Ekonomik çapsızlıklarla şaşkına dönen milletin gözünün içine baka baka Milli Eğitim müfredatını değiştirmek için taslak hazırladılar. Taslak hikaye... Amaç bugüne kadar değiştiremedikleri ne kaldıysa onları da halletmek!

Sözde taslakta İnkılap Tarihi var ama Türkiye Cumhuriyeti’ni var eden inkılap kavramı yok.

Menemen olayı ve yobazlar tarafından katledilen Kubilay ders kitaplarında olacak mı belirsiz!

Taslakta Şeyh Said isyanı yok!

Köy Enstitüleri yok.

Atatürkçülük lafta var, tanımı yok.

Yabancı okullar, dış borçlar, Irak sınırı, Musul sorunu ve Şeyh Said’in rolü, Vahdettin’in düşmanla işbirliği, vatan hainliği, İngiliz gemisine atlayıp kaçışı kitaplarda olacak mı bilinmiyor.

Günlerdir tartışılıyor.

Gözümüze sokulanlara rağmen hala iyi niyet bekleyenleri uyandırayım...

Müfredat 2017’de kimbilir kaçıncı kez ‘yine’ değişmişti. Laiklik, Atatürk’ün Kur’an meali, tefsiri, Türkçe ezan gibi dinle ilgili çalışmaları din kültürü ve ahlak bilgisi kitaplarından, imam hatip meslek lisesi kitaplarından çıkarılmıştı. Yeni taslakta yine yok.

2017’deki değişiklikten sonra ders kitaplarında işgallerin suçu ‘İstanbul hükümetine’ yüklenmiş, padişah Vahdettin adeta aklanmıştı! İngiliz zırhlısı ile kaçışı bile ‘Sultan Vahdettin 17 Kasım’da Malta’ya gitmek üzere ülkeyi terk etti’ şeklinde girdi kitaplara. Sanki tatile gitmişti!

Atatürk’ün “Türkiye halkının hayatını, namusunu, onurunu yok eden kişi” dediği Vahdettin’in sorumlulukları müfredat değişikliği ayağı ile ders kitaplarında gizlenirken onun izniyle kurulan Divan-ı Harbi Örfi 11 Mayıs 1920’de, 104 yıl önce tam da bugün aşağılık bir karar vermişti.

Utanç belgesinde şöyle yazıyordu: Vatan düşmanı Mustafa Kemal ve Kuva-yı Milliye’nin lider kadrosundakilerden asker olanların askerlik mesleğinden çıkartılmalarına, haiz oldukları bütün nişan ve madalyalarının alınmasına, cümlesinin mallarının haczettirilmesine ve idamlarına karar verilmiştir!

Vahdettin bununla yetinmemiş, halkın direncini kırmak için İngilizler’in aklı ile idam kararını düşman teyyarelerinden bildiri olarak milletin kafasına attırmıştı.

İdam kararını öğrenen Mustafa Kemal ve arkadaşları o gün ne tepki vermişti? Kendisi de idama mahkum edilen Halide Edip Adıvar anlatıyor:

“Büyük odaya gittiğimde Mustafa Kemal Paşa ile Dr. Adnan yazıhanenin yanında oturuyorlar, Albay İsmet de yazıhaneye dayanmış ayakta duruyordu. Dr. Adnan’a bu yeni şerefi(!) nasıl karşıladığını sorduğum zaman Mustafa Kemal Adnan’a dönerek ‘Bizi mahkum edenlerin hiçbir siyasi değeri yok ama idama mahkum olmak hoşuma gitmedi’ dedi. Albay İsmet ise ‘tersine, onların memlekette siyasi kıymeti vardır. İstanbul ve İzmir gibi illerde bize karşı sevgi artsa da henüz kararlarını vermemiş olan halk arasında kötü etki yapar. Padişahın ve İngilizlerin teveccühünü kazanmak isteyenler hücuma geçeceklerdir. Önlem almalıyız’ dedi.”

Ölümden korkmuyorlardı ama halkın inancı, desteği sarsılabilirdi. Bu korkutucuydu işte!

O günler böyleydi. Bugünlerde ise..

Vahdettin ve o dönemin kilit isimlerinin hainlikleri bir taraftan ders kitaplarından ayıklanıyor bir taraftan da ‘aslında kahraman’ oldukları gizli açık pompalanmaya çalışılıyor.

Mesela 2009’da Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı Erdoğan 100’e yakın anlaşmanın imzalandığı çok yoğun Suriye programında ‘zaman yaratıp’ Vahdettin’in Şam’daki mezarını ziyaret etti!

Sultan Vahdettin’in değişmez şeyhülislamı, onun arzusu ile ‘Mustafa Kemal ve arkadaşlarının katli vaciptir’ diye fetva çıkaran Mustafa Sabri’nin adı memleketi Tokat’ta, tesadüfe bakın ki müfredat değişikliğinin yapıldığı 2017’de bir imam hatip lisesine verildi! Binaya kocaman tabela asılmasına rağmen tepkiler üzerine utanmadan ‘Mustafa Sabri adı sehven verilmiştir’ denildi!

Geçen yıl, Cumhuriyet’in 100. Yıl kutlamalarında Türk Donanması başka yer kalmamış gibi Vahdettin Köşkü’nü seçen devlet erkanını selamladı.

Ümidimiz her gün kırılsa da dur bakalım ne olacak, müfredattır değişir diyemeyiz.

Yapılmak istenenleri görüp, hakkında idam kararı verildikten tam 18 yıl sonra büyük kurtarıcımızın aldığı kararı akıldan çıkarmayalım. Bunlar ders kitaplarına koymaz, çocuklarımıza anlatmayı bir vazife sayalım.

11 Mayıs 1938... Atütürk çiftliklerini, tüm taşınmazlarını içindekilerle birlikte Türk ulusuna bağışladı!

Bağış Meclis’te duyulunca heyecan yarattı. Meclis Başkanı Abdülhalik Renda telgraf çekerek kararından ve Türk ziraatine katkılarından ötürü Atatürk’ü uzun uzun övdü, teşekkürler etti. Atatürk’ün yanıtı çok kısaydı: Yapılan bir vazifedir!