Geçen ayki Contemporary İstanbul’un bilet fiyatlarının adam başı 1250 lira olması, ‘fakirler gelmesin’, ‘zenginler birbirini ağırlasın, alt tabaka rahatsızlık vermesin’ diyeydi sanırım. Bir sergiye giriş için bu kadar para vermek ne kadar gereksizse duvara bantlı muz tablosuna da 6.2 milyon dolar ödemek hakikaten ahmakça... Ama ben işin o kısmında değilim.
Geçtiğimiz hafta, Maurizio Cattelan’ın ‘Comedian’ (Komedyen) adlı eseri bir müzayedede 214 milyon liraya satıldı. Sıradan bir meyveyi sanat eseri statüsüne yükselten eser bence aynı zamanda sanat dünyasının içine düştüğü zavallılığı da gözler önüne serdi. Bir muz – evet, bir muz – duvara bir parça koli bandıyla yapıştırılmıştı ve bu basit düzene biçilen astronomik değer, sanatın özüne dair derin bir sorgulamayı beraberinde getirdi.
Eseri satın alan kişi, kripto girişimcisi Justin Sun, bu çalışmayı bir ‘kültürel fenomen’ olarak niteliyor. Ancak, bu ‘fenomen’in merkezinde yer alan muzun ömrü, marketten alınan sıradan bir muzdan farklı değil. Sun’a verilenler arasında bir muz, bir koli bandı ve eserin doğru şekilde nasıl kurulacağına dair bir talimatname bulunuyor. Ancak esas paha biçilmez olan şey, eserle birlikte gelen ‘orijinallik sertifikası...’ Sertifika, eserin Maurizio Cattelan’ın hayal gücünden çıktığını garanti eden bir belge. Kısacası, hepiniz duvarınıza meyve yapıştırabilirsiniz ama bu, yalnızca sertifikalı bir muzun milyonlarca dolar olmasını sağlıyor.
Sanat dünyası, geçmişte de bu tür ‘yıkıcı’ işlerle karşılaştı. Marcel Duchamp’ın ünlü ‘Fountain’ adlı eseri, sıradan bir pisuarı sanat eserine dönüştürerek 1917’de sanatı kökünden sarsmıştı. 1966’da Carl Andre’nin bir tuğla yığını olan ‘Equivalent VIII’ adlı minimalist eseri, modern sanatta benzer bir tartışmayı ateşlemişti. Ancak Cattelan’ın Komedyen’i hakikaten suratımıza bakıp kahkahalar atıyor. Bu eser, 2019’da zaten Art Basel’de 120 bin dolara satılmıştı. Hatta bir performans sanatçısı, açlığını gidermek adına eserdeki muzu alıp yemişti ve kendisini “Ben de sanat icra ediyorum” diye savunmuştu. Ee haklı. Özetle konu eserin ömrü, anlamı, fiziksel olarak var olsa da gerçeklikle olan ilişkisi gibi tartışmalara evrildi.
İtalyan sanatçı; eserin bir ‘değer’ üzerine yorum olduğunu söylüyor. Ama bu mesajın derinliği, üniversite öğrencilerinin aceleyle yazdığı bir kompozisyondan öteye geçmiyor. Ancak işin içine milyonlarca dolar ödeyip satın alan biri girince, sanat dünyasının geldiği nokta karanlık bir tablo çiziyor. Bu sadece bireysel bir çılgınlık değil; aynı zamanda toplumun değerlerindeki çürümenin yansıması. Bu kadar basit ve kısa ömürlü bir şey için bu kadar para harcamak, yaratıcı gücün yerini boş bir tüketim kültürüne bırakmasının kanıtı. Sanat, bundan daha iyi bir şey olmalı. Eğer olamıyorsa fiyatı da o oranda olmalı: Bir muzun fiyatı kadar.
Atatürk’ün yapay zeka hali!
Son dönemde Atatürk’ün yapay zeka teknolojisiyle hareketlendirilmiş fotoğrafları ve kısa videoları sosyal medyada sıkça karşımıza çıkıyor. Belediyeler de bu işe alet olmaya başladı ve en son televizyonda Öğretmen Plus adlı uygulamanın reklam filminde de Atamızın ‘oynatıldığını’ görünce yazma gereği hissettim. Bu yapay zeka canlandırmalarında fiziki görüntüsüne yapılan müdahalelerle Atatürk olduğundan çok farklı gösteriliyor.
Atatürk, reklamın konusuna göre kimi zaman tonton bir dede, kimi zaman ‘Muhsin Bey’, kimi zaman borsa brokerı, kimi zamansa plaza beyefendisi oluveriyor. Yaptığı mimikler mizacıyla da örtüşmüyor. Sanki bir Hollywood karakteri ya da lüks bir markanın reklam yüzü gibi sunulan bu yapay Atatürk, tarihi gerçeklikle uyuşmayan bir temsil haline geliyor.
Onun bir insandan çok bir ‘ikon’ gibi sunulması, gelecekte tarihsel gerçekliğin yerini yapay bir figürün alması riskini doğurur. Bu, Atatürk’ün hatırasına saygısızlık değildir belki ama onun gerçekliğini kaybetme tehlikesidir. Bunu yapmayın!