1964-1966 yılları arasında Pennsylvania Üniversitesi Wharton Finans ve Ticaret Fakültesi’nde yüksek lisans eğitimi aldım. Uluslararası Pazarlama dersini, uzun süre iş hayatında bulunmuş Ronald Kramer adlı bir hoca veriyordu. Prof. Kramer, alanının başvuru kaynağı haline gelmiş bir kitabın yazarıydı. Tecrübelerini hafif mizahi bir tarzda anlattığı için dersleri çok eğlenceli geçerdi. Çeşitli ülkelerin iş yapma kültürlerini anlatırdı. O yıllarda Japonlar çok kötü İngilizce konuşurdu. Hoca, sınıftaki herkesi Amerikalı kabul ettiği için bir gün şöyle bir ikazda bulunmuştu: “Japonlarla iş görüşmesi yaparken anadiliniz İngilizceyi iyi konuştuğunuz için sakın kendinizi onlardan daha zeki sanmayın. Muhtemelen karşınızdaki Japon sizden daha zekidir. Ona göre davranın. Tedbiri elden bırakmayın.” Latin Amerikalılara da takılmadan edemezdi. “Eğer Meksikalı muhatabınız öğleden sonraki randevusuna gelememişse, kızmayın. Mutlaka ciddi bir sebebi vardır. Mesela uyuya kalmıştır.” Almanları takdir ediyordu. İhracatı, daha doğrusu ihracata dönük imalatı onlardan öğrenmeliyiz derdi.
İKİ HUKUK SİSTEMİ
Dersin en önemli bölümü uluslararası sözleşmelerdi. Dünyada biri “Code Law” (ayrıntılı maddelerden oluşan yasalara sıkı sıkı bağlı yargı) diğeri “Common Law” (yüksek mahkeme kararlarını esas alan yargı) olmak üzere iki hukuk sistemi vardır. “Code Law” Avrupa sistemidir ve dünyada daha yaygındır. “Common Law” İngiliz sistemidir ve resmi dili İngilizce olan ülkelerde uygulanır. Bu iki sistemin kıyaslaması benim boyumu çok aşar. Haddimi bilerek hocanın vurguladığı noktaları aktarayım. Kramer’e göre Code Law, “form” (şekil); Common Law, “motive” (saik/gaye) üzerinde durur. Uluslararası ticari sözleşmeler hem saiki anlatmak hem de şekil hatasına meydan vermemek için çok ayrıntılı yazılır. Bu yüzden bir hayli uzundur.
TÜRK HUKUK SİSTEMİ
CHP’li belediye yöneticilerine yönelik soruşturmalar, ironik bir propaganda teması üzerine kurgulanmış gibi duruyor. Bugüne kadar sağcı belediye başkanları ve bakanlar için “çalıyor ama çalışıyor” denirdi. Bu ibarenin örtülü mesajı “çalmasına razı olun, yeter ki çalışsın” idi. CHP’li belediye başkanı ve bakanlar için de “çalmıyor ama çalışmıyor” denirdi. Başbakan Ecevit bu tanımın canlı örneğiydi. Derken CHP’li belediyeler çoğaldı. Eskişehir’de Büyükerşen efsane haline geldi. Ardından İstanbul, İzmir, Adana ve sair CHP’li belediyeler esere önem veren “çalışan belediyeler” oldu. “Çalmaz ama çalışmaz” kötülemesi boşa düştü. Madem çalışıyor, öyleyse çalıyordur dendi. Yıpratma teması “çalışmıyor”dan “çalıyor”a dönüştürüldü. Gelelim temeli “Code Law” olan yerli ve milli hukuk sistemimize. Yerleşik yargı kuralları, yargıçların vicdani muhakeme alanın ısınırlar. Onlar da âdil bir kararı iş işten geçmeden vermek yerine, dava ne kadar uzarsa uzasın usul hatası yapmamaya dikkat eder. Düsturları da “usul esastan önce gelir” ilkesidir. Yolsuzluklarla ilgili olarak, bu ilkenin benim zihnimde tercümesi şudur: “Çalacaksan, usul hatası yapmayacaksın.” Bir kamu yetkilisi “esasen” yolsuzluk yapmış olabilir. Ama aldığı kararlarda bir “usulsüzlük” yoksa hiçbir mahkeme onu mahkûm edemez. Tam tersine tek bir kuruş çalmadan en yararlı işi veya yatırımı, en düşük maliyete hem de en kısa sürede yaptıran bir kamu yetkilisi, eğer usul hatası yapmışsa, hiçbir yargıç onu hapse girmekten kurtaramaz.
SON SÖZ: Onaylı etiketinde şıra yazan şişedeki şarabı içmek günah değildir.