Slovenyalı filozof Slavoj Zizek, IŞİD’le mücadele konusunda bir makale kaleme aldı. New Statesman için yazan Zizek, makalesinde “Türkiye’nin IŞİD’e açıkça yardım ettiğini” savundu ve “geri kalan ülkelerin de IŞİD’le mücadelede ciddi olmadığını” ileri sürdü.



Zizek, “Türkiye’nin IŞİD’e açıkça yardım etmesi sadece IŞİD’in yaralı askerlerini tedavi etmek ve onların petrolünü almakla sınırlı değil, bir de Kürt güçlerine vahşice saldırı var. Kürtler, IŞİD’le ciddi bir şekilde savaşan TEK yerel güç,” dedi. Avrupa’ya mülteci akınının durması için Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki anlaşmaya da değinen Zizek, bu anlaşma için “tiksindirici” ve “tam bir siyasi etik facia” yorumunda bulundu.

Slavoj Zizek’in New Statesman için kaleme aldığı “Türkiye Hakkında Konuşmalıyız” başlıklı yazısını, Levent Gökyiğit Türkçeye tercüme etti.

TÜRKİYE HAKKINDA KONUŞMALIYIZ...


Ciddi ciddi açıklamalarla İslâm Devleti’yle savaşta olduğumuz söyleniyor ama bu açıklamaların tuhaf bir yanı var aslında — dünyanın tüm süpergüçleri çoğunluğu çölden oluşan küçük bir toprak parçasını kontrol altına alan dinî bir çeteye karşı silahları eline alıyor… Hayır, IŞİD’i “ama” filan demeden kayıtsız şartsız yok etmeye odaklanmamalıyız demek istemiyorum. Denilebilecek tek “ama” var, o da şu: IŞİD’i yok etmeye GERÇEKTEN odaklanmalıyız ve bunun içinse, şeytan kılığına büründürülmüş düşmana karşı tüm “medeni” güçlerin yaptığı acınası beyanlar ve dayanışma çağrılarından çok daha fazlasına ihtiyaç var.

Bu doğrultuda, “teröre karşı terörle savaşılmaz, şiddet ancak daha fazla şiddet doğurur” diye giden o alışıldık sol-liberal teraneye girmemeliyiz. Nahoş sorular sormanın zamanı artık: IŞİD nasıl oluyor da ayakta kalabiliyor? Hepimizin malûmu olduğu üzre, tüm tarafların resmi kınamaları ve inkârlarına rağmen, IŞİD’i sessizce hoşgörmekle kalmayıp ona yardım eden güçler ve devletler var. Savaşa batmış Suriye’de Rus ordusu ile IŞİD teröristleri arasında son zamanlarda çatışmalar hiddetlendikçe, yaralı durumda olan saymakla bitmez sayıda IŞİD savaşçısı Türk topraklarına girdi ve halihazırda askeri hapishanelere alınıyor.

David Graeber’in kısa bir süre önceki yazısında belirttiği gibi, Türkiye IŞİD’e göstermekte olduğu “iyicil aldırışsızlığı” PKK ve YPG’ye de göstermek şöyle dursun, Suriye’de Kürtlerin elinde olan topraklara uyguladığı mutlak ablukanın aynısını IŞİD’in elindeki topraklara da uygulasaydı, İslâm Devleti çoktan çöker ve Paris saldırıları muhtelemen olmazdı. Bunu yapmak yerine Türkiye yaralı askerlerini tedavi etmek ve kaynağını IŞİD’in elindeki topraklardan alan petrol ihracatını kolaylaştırmak suretiyle IŞİD’e el altından destek verdiği gibi, Kürt güçlerine, yani IŞİD’le ciddi bir muharebe halindeki YEGÂNE yerel güce vahşice de saldırdı. Bu yetmezmiş gibi, Suriye’de IŞİD mevzilerine saldıran bir Rus uçağını bile düşürdü. ABD’nin bölgedeki kilit müttefiki olan (IŞİD’in Şiilere karşı savaşını muhabbetle karşılayan) Suudi Arabistan’da da benzer şeyler oluyor ve hatta İsrail bile fırsatçı bir mülahazayla (ne de olsa IŞİD, İsrail’i esas düşmanı olarak gören İran yanlısı Şii güçleriyle savaşıyor diye) IŞİD’i kınamada şüphe uyandıracak biçimde sessiz kalıyor.

Kasım ayının sonlarında AB ile Türkiye arasında varılan (ilk başta 3 milyar Euro olması tasarlanan gayet mebzul bir mali yardım karşılığında Türkiye’nin Avrupa’ya yönelik mülteci akışını kısmasını öngören) anlaşma, insanın içini kaldıran terbiyesiz bir hareket, tam bir etik-siyasi felakettir. “Terörizme karşı savaş” böyle mi sürdürülecektir, yani Türk şantajına teslim olarak ve Suriye’de IŞİD’in yükselişinde pay sahibi olan esas faillerden birini müfakatlandırarak mı yürütülecektir “terörizme karşı savaş?” Bu anlaşmadaki fırsatçı-pragmatik gerekçelendirilme aşikârdır (Türkiye’ye para yedirmek mülteci akışını sınırlandırmanın en bariz yolu değil midir?), ama bunun uzun vadede feci sonuçları olacaktır.

Bu puslu arkaplan IŞİD’e karşı “topyekûn savaş”ın ciddiye alınmaması gerektiğini ortaya koyuyor – bu sözleri ciddiye alarak söylemiyorlar aslında. Karşımızda medeniyetler çatışması (Hıristiyan Batı’ya karşı radikalleşmiş İslâm çatışması) filan değil, her medeniyetin kendi içinde süren bir çatışma var: Hıristiyan uzamda, ABD ve batı Avrupa Rusya’ya karşı; İslâmî uzamdaysa, Sünniler Şiilere. İslâm Devleti’nin canavarlığı, her tarafın gözüne kestirdiği esas düşmanını vurmak için IŞİD’le mücadele ediyormuş gibi yaptığı tüm bu mücadeleleri örtbas eden bir fetiş işlevini görüyor.