Narin Güran’ın öldürülmesi, okula gitmesi gereken bir kız çocuğunun toprağa verilmesi, ailenin, bir köyün suskunluğu toplumsal bir travma yarattı. Narin ilk değil, umarım son olur. Peki meşrulaştırılmaya çalışılan, cezasızlıkla taçlandırılan şiddet olgusu toplumda nasıl yerleşti, nasıl defedilir? Klinik Psikolog Ayşe Kayhan’a sordum: 

Şiddetin toplumun her kesimi üzerinde egemenlik kurduğunu görüyoruz. Hatta şiddetin bir sorun çözme yolu olarak benimsendiğini... Bize ne oldu?

Şiddet toplumu; yaşadıkları alanı, insanları, toplumu ve toplum kurallarını kendi güç dengeleri adına korku sarmalı yaratmak ve toplumsal sessizliği sağlayarak kendi çıkarları adına yeni etki alanları elde etmek üzerine bir kavram. Bireysel alanda umutsuzluk, çaresizlik duygusunu beslediği gibi ciddi bir güven ve güvenlik duygusu erozyonu yaratır. Amaç zaten budur. Sosyal alanların tümünde aile, mahalle, iş yeri, sokak, siyaset, okul vb şiddet gücün göstergesi olarak methiye alırsa... Medyada, sinemada dizide şiddetle düzen sağlayan ama hak savunucusu kisvesiyle bunu yapan karakterler idolleşirse... Özellikle iktidar olmak, erkek olmak güç üstünden tanımlanırken en çok bağıran, küfreden vuran kıran olarak servis edilirse... Tüm bunlar olurken toplumda, sağlıkta, okulda, ailede, sokakta şiddet dili ve davranışını hak görmeler artar. Ahlaksızlık, yalan dolan ve gemisini kurtaran aslan zihniyetiyle saldırgan davranışlar ve üslup, kural ihlalleri, cinayet, tecavüz kaçınılmaz bir artış gösterir. Böylelikle bilim, bilgi, emek, dürüstlük, romantik hatta ütopik değerler olarak kalmaya mahkum olur. Tüm şiddet davranışı ve dilinin içinde yaşamak veya bunların sıklıkla izleyicisi olmak meselelere duyarsız kalmayı getirebildiği gibi, çaresizlik duygusunu pekiştirir,  umutsuzluk, sessiz derin bir öfkeyi getirir. Toplumun başka bireyleri içinse örnek alma, sorunları çözme yöntemi olarak kullanma olarak karşımıza çıkar. Şiddet şiddeti doğurarak büyür.

Siyasi iklim bunda ne kadar etkili? Toplumun kamplara ayrılması, dindar olan, olmayan, Müslüman/kafir, Sünni, Alevi gibi ayrımlar/ayrımcılıklar kalıcı zararlar üretiyor mu?

Siyasi erk, benimsenen ifade biçimleri, eşitliksiz, alınan kararlar... Öteki ve farklı olana aşağılayıcı, yargılayıcı üslup, tutum ve uygulanan yaptırımlar güven ve güvenlik duygusunun yitirilmesine neden olur. 20 yılı aşkın bir süreçte bu durumu daha aktif ve çarpıcı bir biçimde yaşamaktayız. Süre uzadıkça bu öfkeli, şiddetli, ayrımcı, düşman dil nesillere sirayet etmektedir. Devamlılığı toplumda genel yargılara tehlikeli bir biçimde neden olmaktadır. Dolayısı ile eskilerin bir sözü geldi aklıma, “Ön teker nereye giderse arka teker oraya gider.” Siyasi kararlar, yönetim erkleri liyakat ve bilim konusunda küçümseyici yok sayıcı bir davranış içinde. Bunun toplumsal yansımaları hadsizlik, küstahlık, kabalık ve şiddet olarak yaşama geçmektedir. Çıkarları peşinde koşma, yalnızca kararlılık ve işgal etme motivasyonu bir bireyin yaşam hedefi haline geldiğinde yaptığı davranışın gerekçesi daha basit ve kolay olandan yana olur.

Tarikatlar, cemaatlerin etkin olduğu yerlerde şiddet ‘kol kırılır, yen içinde kalır’ şeklinde yaşanıyor. Neden?

