Bu satırları yazarken yüreğimde hem bir heyecan, hem de derin bir burukluk var. Heyecanım; Türkiye’nin en çok okunan gazetesi SÖZCÜ’de, vergi ve ekonomi üzerine köşe yazıları yazacak olmanın getirdiği sorumluluktan.

Burukluğum ise; bu köşede yıllarca kalemiyle iz bırakan çok kıymetli üstadım Nedim Türkmen’i artık aramızda görememekten…

Nedim Türkmen sadece bir meslek büyüğü değildi; o, vergi yazarlığında dürüstlüğün, cesaretin ve halktan yana duruşun timsaliydi.

Kendisinden yalnızca bilgi değil; duruş, etik ve adalet duygusu öğrendik. Bu köşede, onun bıraktığı izleri takip etmeye çalışacağım.

Yokluğunu derin bir saygı ve özlemle anarken, bana bu köşede yazma fırsatını sunan SÖZCÜ ailesine ve Sayın Burak Akbay’a içten teşekkürlerimi sunuyorum.

*

BORÇ YAPILANDIRMASI

Cumhuriyet tarihimizde, 13’ü AK Parti döneminde olmak üzere tam 41 kez farklı isimlerle vergi affı düzenlemesi yapıldı. Özellikle son yıllarda ortalama iki yılda bir çıkarılan bu düzenlemeler, haliyle mükelleflerde “nasıl olsa af gelir” beklentisi oluşturdu. Geçmiş tecrübelerle mevcut ekonomik iklimi birlikte düşündüğümüzde, suyun yeniden ısındığını söylemek herhalde kehanet olmaz.

Hazine ve Maliye Bakanlığı, 17 Nisan ve 18 Haziran’daki açıklamalarında, “… kamuoyunda vergi affı olarak da adlandırılan yapılandırma kanunu içerikli herhangi bir düzenlemeye yönelik çalışmamız bulunmamaktadır.” ifadelerine yer verdi. Ancak daha önce de gördük, Bakanlar “af yok” der, birkaç ay sonra da ilgili düzenleme karşımıza gelir. O yüzden bu açıklamaların kamuoyundaki karşılığı artık sınırlı.

Her ne kadar şu an itibariyle TBMM Başkanlığı’na sunulmuş bir teklif bulunmasa da, bu meseleyi artık teknik değil anayasal düzlemde tartışmanın zamanı geldi.

ANAYASAYA VERGİ AYARI

Vergi affı konusunda doktrinde uzun süredir çok sayıda eleştiri dile getiriliyor. Çünkü bu uygulamanın, vergi ahlakını zedelediği ve zamanında ödeyen mükellefler açısından bir tür adaletsizlik yarattığı çok açık. Maliye İdaresi’ne olan güveni erozyona uğrattığı da cabası.

Hal böyleyken ve madem biz bu düzenlemeyi neredeyse her 2 yılda bir tekrar ediyoruz, o hâlde yeni anayasa tartışmaları kapsamında Anayasa’nın 73’üncü maddesi olan “vergi ödevi” başlığını da masaya yatıralım.

Şahsi kanaatim, vergi affı gibi düzenlemeler, sadece olağanüstü dönemlerde ve ancak 2/3 ya da 3/5 Meclis çoğunluğu ile çıkarılabilmelidir. Deprem, sel, pandemi gibi öngörülemeyen felaketlerde kullanılacak bu istisnai yetki dışında, affın anayasal olarak yasaklanması gereklidir. Böylece hem mükellefin af beklentisi hem de siyasetin üzerindeki popülist baskı ortadan kalkar.

Ancak şunu da kabul edelim: Ne anayasal güvence arayışı, ne de Bakanlığın son üç ayda iki kez “af yok” demesi, vergi borcu ödeyememe gerçeğini değiştirmiyor.

ETKİN BİR TECİL-TAKSİTLENDİRME MODELİ

Yüksek enflasyonla ekonomik durgunluğun el ele yürüdüğü bu dönemde, trilyon lirayı aşan ödenememiş vergi borçları artık yapısal bir sorun haline geldi. Bu noktada artık kafamızı kuma gömmek yerine gerçekçi adımlar atmanın vakti.

Madem “vergi reformu” ifadesini dilimize pelesenk ettik, bu yapısal sorunu da ambalajlı laflardan çıkarıp sahici çözümlere kavuşturalım.

6183 sayılı Kanun’un 48. maddesinde yer alan tecil ve taksitlendirme müessesesi, aslında önemli bir araç. Ancak bugünkü haliyle ne etkin ne de erişilebilir. Aylık %4,5 gecikme zammı uygulamak ve vergi borcunu yıllık %48 faizle yapılandırma teklif etmek, borçlu mükellefe çözüm değil, yeni bir yük getiriyor.

Oysa bu müessese, doğru kurgulanırsa mükellef için bir umut kapısı olabilir. Gecikme zammı oranı, tecil faizi, taksit sayısı, teminat uygulaması ve şartları, takdir yetkisi gibi kritik unsurlar yeniden düzenlenmeli. Bu yapılırsa, ne af beklentisi kalır ne de mükellef mağduriyeti büyür. Herkes yasal hakkıyla başvurusunu yapar, borcunu yapılandırır, sistem tıkanmaz.

Önce “af yok” deyip sonra “bu son” diyerek af çıkarmak artık bir ekonomik fanteziye dönüşmüş durumda. Belki de bu fanteziye bir son vermenin ve kalıcı çözümlere yönelmenin zamanı gelmiştir.

*

MEVDUATA STOPAJ AYARI

9 Temmuz’da yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile mevduat faizlerine uygulanan stopaj oranlarında artışa gidildi. Buna göre, 6 aya kadar vadeli mevduat hesaplarında stopaj oranı %15’ten %17,5’e, 6 ay ile 1 yıl arası vadelerde ise %12’den %15’e yükseltildi.

Oysa daha üç hafta önce, 19 Haziran’daki Para Politikası Kurulu toplantısında politika faizi sabit bırakılmış; ardından 21 Haziran’da yayımlanan makroihtiyati çerçevede TL’ye olan talebi artırmaya, döviz talebini ise azaltmaya dönük bir dizi tedbir açıklanmıştı. En dikkat çekici olanlar; gerçek kişilerin TL mevduat paylarını artırmaya yönelik hedefler ve KKM’den çıkışı teşvik eden kararlardı.

Merkez Bankası, vatandaşı dövizden uzaklaştırıp TL’ye yönlendirmek istiyor. Maliye ise, TL mevduatın cazibesini vergi artışıyla törpülüyor. Bu çelişkiyi anlamakta açıkçası zorlanıyorum. Görünen o ki, stopaj oranları sadece faiz kazançlarını değil, ekonomi politikasındaki tutarlılık beklentisini de kesintiye uğrattı.