Batı’daki Erdoğan-Türkiye algısının değişmeye başladığını dört-beş sene önce New York Times’ta Melih Aşık’tan alıntı yapıldığında fark ettim. Türkiye’nin en usta ve omurgalı gazetecilerinden biri olmasına rağmen Aşık’ın telefonunu genellikle yabancı basının temsilcileri pek çaldırmaz doğrusu. Zira Türkiye’ye atanan muhabirler görev teslimi esnasında bir önceki muhabirin telefon rehberini alır ve yaptıkları haberlerde aynı kaynakları kullanırlar. Bir tarama yapın Cengiz Çandar’dan başlayarak malum çetenin yabancı basını durmaksızın bilgilendirdiğini göreceksiniz. Tabii liberaller Türkiye kamuoyunu yanılttıkları gibi yabancı gazeteciler üzerinden dünyaya da kendi yanlış yorumlarını aktarıyorlar. Evlerinde partiler verirler, kokteyllere giderler, tam gün yabancı basınla haşır neşir olmak için mesai harcarlar.

FETÖ 90’lı yıllarda Elif Şafak’la temasa geçti. FETÖ 90’lı yıllarda Elif Şafak’la temasa geçti.


Batı’nın Türkiye’de ne olup bittiğine bu kadar geç uyanmasının baş sorumluları Türkiye’ye paraşütle indirilmiş ve liberallerin kucağına itilmiş yabancı muhabirlerdir.
Yabancı gazeteciler epey gecikmeli olarak liberal çevrelerin dışındaki isimleri de takip etmeye, Türkiye’yi öğrenmeye başlamıştı ki... Bu sefer de Erdoğan-FETÖ savaşı patlak verdi.
FETÖ’nün devlette gizlice örgütlenmenin ötesinde yıllardır itinayla öğrendiği bir savaş taktiği daha var: Propaganda. Erdoğan ne zaman ki bu karanlık örgütü fark edip onları silmeye ant etti, FETÖ yine propaganda silahını devreye soktu.
Yıllardır zararına Amerika’da İngilizce Zaman gazetesinin çıkması boşuna mıydı? Rumi Forum, Niagara Foundation gibi kendisine meşru sivil toplum kuruluşu süsü veren ama aslında FETÖ’nün dış hücresi olarak görev yapan dernekler Amerika’da boşuna mı finanse edildi?
Batılı bizim aksimize dolambaçlı düşünmez ve kağıtta okuduğuna, ağızdan çıkan söze inanmayı tercih eder. Kağıt üzerinde barış ve hoşgörüyü yaymakla yükümlü görünen bu kuruluşlar da Beyaz Saray’a kadar davet edildiler, panellerde, üniversitelerde, medyada kendilerine yer buldular.
FETÖ bir kendi adamlarını yerleştiriyor, bir de Batı’da isim yapmış veya yapmaya çalışan isimlere kanca atmasını çok iyi biliyor.
Daha üniversitede asistanlık yapıp ilk romanını çıkardığı günlerde Elif Şafak’ın yanıma gelip Zaman gazetesinin yenilendiğini, Eyüp Can’ın kendisine ulaştığını anlattığını hatırlıyorum 90’ların sonlarına doğru. Bugün dünyada adı bilinen bir romancı olan Elif Şafak sık sık yurtdışına makaleler yazarak Türkiye’yi anlatıyor. FETÖ terörünü anlatıyor mu, hayır.
Berlin Film Festivali’nde büyük ödül alan Semih Kaplanoğlu’nun eşi Leyla İpekçi yıllar önce Nişantaşı’ndan FETÖ’ye ilk transfer olanlardandı; şimdi hükümet safında ama eşinden ses çıkmıyor.
Yılmaz Erdoğan bile Hollywood’da ünlü olma umuduyla FETÖ’nün Los Angeles’ta düzenlediği Türk Film Festivali’nin organizatörleriyle içli dışlı değil miydi Los Angeles’ta?
“Organize işler bunlar” çok yerinde bir tanımlama.
FETÖ’yü dünyaya anlatmaya çalışan hükümetin ise elinde yeterli insan kaynakları ne yazık ki yok. Kalkıp da Elif
Şafak’ın The Guardian makaleleriyle AK troller mi yarışacak?
FETÖ terörünü yıllardır yazan, bu konuda uyarılarda bulunanlar ‘Eski Türkiye’ diye hor görüldüler, hapse atıldılar, işsiz bırakıldılar. FETÖ’nün ne olduğunu en iyi bilen ve dünyanın önde gelen akademisyenlerinden olan Dani Rodrik mesela kaç kere hedefe kondu hükümet tarafından, “Askerlerin Yahudi damatları” diye hakkında haberler yapıldı. Onlarcası küçük hesaplar uğruna harcandı.
Türkiye’nin acilen Batı’ya FETÖ’yü anlatacak saygın isimler bulmaya ihtiyacı var. İngilizce bilen, Batı’da saygın, sözüne güvenilir aydınlara. Yıllarca terör propagandası için örgütlenen bir gizli yapılaşmaya karşı ışık hızıyla hareket etmesi gerekiyor. İmkansız mı? Hayır. Ama yıllar önce bir balkon konuşmasında verilen helalleşme sözünün şimdi samimiyetle tutulacağına Türkiye’nin nitelikli aydınlarının ikna edilmesi gerekiyor.

