Müzik sektörünün baş aktörleri elbirliğiyle tüm kaynakları, yaratıcılığı kuruttular.
Nasıl mı oldu?
Yıllarca güzel şarkılarının üzerine kariyer, servet inşa ettikleri isimlere asla ve asla hak ettikleri paraları vermediler. Parayı geçtim yeterli değeri bile vermediler.
Kendi şarkısını kendi yazamayanlar, güzel seslerine hayat verenleri başlarının üzerlerinde gezdirmeleri gerekirken oralı bile olmadılar.
Böyle olunca da sistem üretimi teşvik üzerine kurulmadı.
Şarkı yazan isimler baktılar ki kendi şarkıları ile milyonlara ulaşan ve milyonlarca lira kazanan isimler yanında kendileri asla hak ettikleri paraları kazanamayacaklar.
Sesleri güzel olanlar kendilerine albüm yapmaya çalıştı.
Olmayanların da bir kısmı sefalet ve küskünlük içinde hayata usulca veda etti ya da başka işlere yöneldi.
Böyle olunca da Türk müzik endüstrisinde deniz bitti.
Artık anlı şanlı isimler bir hit bile çıkaramadıkları albümlerle yetinmek zorundalar.
Durum böyle olunca da bit pazarına nur yağdı tabii.
Patlatıyorlar bir “cover” yani daha önce başka sanatçının söylediği şarkı albümü, hoop gelsin bayi toplantıları, konserler.
Başka çare yok yani.
Ebru Gündeş çok da satmayan albümü sonrası “cover” albüm çıkarmaya karar vermiş.
Müslüm Gürses’in, Kayahan’ın şarkılarını seslendirecekmiş.
Yazık, onca paraya, şöhrete rağmen hepimizin diline marş olacak yeni bir şarkı bulmak o kadar zor ki mecburen garanti işe yöneliyor.
Ama artık o kadar suyunu çıkardılar ki eski şarkıları yeniden seslendirme işini onun da tutma garantisi yok.
E kendiniz ettiniz kendiniz buluyorsunuz.
Olan da bizim gibi müzikseverlere oluyor.
Resmen eski şarkıları ısıtıp ısıtıp önümüze koyup bizi hafiften kandırmaya çalışıyorsunuz!
Dünyanın en başıboş kenti: İstanbul
Siyasiler mitinge gelince ellerinde mikrofonlar başlıyorlar hamasete.
Ecdattan girip, İstanbul sevdasından çıkıyorlar.
Ama on yıldan fazladır yönettikleri İstanbul’da hiçbir sorun çözülme eğilimi göstermiyor.
Hata bırakın çözülme eğilimini daha kötüye gidiyor.
Hafta sonu iki gün üst üste trafik afeti yaşadık İstanbul’da.
Hele pazar günü akıl dışı bir trafik vardı.
Ve işin acayibi öyle bir hava var ki sanki kenti yönetenler ve trafik polisleri topluca kenti terk etmiş ve kendi kaderimizle baş başa kalmış gibiyiz.

Trafikte onca kilometre yaptım iki gün, en küçük bir organizasyon çabasına tanık olmadım.
Mesela başımızın belası sarı inşaat kamyonları hafta sonu gündüz trafikte fink atabiliyor.
Kimse demiyor ki “Bunlar taş, toprak taşıyor. Bir acelesi yok, gündüz trafiğe çıkamasınlar.”
Kimse demiyor ki sıkışan kavşaklar belli, oralara ekipleri yollayalım manuel olarak akış sağlayalım.
Belli ki o havalı AKOM binasındaki dev ekranlardan halimizi seyredip gülüyorlar.
Metrobüs dedikleri, çağdaş ulaşım çözümü olarak sundukları sistem tıkanmış durumda. Kendi itiraf ettikleri üzere kapasitesinin sonuna ulaştı.
Yapılırken karşı çıktığımızda hem de bunları söyleyerek muhalefet ettiğimizde ayağa kalkmışlardı.
İnsanlar hiç de medeni olmayan şartlarda yolculuk yapmaya çalışıyor.
İnsanlar otomobillerinde, tıkış tıkış otobüslerde saç baş yoluyor. Kimse oralı değil.
Yok mudur kurtaracak bu kenti ve insanını?
Niyazi Gül senaryo kurbanı:(
Ata Demirer’in sinemasını seviyorum.
Kişiliğini ve hayata bakışını seviyorum aslında ki bu daha da önemli.
Hüseyin Badem karakteri ile bizi ne çok güldürdü sinema salonlarında.
Demet Akbağ’ı yeni partneri yaparak nasıl da doğru bir karar verdi.
‘Eyyvah Eyvah’ serisi ayaklarının yere basıyor oluşu, derdini iyi anlatışı ve tabii ki yerelliği mükemmel yansıtması dolayısıyla komedi izleyicisinin gönlünde taht kurdu.
Geçtiğimiz hafta Demirer yeni filmi “Niyazi Gül Dörtnala” ile beyazperdede yerini aldı.
Cuma akşamı koştum sinemaya.

Korsan TV yıllarında parodi karakterlerinden biri olan Niyazi Gül, en sevdiğim karakterlerden biriydi.
Ancak ne yazık ki film versiyonu beklemediğim kadar hayal kırıklığı oldu.
Ata Demirer, Demek Akbağ, Şebnem Bozoklu ve Levent Ülgen ellerinden geleni fazla fazla yapmışlar ama ne yazık ki senaryo doğru dürüst bir hikâyeye sahip olmayınca bu çabaları yerini bulamamış.
Komik sahneler var ama sadece o kadar...
Özellikle yaklaşık yirmi dakikalık final sekansı filmi iyice tuhaf bir yere götürmüş.
Ata’yı çok seven biri olarak üzüldüm açıkçası.