu. İşte o toprak kalıplara da çum diyorduk.
Ardından herkes gücü yettiği büyüklükte bir taş bulup dereye taşımaya başladı.
İkiye ayrılan suyun bir kolu, bu taşların ve çumların yardımıyla diğer kola bağlandı.
“Ada kesmek” dedikleri şeyi böylece öğrenmiş olduk.
★★★
Suyun tamamen kesildiği tarafta sadece küçük su birikintileriyle, derin yerlerdeki göletler kalmıştı. Su birikintilerine sığınmaya çalışan balıklar, kurbağalar görünür olmuştu.
Herkes gördüğü, erişebildiği balıkları yakalamaya başladı.
Bazı abiler ellerindeki dirgeni gölete hızla daldırıyordu.
Bazı dirgenler göletten ucunda çırpınan balık ya da balıklarla çıkıyordu. En büyük balıklar o göletlerden çıkıyordu.
Bazı abiler iyice soyunup göletin kenarlarına dalıyordu. Bazıları ellerinde büyük balıklarla çıkarken, şanssız olanları balık diye koca koca kurbağaları yakalıyordu.
★★★
Biz çocukların payına sığ yerler kalmıştı.
Nenem “partallarınızı çamur etmeyin” diye uyarsa da gördüğümüz balığı yakalamak için su, çamur dinlemeden atlıyorduk.
İlk yakaladığım balık küçücüktü.
Kahverengiydi ve burun kısmında kedilerinkine benzeyen bıyıkları vardı.
Yakındaki abiye gösterdim.
“At onu, eşşek balığı o, yenmez” dedi.
Çaresizce attım.
Abi, beyaz, parlak pulları olan küçük bir balık gösterdi ve “bak bu nurca, bunlardan yakala” dedi.
Böylece hangi balığın yenebildiği, hangisinin yenmeyeceği konusunda ilk dersimi almış oldum
★★★
O gün şunu fark ettim: Bizim oralarda kendisi ya da ürettiği şey yenilmeyen her şeyin başına “eşşek” ifadesi konuluyordu.
“Eşşek mantarı”, “eşşek soğanı”, “eşşek balığı”, “eşşek arısı” ve “eşşek hıyarı” gibi...
Hatta evladın hayırsızına da “eşşek oğul” denirdi.
Tavuğu, kazı, kuzuyu, sığırı, sarı ve alabalığı yiyip, tavşanı, tilkiyi, atı, eşeği, iti, pişiği (kediyi), kurbağayı, eşşek balığını yememeyi de bir gelenek gibi yaşayarak öğrenmiştik.
Domuzun adını dahi duymadığım için yasaklı bir hayvan olduğunu ise Ankara’da öğrenmiştim.
★★★
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın tağşişli ve taklit ürünler listesine dair haberleri okurken yaşayarak öğrendiğim o listeyi anımsadım.
Şahsen, Köfteci Yusuf gibi devasa bir şirketin üç kuruş fazla para kazanmak için böyle bir riske gireceğine inanmakta zorlanıyorum.
Ancak, tedarikçisinden böyle bir kaçak olma ihtimalini de görmezden gelemiyorum.
Zira bakanlığın laboratuvar sonuçlarını gördüm ve binde bir hata payıyla yapılmış bir testin doğruluğundan şüphe etmedim.
Bir tarafta istemediği, yasaklı şeyi farkına varmadan yiyen binlerce insan, diğer tarafta binlerce insanın çalıştığı, binlerce ailenin ekmek kapısı olan bir şirket.
Yorumlarken, tavır alırken karar vermesi gerçekten zor bir durum.
★★★
Ne yazık ki Oktay Akbal’ın ifadesiyle önce ekmeklerin bozulduğu yerde her şey bozuluyor ve her şeyin hızla bozulduğu bir ortamda kendimizi korumaktan, kendi önlemimizi almaktan başka çaremiz kalmıyor.
“Adana’ya gelin ciğerimi yiyin”
Yemeklerden söz etmişken, 17 Ekim’de Adana Lezzet Festivali başlıyor. Adana Valisi Yavuz Selim Köşger ile Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar dün İstanbul Feriye’de festivalin tanıtımını yaptı.
Vali Keşger ile Başkan Karalar’ın uyumunu çok beğendim. İkisinin de Adana’yı önceleyen tavırları bütün katılımcılardan övgü aldı.
Toplantıya Türkiye’nin ünlü şefleri, gurmeleri ve sektör temsilcilerinin yoğun bir şekilde katılmasından da festivalin şenlikli geçeceğini anladım.
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın açıkladığı liste nedeniyle yemek sektörün (özellikle bazı büyük oyuncularının) zor günler yaşadığı bir ortamda, bir lezzet festivali sadece Adana’ya değil ülkeye iyi gelebilir.
Başkan Karalar tanıtım etkinliğindeki konuşmasını “Adana’ya gelin ciğerimi yiyin” sözleriyle tamamladı. Bu söz dinleyenlerden büyük alkış aldı.
“Sabah kahvaltıda ciğer mi yenir” diyen ben deniz de sorumun cevabını uygulamalı aldım ve gördüm ki yeniliyormuş.
Bu arada Türkiye’nin önemli şeflerinden Mehmet Yalçınkaya’yla Başkan Karalar’ın gerçek Adana kebabı konusundaki sohbetlerini dinlemekten de büyük zevk aldım.