Yandaş medyayı büyük bir hayret ve dehşetle izliyorum…
Bu nasıl bir sorumsuzluktur, bu ne tür bir vicdansızlıktır anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum. İftiracılığın, seviye düşkünlüğünün, tetikçiliğin elle tutulurcasına yoğunluğu karşısında mesleğim adına utanç duyuyorum…
Türkiye, 85 yıllık geçmişinde, darbe dönemleri dahil böylesine kepaze bir süreç yaşamadı… Gazete manşetlerinin “çamur at izi kalsın” alçaklığı üzerine inşa edildiği, köşelerin satılığa çıktığı, tetikçilerin hangi kapıya bağlandığını övünçle ilan ettiği, kendisini savunma hakkından bile yoksun insanlar hakkında en rezil iddiaların gerçekmiş gibi servis edildiği bir dönem olmamıştı bu ülkenin geçmişinde… Böylesine göstere göstere “korku imparatorluğu” yaratılmamıştı…
- Bunun adı “dinci faşizmdir!.”
Gelelim bu düzenin oluşmasında “yüksek katkısı” bulunan kalemşorlara…
Zaman gazetesinin, “hoşgörü, uzlaşma, iyi niyet” klişelerini bolca kullanan genel yayın müdürü Ekrem Dumanlı, önceki gün “bu tuzakların hesabını kim verecek” başlıklı yazısında maskesini bir çırpıda fırlatıp atıverdi!. Fethullah Gülen Efendi hakkında yazıldığı iddia edilen bir e-postadan yola çıkan Dumanlı epey esip gürledikten sonra, kalemini tutamayıp şu satırları döktürdü:
- Serhat ve Eyüp adlı dedikleri gençleri Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği adında PKK bağlantılı bir örgüt yalancı şahitliğe zorlamış…
Şu seviye düşüklüğüne, şu iftiracı ruh haline bakar mısınız?. On binlerce gence burs veren, “haydi kızlar okula” gibi dev bir kampanyayla Doğu ve Güneydoğu’da binlerce genç kızın yaşama kazandırılmasında birinci derecede pay sahibi olan ÇYDD gibi yüz akı derneğe yapıştırmaya çalıştığı etiketi aslında kendi göğsüne iliştiriyor, farkında değil!..

Başyazar parayı bulmuş!..

Dezenformasyon, kirli bilgi deyince Taraf gazetesinin başyazarı Ahmet Altan’ı unutmamak lazım.
Uzun süredir yazmayan Altan meğer “para seferinde” imiş. Uzun maceralardan sonra bulmuş da... Bir işadamı istediklerinden fazlasını vermiş, rahat etmişler. Ama yetmemiş, dünyaya açılmaya karar vermişler.. Altan’ın kaleminden okuyalım:
- Dünyanın “demokrat” gazetelere fon açan basın kuruluşlarıyla temasa geçtik, bir kısmıyla anlaşmaya vardık… Dünyalı bir gazete olmanın güveniyle, Türkiye’nin iğneli fıçısında çalkalanmadan devam edecek noktaya nihayet vardık. Artık sağlam ve rahatız…
Tebrikler!.. Demek dünyanın Ahmet Altan’ın kendi deyimiyle tırnak içinde demokrat gazetelerine fon açan basın kuruluşları varmış!.. İnsanın, “hay Allah, daha önce niçin düşünmediniz de uzun maceralara atıldınız” diyeceği geliyor. Herhalde isimlerini de açıklayacaktır; dünya kriz içinde kavrulurken böylesine iyiliksever “basın kuruluşlarından” faydalanmak isteyen başka “demokrat” gazetelere yol göstermiş olur…
İşte bu Ahmet Altan, “nasıl rahata erdiklerini” anlattığı yazısında bir taraftan da “misyonunu” belirtmeyi ihmal etmemiş:
- Özellikle darbe ve ordu yanlısı gazetelerin “Ergenekon” konusundaki o aşağılık yayınlarını görmek, “darbecilerin, darbe kışkırtıcılarının yakalanmasını” fütursuzca “siyasi iktidarın muhaliflerini susturmak” olarak nitelemelerindeki yüzsüzlüklerine tanık olmak direncimi ve kararlılığımı artırdı…
Bakın, kalp kalbe nasıl karşı!.. Ben de bu yazıya iktidar yanaşmalarının vicdansızlıklarından, seviyesizliklerinden, köşelerini nasıl satılığa çıkardıklarından söz ederek başlamıştım!.. Burada sorulması gereken soru şu:
- Bu “gazete” yayına başladığı günden bugüne kaç haberi yalan, kaç haberi çarpıtma ve karalama çıktı?..
Şu hale bakın, daha sırada Ali Bayramoğlu, Önder/Emre, Şamil Tayyar, Emre Aköz, Fehmi Koru, Tamer Korkmaz denen kalemşorların yakası açılmadık incileri vardı ama yine yerim bitti.. Ama dert etmiyorum, hak ettiklerini nasıl olsa fazlasıyla alacaklar…
- Çünkü bu güruhun incileri tükenmez!..

Dün kendi yaptıklarından bugün şikayet eden başyazar!..

Yukarıdaki yazının tarihi 22 Ocak 2009...
Ergenekon kumpası tüm haşmetiyle sürüyordu.... Yandaş medyanın birinci sayfaları her Tanrı’nın günü “yazar” köşeleri silme iftiralarla, FETÖ’cü polisten gelen düzmece belge, bilgilerle dolup taşıyordu...
Aradan tam 7 yıl geçti... Bu süre içinde “kutsal birlik” bozuldu. O zamanın “el ele yürüyen”, aynı iftiralardan nemalanan medyası da ayrıştı doğal olarak... Bugüne geldiğimizde; o gün yazımda bahsettiğim kişiliklerin bir bölümü yurtdışına tüydü... Bir kısmı iktidara biat ederek yırttı... Bir bölümü de Silivri’ye tıkıldı...
O yazıda geniş yer ayırdığım “başyazar” sıfatlı muhterem ise 15 Temmuz darbe girişiminden sonra yazdığı yazılarda “AKP’lilerin kahramanca dövüşerek darbeyi durdurduğunu” ilan etti... Sonacığıma, “AKP’lilerin demokrasiye döneceğine olan inancını” kaleme aldı... Pek inandırıcı olamadı haliyle!.. Ama son yazısı “bir ibret vesikası” olarak tarihe geçti... “Ne oluyor?” başlıklı yazısında, “FETÖ’cüleri saptayıp onları hukukun karşısına çıkarmak başka bir şey, darbeyle hiç ilgisi olmayan insanları cezalandırmaya kalkmak başka bir şey” diyerek, tıpkı yıllar önce kendisinin de aralarında bulunduğu ve aynı haltları yediği yandaş medya mensupları için de aynen şu tanımı yaptı:
-Kuduz kapmış küçük çakal yavruları gibi salyalı minik dişleriyle saldırmadıkları kimse kalmadı...
Pek ağır, değil mi?!. Ahmet Altan’ın o yazısının tümüne katılıyorum; “bu çapsız ve yeteneksiz adamların ahlaksız saldırılarıyla herkesi susturabileceğini mi sanıyorsunuz?” cümlesinin altına ise bin defa imzamı atıyorum!.. Bu yazılar onun 7 yıl önceki süreçte işlediği büyük günahları affettirir mi?..
-İşte orası çok zor, çünkü elleri kanlı!..