Karşımda kalın bir camekan, arkasında vize memuru... Önünde kurbanlık koyunlar gibi sıralanmış insanlar, yüzlerinde bekleyişin ve tedirginliğin ince çizgileri... Ellerinde haftalarca uğraşıp topladıkları belgeler, birer umut dosyası. Sorular soruyor memur; kimine bozuk Türkçesiyle, kimine yabancı bir dilde. Biz Türkler, biraz mahcup, biraz sıkılgan, biraz da suçlu gibiyiz. 

Memur, evraka dahi bakmıyor. Onun gözleri, önündeki bilgisayar ekranına kilitli. Sorularına verilen cevapları hızlıca klavyeye yazıyor, ardından o tek dokunuşluk tuşa basıyor: Enter. 

“Maalesef vize veremiyoruz,” diyor, siz “Neden?” diyemeden. Yazıcıdan aldığı soğuk bir çıktıyı kurşun geçirmez camın altından uzatıyor. “Cevabı burada...” Ardından bir düğmeye basıyor. Dijital ekran yeni bir numarayı aydınlatıyor. Güvenlik görevlisi, “Sıradaki”, diyerek sizi bankomattan uzaklaştırıyor. 

Ve işte böyle, birkaç saniyede karar verilmiş oluyor. Sizin vize alıp alamayacağınız, bir yapay zekânın hesapladığı algoritmaya bağlı. Yüzde 52 ile sınavı geçenler, yüzde 49 ile kaybedenler... Arkalarında ağlayanlar, bağıranlar, umutlarını valizlerine sığdırıp gelenler... Aşağılanmış bir insan kalabalığı. 

★★★ 

 Mesela bir bankadan ev kredisi istiyorsunuz. Telefonun diğer ucunda nazik ve düzgün konuşan bir kadın sesi var. Ama gerçekte o ses bir insana ait değil; bir yapay zekâ. Sizi dinliyor gibi görünse de aslında veri havuzlarından çektiği bilgilerinizi analiz ediyor. Evraklarınızı algoritmalarla değerlendiriyor ve sonuç değişmiyor: “Üzgünüz, talebiniz reddedilmiştir.” Öylece kalıyorsunuz, elinizde bir telefon, ekranında soğuk bir mesaj. “Alo” diyecek bir insan evladı dahi yok. 

★★★

Yapay zekâ, hayatımızın her alanına sızıyor. Bugün bankalar, mağazalar, online satış platformlarında müşteri hizmetlerini aradığınızda Bay ve Bayan Yapay Zekâ çıkıyor karşınıza. Peki ya yarın? Nöbetçi hâkimler, eczacılar, aile hekimleri, hatta futbol hakemleri de aynı şekilde camın arkasındaki bir yapay zekâ programına dönüşürse? Ve biz verilen hizmetten, çalınan düdükten ya da kesilen cezadan razı olmazsak, kime derdimizi anlatacağız? 

Çok çarpıcı bir uyarı 

Ama durum bu kadar vahim değil. Çok daha da vahim. 

İngiliz-Kanadalı bilgisayar bilimcisi Geoffrey Hinton, yapay zekâ alanında bir öncü. Yapay sinir ağları ve derin öğrenme tekniklerinin gelişiminde çığır açan bu isim, 2018 yılında bilgisayar biliminin Nobel’i sayılan ACM Turing Ödülü’nü kazandı. Fakat yapay zekânın kontrolsüz yükselişine duyduğu öfkeyle çalıştığı Google’dan ayrıldı. 

Kısa bir süre önce İngiliz The Guardian gazetesine konuştu. Daha önce yapay zekânın önümüzdeki 30 yıl içinde insanlığı yok etme olasılığını yüzde 10 olarak açıklayan Hinton, bu tahminini yüzde 20’ye yükseltti ve bunu “korkunç” olarak niteledi. 

“İnsanların, kendilerinden daha zeki bir varlığı kontrol etmesi neredeyse imkânsız,” diyor Hinton. “Tarihte daha az zeki bir varlığın, daha zeki bir varlığı kontrol ettiği çok az örnek vardır. Yapay zekâ ile kıyaslandığında, insanlar üç yaşında bir çocuktan farksız.” 

Onun uyarısı net: “Yapay zekânın gelişme hızı, beklediğimden çok daha hızlı. Hükümetler bu süreci derhal kontrol altına almalı!” 

★★★ 

Bu sadece Hinton’ın değil, Nobel ödüllü Türk ekonomist Daron Acemoğlu’nun da üzerinde durduğu bir mesele. Acemoğlu, ulusların yükseliş ve çöküşünü incelerken yaratıcı yıkım teknolojilerine dikkat çeker. Sanayi devrimi gibi... Ya da burada anlatmaya çalıştığım yapay zekâ gibi... Toplumları dönüştüren, ancak dönüşmeyeni de sömürüp limon gibi sıkan teknolojiler. 

En büyük risk ise bu çığır açıcı teknolojilerin yalnızca birkaç şirketin elinde olması. Yapay zekâ, robotik, kuantum bilgisayarlar... Hepsi denetimden yoksun, yalnızca birkaç kişinin vizyonu etrafında şekilleniyor. 

Bu teknolojiler, insanlık için hem kurtarıcı hem de yıkıcı olabilir. Eğer kurumların korunmasını teknoloji devlerine ve girişimcilere bırakırsak, sonuç sadece yıkım değil, dünyanın felaketi olabilir.