Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek dün yeni “vatandaştan tahsilat paketi”ni savunurken öyle cümleler kurdu ki küçük dilimi yuttum.

Şimşek devletimizin temel ihtiyaçlarını nasıl karşılayamaz hale geldiğini itiraf etti.

Nereden mi çıkardım?

Mehmet Şimşek’in NTV’deki şu sözlerinden:

“Zor bir coğrafyadayız. Ülkemizin caydırıcılığını arttırma zorunluluğumuz var. En son toplantıda yeni birtakım görevler verildi. Denildi ki çelik kubbe inşa edilecek. Bunlar pahalı sistemler. 5. nesil uçağa ciddi para yatırıyoruz. Şu anda binin üzerinde proje var. Kaynak gerektiriyor. Son toplantıda ilave kaynak talebi oluştu. Bu sene kaynağı 165 milyar liraya çıkardık bunu arttırmamız gerekecek. Bir tedbir seti geliştirmemiz gerekti ve öneriler alındı. Partimizin yetkili organlarıyla oturulup bu karar alındı. ‘Enflasyon artışlarından uzak duralım’ denildi. Bu konuda milletimizin endişesi olmasın bu paketin bir kuruşu bize gelmeyecek, savunma sanayine gidecek. Zor bir coğrafyada yaşıyoruz ve teknoloji geliştirmemiz lazım. Başka yerden alın diyecekler biz şu anda deprem ve EYT’yi yönetmeye çalışıyoruz. Tek seçenek kalıyordu: İşlemler üzerinden kaynak yaratmak.”

★★★

Açıkça diyor ki ülkemizin savunma açığı var ve mevcut bütçe bu açığı kapatmaya yetmiyor.

Bir ülke düşünün, kendisini savunabilmek için vatandaşın kredi kartı limitinden haraç gibi vergi almaya muhtaç olsun!

Bir ülke düşünün, kendisini savunabilmek için vatandaşın kol saatinden vergi almak zorunda kalsın!

Bir ülke düşünün, kendisini savunabilmek için dijital ortamda artık hiç kullanmayan damgalar için alınan vergileri iki üç katına çıkarsın.

Bu bir iflas duyurusudur. Bu vatandaşın son 750 lirasına (yaklaşık 20 dolarına) muhtaç olma durumudur.

Hep aynı hikâye!

Vatandaşın 20 dolarına muhtaç olmak derken aklıma merhum Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel için söylenen “75 sente muhtaç olduk” sözleri geldi.

O zaman 75 sente muhtaç olan ülkemiz bugün de 20 dolara muhtaç ve bu millet bir defa daha, önceden oynanmış bir filmin oyuncusu olmuş durumda.

İnanmıyorsanız aşağıda paylaştığım gazete kupürüne bakın.

6 Şubat 1991 tarihli Milliyet Gazetesi’nin birinci sayfasından söz ediyorum.

Kapakta görsel olarak efsane karikatürist Bedri Koraman’ın çizdiği temsili Turgut Özal karikatürü var. Özal, ABD’nin dünya savaşı sırasında asker toplamak için kullandığı “Seni istiyorum” sloganıyla çizilen Sam Amca figürü gibi karikatürize edilmiş.

(Şimdi bir karikatürist Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı bu şekilde çizse Silivri ya da Sincan’a atarlar, gün yüzü göremez bir daha.

Üstelik Özal’ın o karikatürün orijinalini kişisel arşivinde saklamak için Bedri Koraman’dan istediği rivayet edilir.)

★★★

Haberin başlığını görmüşsünüzdür zaten: “Savaş yok vergisi var”.

O günlerde ABD uçakları Irak’ı bombalıyor, füzeler Bağdat semalarından eksik olmuyordu.

Özal, ülke ekonomisindeki darboğazı Türkiye’yi ABD’nin Kuzey Cephesi yapma karşılığında ABD desteğiyle aşmayı ve sonuçta bir koyup üç almayı hayal ediyordu.

Özal, hükümeti bununla da yetinmeyip, savaş ihtimalini kullanarak milletin üzerine vergi ve zam salıyordu.

İşte “Savaş yok vergisi var” başlığı da bu durumu özetliyordu.

★★★

O başlığın atılmasının üzerinden neredeyse 33 yıl geçti ve biz bugün de “savaş” ve “savunma” gerekçeli yeni vergilerle karşı karşıya kalıyoruz.

Bugüne kadar başka ülkelere “bir gece ansızın gelebiliriz” mesajları vererek siyasi propaganda yapan iktidarın, durduk yerde “İsrail bir gece ansızın gelebilir” korkusu salmaya başlaması hepimize tuhaf gelmişti.

Meğer “İsrail’in hedefi Anadolu” söylemlerinin altında millete yeni vergiler ve zamlar salma için zemin hazırlama fikri yatıyormuş.

Hep aynı hikâye!

Nasıl 1991’de Özal olası savaş tehlikesini göstererek milleti vergilere mecbur bırakıyorsa bugün de Erdoğan olası savaş tehlikesini göstererek milleti yeni vergi ve zamlara mecbur bırakmaya çalışıyor.

Bir nevi millete ölümü (savaşı) göstererek sıtmaya (vergi ve zamlara) mecbur ediyor.

Acemoğlu’na kulak verin

Daron Acemoğlu bu topraklarda doğmuş üçüncü Nobel ödülü sahibi oldu.

Daha önce Orhan Pamuk edebiyat, Aziz Sancar da kimya ödülüne layık görülmüştü.

Üçüyle de gurur duyuyorum.

Üçü de bu topraklarda doğan yeni nesiller için hâlâ umut ışığı oldular.

Daron Acemoğlu’nu kutlarken, ortada “ekonomist” diye dolaşan yöneticilerimize de kendisine biraz kulak vermelerini öneriyorum.

Bunu yaparlarsa, bugün Türkiye’de Acemoğlu’nun yazıp çizdiklerinin, önerdiklerinin tam tersini yaptıklarını görürler.

Tüm toplumu gözeten demokratik kurumların olduğu ülkelerin zengin, seçkin bir sınıfın gücüne güç katan otoriter ve sömürücü kurumların olduğu ülkelerin fakir olduğunu fark ederler.

Yolsuzluk, baskı ve kötü eğitimle donatılmış bu düzenin yozlaşmaya mecbur olduğunu anlarlar.

Özgür bir medyayı desteklemek yerine onunla mücadele etmenin, otoriter rejimlerin alışkanlığı olduğu gerçeğinden kaçamazlar.