Hizbullah lideri Hasan Nasrallah geçen cuma akşamı İsrail saldırısında öldürüldü. Nasrallah’ın ölümüyle birlikte, Türkiye’de bazı İslami grupların mezhepsel bakış açıları gündeme geldi. Bu arada SÖZCÜ yazarı Soner Yalçın da 7 Ağustos’ta yayımlanan “Muhafazakâr siyasetin, medyanın ve entelijansiyasının 1979 dönüşümü: Kabe Baskını” başlıklı yazısında Orta Doğu’daki Sünni-Şii çatışmasını mercek altına almış, çatışmaların tarihsel arka planına ışık tutmuştu. Yalçın özetle demişti ki:
“İran İslam Devrimi Türk Müslüman gençliği üzerinde muazzam etki yarattı. Mesela: Müslüman Sosyalist Ali Şeriati’nin kitapları 1979’dan itibaren Türkçeye tercüme edilmeye başlandı. Aralarından -Müslüman Kardeşler/İhvan ekolünden- kimileri Ali Şeriati kitaplarına tepki gösterdi; karşısına Seyyid Kutup, Hasan el-Benna vd. çıkardı. İslamcı gençlik arasında derinden gelen ayrılıklar başladı; İran’da olanlara karşı olanlar Vehhabi Selefi yöne kaydırıldı. Ve: ‘İrancı’ Sedat Yenigün, Metin Yüksel gibi MSP’li ‘Akıncılar’ katledildi... Keza: Kadir Mısıroğlu’ndan Osman Yüksel Serdengeçti’ye ‘İslamcı münevverler’ Suudi Arabistan’ın finanse ettiği yayınlar ile İran devriminin Türk gençliği üzerindeki etkisine set çekti... Bugün: Hizbullah gibi Sünni Hamas’ın da Şii İran kontrolüne girecek olma ihtimali bizdeki kimi İslamcıları (itibariyle ABD-İsrail-Suudi vs.) ürkütüyor. İsmail Haniye’yi ‘İran öldürmüş olabilir’ gibi kafa karıştırıcı yayınlar yapmalarının sebebi dünde gizli...
Sol-sosyalist-laik çevrelerde de Nasrallah’ın öldürülmesi “kafa karışıklığı”na neden oldu ve Hizbullah lideriyle ilgili tartışma yaşandı. Ben de Nasrallah’ı, Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Kemal Okuyan’a sordum. Okuyan sözlerine şu tespitle başladı:
“Türkiye’deki Hizbullah ile Lübnan Hizbullah’ı arasındaki ayrımı, ayrım da demeyeyim, karşıtlığı bilmeyen solcu ‘aydın’ların var olduğu bir ülkede siyasal İslamcıların kendilerini tutamayarak “İsrail değil biz öldürmeliydik” diyerek Nasrallah’ın arkasından bütün ikiyüzlülüklerini açık etmelerine şaşırmıyoruz. Hasan Nasrallah bir devrimci değildi kuşkusuz. Siyasal ve ideolojik tutumunu din ekseninde belirleyen bir siyasi hareketin en karmaşık denklemlerde bile devrimci bir karakter kazanamayacağını biliyoruz. Dahası, Hizbullah’ın ABD emperyalizmine karşı konumlanışının en azından bir süre pragmatizmle malul olduğu da ortada.”
Hizbullah Siyasi Bürosu’yla yaptığı görüşme
Kemal Okuyan, Hizbullah Siyasi Bürosu’yla yaptığı görüşmeyi de anlattı ve şöyle devam etti:
“Lübnan’ı işgal etmeye kalkan İsrail’i durdurarak tarihi bir başarıya imza attıktan hemen sonra görüştüğüm Siyasi Büro üyeleri açıkça ‘biz İsrail karşıtıyız, ABD, İsrail’i desteklediği sürece düşmanımızdır’ diyorlardı. Daha sonra bu görüşleri değişti, daha doğrusu hayat onları daha farklı bir pozisyona taşıdı, ABD emperyalizmiyle uzlaşılamayacağını gördüler.”
Araya girip, Hizbullah’ın “dinci bir örgüt” olduğunu hatırlattığımda Okuyan şu değerlendirmeyi yaptı: “Evet Hizbullah dinci bir ideolojiyi merkeze koyarak hareket eden bir örgüt. Ama... Lübnan’da yok hükmündeki ‘kamu otoritesi’nin bıraktığı boşlukları doldurur, sağlık ve sosyal dayanışma alanlarında şaşırtıcı bir başarıyla örgütlerken, Hizbullah’ın, siyasal İslam’ın diğer aktörlerinde gözlenen dayatmacı ve mezhepçi tutumun belli oranlarda dışına çıktığını teslim etmemiz gerekiyor. Ayrıca Hizbullah’ın Lübnan’ın en önemli siyasi ve silahlı gücü haline gelmesinin ardından ülke içindeki mezhep çatışmalarının şiddetinin radikal bir biçimde azaldığını unutamayız.”
“Nasrallah direnişçiydi ve oyunları bozdu”
Kemal Okuyan, Suriye’de emperyalist planların bozulmasında Hizbullah’ın oynadığı rolün altını çizdi:
“Kuşkusuz Lübnan hakkında söylenmesi gereken birçok şey var. Lübnan’da sadece komünistlerin mezhep-kimlik çerçevesinin dışına çıktığını, bir tek Lübnan Komünist Partisi’nin ülkede baş gösteren derin ekonomik sorunların kaynağının sınıfsal olduğunu vurguladığını hatırlatmak zorundayız. Yine de uzun bir süre boyunca Nasrallah’ın liderliğinde mücadele eden Hizbullah’ın 2006’da büyük bir felakete dönüşebilecek İsrail ilerleyişini durdurduğunu, Suriye’de emperyalist planların bozulmasından önemli bir rol üstlendiğini ve bugün de İsrail saldırganlığı karşısındaki en önemli direnç odaklarından biri olduğunu asla unutmamak ve örgütün liderliğinin hakkını teslim etmek gerekiyor.”
Nasrallah’ın öldürülmesiyle “Siyasal İslamcıların bir bölümüyle kendilerini özgürlükçü sol ya da liberal sol diye tanımlayan isimlerin ‘iyi oldu’ dediğini de gördük. Peki buna ne diyor TKP Genel Sekreteri Okuyan:
“Görüyoruz ki, Nasrallah’ın öldürülerek Hizbullah’ın darbe yemesi, Türkiye siyasi İslamcıların önemli bölümünü ve liberal solu gizleyemedikleri bir mutlulukta birleştirmiş durumda. Aslında döndük bir kez daha Suriye İç Savaşı’nın başlangıcına. O zaman da cihatçılar, İsrail ve liberaller ‘Suriye devrimi’ denen ABD operasyonunda ortaklaşmıştı. Değişen bir şey yok. İştahlar belli yine kabardı. Demek ki mücadele sürüyor. İşte bu mücadelenin ortasında bizler İsrail barbarlığının saldırısı sonucu yaşamı sonlanan Nasrallah’ı bir dinci olarak değil, İsrail ve ABD’ye karşı sarsılmaz bir biçimde mücadele eden bir direnişçi olarak selamlıyoruz.”