Cehaletle söylenen dini, siyasi, sosyolojik tanımlamalar yani örf, adet, gelenek, görenek gibi hayli ucu bucağı olmayan zehirli gerekçelere sığınılır. “Bu kol kırılır yen içinde kalır”, bu ülkenin baş belası bir olgudur kendimi bildim bileli. Aslında hiçbir zaman sosyal devlet olamadığımızın ve olamayacağımızın göstergesi. Dayanağı, ailenin kutsallığı gibi yapay ve hiçbir gerçekliği olmayan bir olguya dayanıyor. Bu kutsiyeti cemaatler, tarikatlar kendi çıkarları için çarpık zihniyet ve niyetlerle kötüye kullanmaktadırlar. Namus kavramı üzerindeki tanımlamalar erkek zihniyetinin zehridir. Bu da din kisvesiyle bir insan olarak toplumdaki yeri yok sayılan kadın ve çocuk bir meta olarak görülür ve kullanılır. Görüldüğü gibi yaşam hakkı elinden alınır.

Şiddet normalleştirilip meşrulaştırıldı. Hukuki boşluklar, şiddetin önünü açıyor mu? Cezasızlık körüklüyor mu?

Şiddetin bu kadar yaygın hatta olağan ve haklı bulunduğu bir toplum olmamızda bu toplumun tüm erkekleri ve bizler de suçluyuz. Hukuk sistemi bu konuda zayıf, yetersiz ve manüpülatif kararları ile yetersiz kaldı. Hukuk, toplum olmak hatta millet olmak şemasının olmazsa olmazıdır. İlk ve en önemli maddesi de herkes için yaşam hakkının korunmasıdır. Çeşitlilik, cinsiyet, yaş, ırk, mezhep ne olursa olsun bir milletin ortak güvencesi ortak yaşam uyumu için hukuk önemlidir. Adalet duygusu devlete, ortak yaşama hizmet sunar. Adalet duygusu şimdiki gibi darbeler aldığında, herkesin kendi adaletini sağlamayı hak görmesi gibi tehlikeli davranışları ortaya çıkarır. Suça yeterli ceza vermediğinizde şiddeti körüklersiniz. Ceza gerekçesi ne olursa olsun topluma veya bireye karşı işlenen özellikle de yaşam hakkını yok etmeye yönelik tüm eylemlerde en ağırı olmalı, affı olmamalıdır. Bu da yöneticilerin kararlılığı ve hukukun bağımsızlığıyla ilgilidir.

Kadın cinayetleri hangi motivasyonlarla işleniyor?

Kadınlara yönelik şiddet ve kadın cinayetleri meselesi toplumun erkek ve erkeklik tanımı, kültürüyle ilgili bir durum. Kadın cinsiyetini nasıl gördüğünüz nasıl tanımladığımıza bakalım. Bu tanımlar hep vardı. Namus, anne, bakım veren, hizmetli, baştan çıkaran, kötülüğün kendisi, yoldan çıkaran, rezil de eden vezir de... Erkeklik tanımını dinden, siyasi erkin yaklaşım ve söyleminden, gelenek görenek gibi altı hayli boş tarih boyu acı bedeller ödenen olgulardan oluştuğundan erkekler, erkekliklerine yönelik tehdit hissetmeleri ve hak görme fikrine sahip olurlar. Kibar olmayacağım artık, yetersiz ve güçsüz kimlikleri de bu durumu içinde tanıma alırsak azgınlaştırılmış erkek kültürü, erkek şiddetini büyütüp besliyor. Her türlü şiddet, tecavüz ve cinayet suçtur, ağır cezalar almalıdır. Bu suçlar bir kişilik sorunu, hormon meselesi, bir patoloji değil salt kötülük “erkek şiddetidir.”

Çocuğa karşı suçları çok konuşur olduk. En son Narin’in cansız bedeni üzerinden konuşuyoruz. Bu acımasızlığı neyle açıklarsınız?

Ataerkil aile yapısında, ataerkil toplumlarda çocuklar ve kadınlar insan “birey” olarak görülmez. Onlar birer iş gücü, hizmet verendir. Bazen de yük olurlar. Bu yapı da bağ kurmaktan söz edemeyiz. Üzerlerinde güç ve hâkimiyet kurmak önemli olur. Haz alma dürtüsünün araçları olurlar. Bu durum gözden çıkarılmaları, istismar edilmeleri, öldürülmeleri, evlendirilerek satılarak kurtulunan metalar olmaları demek.

