Ekranlarda, köşelerde seçime/ seçmen davranışlarına dair onca yoruma/analize/ değerlendirmeye denk geliyorsunuz...

Seçmenlerin oy verme davranışını inceleyen çeşitli modeller var; sosyolojik modeller, parti kimliği modeli, ekonomik oy verme modeli, stratejik oy verme modeli vs.

Özellikle ekonomi-politik faktörlerin ülkemizde yapılan birçok seçim sonucunda belirleyici rol oynadığını yaşadınız, biliyoruz. Mesela, AKP böyle iktidar olmadı mı; 1990’lar ekonomik-siyasi krizlerinin sonucu...

Bir örnek daha vermek isterim; yapılan araştırmada 1961-1999 arası dönemde, Türkiye’de enflasyon oranlarının siyasi parti oyları üzerinde oldukça etkili olduğu görüldü...

Ekonomi-politik faktörlerin, seçmen davranışı ve bu bağlamda seçim sonucu üzerinde etkilerini tanımlayan kavrama, “ekonomik oylama modeli” deniyor! Buna göre:

Ekonomik oy verme teorisi; seçmenin kararlarını ekonomik refahlarına dayandırdığını öne sürüyor. Yani, insanlar kişisel ekonomik durumlarının iyileştiğini hissederlerse, mevcut iktidar partisi için oy vermeleri daha olası oluyor. Tersi ise, ekonomik durumlarının kötüleştiğine inanırsa, bunu yaşarsa kişisel çıkar güdüsüyle hareket edip iktidarı “cezalandırma” “uyarma” yönünde oy kullanıyor...

★★★

31 Mart’ta seçmen davranışlarını genel olarak, satın alma gücündeki büyük düşüşün etkileyeceğini düşünüyorum...

Seçmen makro değil mikro yani “kesesini”/ ekonomik çıkarını düşünerek oy tercihinde bulunacağını tahmin ediyorum...

Buna kimilerinin itirazı olabilir. İddialıyım:

- Yaşanılan ağır enflasyonist sürecin seçmene refahını ne derece kaybettirdiğini pazar günü göreceğiz

- İktidar ne kadar oy kaybedecek, muhalefet ne kadar oy artışı sağlayacak buna tanıklık edeceğiz...

Fakat. Şu ayrıntıyı gözden kaçırmamak lazım:

AKP/Erdoğan, “ekonomik oy” etkisinin farkına vardı ki, son günlerde “biz bozduk, biz çözeriz” demeye başladı! Seçmeni geleceğe dönük umutlandırmaya çabalıyor...

Bunun etkisini yok sayamayız, seçmen geleceğe dönük yaşar. Seçmen oyunu, kendisine en fazla fayda sağlayacak adaya verir.

Türkiye’de bu “aday” -Cumhurbaşkanı olmasına rağmen- şehir şehir dolaşan Erdoğan’dır!

Yadsınamaz gerçek şu ki; çok seçmen Erdoğan’ı hâlâ (özellikle de terör ile mücadelede) ülkenin tek lideri görüyor. Merakım bu liderin, ekonomi konusundaki vaatlerini seçmen ne kadar inandırıcı bulacak, bunu da sandıklar gösterecek...

★★★

Evet iddialıyım:

31 Mart seçiminin kaderini siyasal partilerin kampanyaları değil, ekonomik sıkıntı çeken seçmenin davranışı belirleyecektir.

Şunu da eklemeliyim:

Seçmen dünde yaşamaz, dünün faydalarını hemen unutma hafızasına sahiptir. Mesela, seçimlerden bir ay önce kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın 1930 yerel seçimindeki başarısını anımsatmak isterim. 1929 büyük krizinin sonucuydu bu!

Seçmen oyuyla, ödüllendirme gibi cezalandırma da yapar; 1950’de milli kahraman İsmet İnönü’yü iktidardan düşürmedi mi seçmen...

Açayım:

Partilerin performansı ile oy verme davranışı arasındaki ilişkiyi inceleyen en önemli varsayımlardan biri “sorumluluk hipotezi”dir. Buna göre, bireyler ekonomik koşullara ilişkin sorumluluğu sadece siyasal iktidarlara yükler. Bu sebeple AKP/Erdoğan son yıllardaki en zor, muhalefet ise en kolay seçimine giriyor!

Dönüp dönüp aynı olgudan bahsediyorum: Geçim sıkıntısı... 31 Mart’ta seçmenin dip duygusu bu, asıl bunun oylaması yapılacak...

Toparlarsam:

Ekonomi konjonktürün olumlu seyrettiği dönemlerde iktidar partisi adayları, aksi durumda ise muhalefet adayları avantajlı konuma geçiyor...

31 Mart’ta kimin/kimlerin kazandığından çok sandıktan çıkacak oy dağılımı verilerini merak ediyorum. Çünkü bu ülke siyasi geleceğine ışık tutacak...