Matt Damon epey yaşlanmış Jason Bourne rolünde. Matt Damon epey yaşlanmış Jason Bourne rolünde.


Bourne geçmişini arıyor

Gerçek bir vakit kaybı

Eğer sinemada geçireceğim zamanı trafikte geçireceğimi bilmesem “Jason Bourne”u izlemekten pişmanlık duyabilirdim. Ama aslında Bond serilerinden sonra o türün en iyi uyarlamaları olan Bourne’un son filmi kötü, çok kötü bir film. Üstelik bu seriyi neredeyse kusursuz bir casusluk klasiği haline getiren Paul Greengrass ve Matt Damon’ın yeniden kolları sıvamış olmalarına rağmen.
Hikaye, olay örgüsü baştan sona kolayca tahmin ediliyor, hiçbir sürpriz yok. Ama filmin çıkışı da sakat. Türkçeye “Geçmişini Arayan Adam” olarak çevrilen ve Robert Ludlum’un romanlarında yarattığı Jason Bourne üç kitap ve filmde geçmişini bulmuş, hesabını kapatmıştı. Bu sonuncu film zorlama bir şekilde Bourne’u geri getiriyor, daha ilk andan ikna olamıyoruz.
Matt Damon da ilk filmden bu yana epey yaşlanmış...
Keşke Damon’lı üçlemeyi hiç bozmasalardı; bu haliyle filmler de geçmişini arıyor gibi. Ama Hollywood gişeye aç. Bu filmin sonunda bile olası bir devama göz kırpıyor.

Mark Zuckerberg şimdi de başlıklara savaş açtı. Mark Zuckerberg şimdi de başlıklara savaş açtı.


Ucuz tık avcılığına son

Facebook kontrolü ele alıyor

Haberi üretenle haberi tüketen arasındaki ilişkide hiçbir zaman bir üçüncü kişi, bir aracı olmamıştı. Ta ki Facebook’ta bir haberin paylaşılması onun okunurluğunu, yayılmasını, etkisini belirleyene kadar. Facebook çok kuvvetli çünkü medya kuruluşlarına en fazla trafiği bu platform sağlıyor. Trafik günümüzün en önemli ölçüsü olduğu için de gazeteler, televizyonlar itiraz etmiyor, Facebook’un gizli algoritmasına uygun içerik üretmeye çalışıyorlar.
Hiç kimse Facebook’ta hangi haberin öne çıkacağını ya da bunun formülünü bilmiyor.
Ama herkes deniyor.
Hepimiz hangi tip haberleri paylaşıp tıkladığımızı da biliyoruz değil mi?
“Okuduklarınıza inanamayacaksınız” ya da “Şok gelişme” gibi tık avcısı başlıklara aldanıp hemen tıklıyoruz.
İşte Facebook şimdi bu tarz başlıklara savaş açıyor ve medya kuruluşlarına ‘clickbait’ denen bu tık yemi başlıklardan sakınmalarını söylüyor. Flaş, şok gelişme, son dakika gibi televizyonun ucuzlattığı kavramlarla hepimiz şoka dayanıklı olduk. Sonra İnternet aynı üslubu belirledi. Facebook artık başlıklarda kısa özet ve açıklayıcı bilgi istiyor. “Şok gelişme” değil, haberin kısa özetini vermek zorundayız artık başlıklarda.
Ben Facebook’un medyanın geleneksel dengelerini öldüreceğini düşünüyordum. Ama belki de bizleri daha yaratıcı ve kaliteli olmaya sürükleyerek geleceğimizi kurtarıyor.

İletişim: Bana Twitter, Facebook ve
Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @orayegin.