Seanslarınızda ne görüyorsunuz? İnsanların birbirine toleransı azaldı mı?

Yaptığımız iş toplumsal olan biten her şeyin birey üstündeki izlerini de görmemize neden olmakta. Toplumsal dönüşümü, kayıpları, acıları bireylerde izliyor oluyoruz. Nesiller gördüm diyebilirim. Ne yazık ki yitip gidenler-umut, gelecekle ilgili hayal kurma, kendini koruma becerileri, paylaşım, dayanışma, güven duygusu, hoşgörü. Yerine ikame eden ama insan bünyesini, kimliğini hayli zorlayan haller; çaresizlik, umutsuzluk, yüksek kaygı, obsesyon, depresyon, bencillik, asosyal yaşam, ekonomik güçlülük, sanal alemde röntgencilik...

Vasatlaşma, eğitimin önemsizleşmesi şiddeti nasıl körüklüyor?

İnsanın tüm memelilerden en önemli farkı öğrenme becerileri, hafıza, davranışa dökme, kısa evrim geçirmesidir. Öğrenmenin, güvende hissederek paylaşmanın, dayanışmanın ve üretmenin fıtratında olan sosyal bir canlı insan. Korkuyla, güvende hissetmeyerek aciz düşürülüyor. Yalnızlık ve kötülük hakim oluyor. Bilmek, bilgi aslında en temel ihtiyaç. Şikâyetlerin, dertlerin, niyetlerin, merakların cevabı bilginin sunduklarındadır. Örneğin neye inanırsanız inanın bunun bilgisine erişmeniz, okumanız, akılla ve hafızayla hayata geçirmeniz sizi koruyacak ve iyi hissettirecektir. Ama cehaleti seçerseniz, okumazsanız, bilgiyi beyin fonksiyonlarınız arasına almazsanız başka insanların akıllarına fikirlerine muhtaç olur ve kötüye kullanılırsınız. Kötülüğe alet olmak. Vasatlık, kolaycılık öylelikle hâkim oluveriyor. En sevmediğim cümlelerden biri daha “Amerika’yı yeniden keşfetmek.” Her kişi kendi keşiflerini ve deneyimlerini bilgiyle bezemeli. Bilginin olmadığı yerde akıl, muhakeme ve vicdan gelişmez. Sana sabretmek, boyun eğmek, elindekiyle yetinmek öğretilir, dayatılır. Vasatla idare et, yaşa gitsin. Vasat için eğitime de, keşfe de, hayal kurmaya da ihtiyaç yoktur. Vasat toplum daha kolay yönetilir ve sömürülür.

Örgütlü kötülük nedir?

Örgütlü kötülük şimdiye kadar üstüne söz söylediğimiz her şeyin topluluk çıkarları adına beslenmesi ve büyütülmesidir. Ki ben geldiğimiz bu durumun tam da böyle bir duruma hizmet ettiğini düşünüyorum. Doğal akıştaki her duyguya, fikre, doğaya, hayvana, kadına ve çocuğa geliştirilen bir öfke desteklenen bir şiddet olduğunu düşünüyorum.

Şiddeti toplumdan söküp atmak neyle mümkün? Çürümeyi nasıl önleyebiliriz? Bunu yapamazsak bir 10 yıl sonrasının resmini nasıl çizersiniz?

Şiddeti durdurmak, bu davranış, üslup ve ideolojiyi dönüştürmek. Gerçek anlamda kararlılıktan, eğitimden yeni davranış ve direniş geleneği oluşturmak. Hukuk sisteminden, suçu affetmeden, esnetmeden, “ama”lara feda etmeden cezalandırmaktan geçiyor. Direniş, mücadele her alanda olmalı. Aile kutsaldır diyerek sosyal devlet olmak sorumluluğundan kurtulamayız. Öteki diye bir kavramla mücadele etmeliyiz. Öteki gördüğünüzle ortak bir dünyada yaşadığımızı kabul etmeliyiz. Ucuz, hamasi bilgi tuzaklarına düşmemek kimseyi düşürmemek için mücadele etmeliyiz. Korkuya teslim olmak yerine korkuyoruz, evet herkes gibi hepimiz. Kabul ama yola devam edersek bunu da yeneceğiz. Korkarsak acı ve çaresizlikte boğulacağız. Cehalet, vasatlık, sıradanlık, kadercilik istenilen mutluluğu getirmeyecektir.