CANIMI SIKAN ŞEYLER

Erdoğan Trump’la görüşmeye hazırlanıyor. Açıkladığına göre 16 Mayıs günü Beyaz Saray’a gidecek ve Başkan Trump’a Amerikalı askerlerin PYD’lilerle çekilmiş fotoğraflarını göstererek “Bunlar ne?” diyecek.
Erdoğan’a göre bir araya geldiğinde Türkiye’nin kırmızı çizgilerini Trump’a kabul ettirecek.
Türkiye bu ziyareti heyecanla bekliyor. Uzun süredir “Eyyy Amerika” diye başlayan ayar vermelerin sonucunu göreceğiz. Trump ikna olursa PYD’ye sürdürülen Amerikan desteği kesilecek.
Peki, böyle mi olacak gerçekten?
Öyle olmasını umuyorduk ama Erdoğan’ın gezisinden hemen önce yaşanan bir gelişme bu beklentiye gölge düşürdü.
Erdoğan hem görüşmeyi sağlama almak hem de Trump yönetimini önceden ikna edebilmek için devletin en önemli görevlilerini Amerika’ya gönderdi.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Saray Başdanışmanı ve Sözcüsü İbrahim Kalın günler öncesinden geniş bir heyetle Washington’a uçtu.
Heyet bir dizi görüşme yaptı.
Bu görüşmelerden biri de Beyaz Saray’da gerçekleşti.
Amerikan medyasının yazdığına göre üç önemli devlet görevlisinin Beyaz Saray’da bulunduğu sırada Başkan Trump’la koridorda karşılaştıkları ve ayaküstü konuştukları öğrenildi.
Ama bu ayaküstü konuşmadan hemen sonra öğrendik ki Başkan Trump meğer Türkiye’yi ayaklar altına alan bir karara imza atmış.
Karar şu; Amerikan yönetimi PYD’ye ağır silahlar ve zırhlı araçlar vereceğini resmen kabul etmiş. Başkan da kararı imzalayarak bunun hayata geçirilmesini istemiş. Şimdi tek prosedür kalmış. Bu karar Kongre’de görüşülecek kabul edilmesi halinde güçlü bir sevkiyat başlayacak.
Bu durumda Türkiye’nin en önemli “kırmızı çizgisi” bir imza ile tamamen yok sayılmış oluyor.
Şimdi sormak gerek; Erdoğan eğer görüşme gerçekleşirse Trump’a ne diyecek? Kararı sineye mi çekecek yoksa bir takım başka tavizler aldığını düşünerek geri mi dönecek?
Trump’ın bu kararı Türkiye’nin bölgedeki bütün söz hakkını ve gücünü elinden almak anlamındadır. 10 gün önce Sincar’a hava operasyonu düzenleyen ve o günden bu yana hareketsiz duran Türk Silahlı Kuvvetleri’nin artık hiçbir operasyon yapamayacağı sonucunu doğuracaktır. En kötüsü de Türkiye’nin en büyük ulusal güvenlik tehdidi olarak görünen PKK-PYD-YPG oluşumu Amerikan askerlerinin korumasında bölgede canları istediği gibi cirit atabilecektir.
İşte maceracı ve iç kamuoyunu etkilemeye dönük dış politika stratejilerinin Türkiye’yi getirdiği nokta bu.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Atatürk’e hakaretin peşi asla bırakılmamalı


İktidarın yarattığı iklim nedeniyle karşı devrimci güçlerin Atatürk ve Cumhuriyet’e yönelik hakaretleri eskiden beri var.
Ancak özellikle referandumdan sonra bu karşı devrimci güçler daha fazla cesaret buldular.
Sözde tarihçi sıfatı taşıyarak iktidar desteği ile dergi çıkaran, TV programı yapan bir takım meczuplar artık işin suyunu çıkardılar ve Atatürk’e akıl almaz hakaretler ettiler.
Ancak bu kez hesaplamadıkları bir durumla karşılaştılar. Bu ülkeyi seven, siyaseten AKP’ye destek verse bile Atatürk’e cumhuriyete sahip çıkan çok büyük bir halk kitlesi bu iğrenç saldırılara karşı olağanüstü bir tepki gösterdi.
Bu tepkiler asla ve asla kesintiye uğramamalı soğutulmamalıdır. Aksi takdirde 15 yıldır yaşadığımız gibi toplumu buna da “alıştıracaklar” ve Türkiye’nin din devletine dönüşümünü tamamlayacaklar.
Bu iğrenç saldırıları yapanları “FETÖ’cü” olarak tanımlamak, bunun bir “FETÖ tezgahı” olduğunu söylemek kandırmacadan başka bir şey değildir. Bu iğrençliğe kulp takmaya çalışmak asıl amacı gizlemekten öte bir anlam taşımaz.
Bu arada bir sözüm de savcılara; korkmayın, bu cumhuriyetin savcıları olduğunuzu unutmayın, bugün için iktidarın hışmından korkuyor olabilirsiniz ama bilesiniz ki bu devran hep böyle gitmeyecektir. Kanla irfanla kurulmuş bu ülke, cumhuriyetine ve devrimlerine eninde sonunda sahip çıkacaktır. O günleri de düşünün.

BAŞIMDAN GEÇENLER

Telekom’un internetini iptal ettirmekle de iş bitmiyor


Okuyanlar hatırlayacaktır. Yazılarımı yazdığım yere ait internet hattı arızalanınca servis sağlayıcı Telekom’u aramıştım. Onlar da “Arızanız 48 saat içinde bir ekip tarafından incelenecektir” demişlerdi. Her şeyin ışık hızıyla yapıldığı bir dönemde internet arızasının bu kadar uzun süre bekletilmesine tepkimi dile getirmiştim.
Ardından tam 48 saatlik süre dolarken bir ekibin geldiğini, düşen yıldırımlar nedeniyle modem cihazının yandığını, bu durumda modemi alarak bir Telekom merkezine gitmek zorunda olduğumu, onların arıza kaydı alacaklarını ve belirsiz bir süre sonra arızanın giderilmiş olacağını da yazmıştım.
Zamanında özelleştirmelere karşı çıkmayan biri olarak, “özelleştirme rekabet oluşturacak bu da daha iyi ve kaliteli hizmet üretecek” demiştim.
Oysa bazı özelleştirmeler rekabet ve kalite getirmediği gibi şirketleri alan yabancıların Türk halkına ikinci sınıf muamelesi yaptıklarına tanık olduk. Araplar’a satılan Telekom da bunun bir örneği.
Üç kuruş para bastırıp elimizdeki tek kablolu iletişim ağına sahip olan Araplar sıra hizmete gelince “İşinize gelirse” mantığı ile çalışıyor.
Bunu protesto etmek için Telekom’un internet servisini iptal ettirerek bir başka şirkete geçmeye karar verdim.
Ama iş orada bitmiyormuş meğer. Diğer şirket önce gelip imza ve nüfus örneğimi aldı. Bunu Telekom’a vererek izin alacakmış. Bu işlem de en az iki gün sürüyormuş.
İşe bakın Telekom iyi hizmet veremiyor, müşterisini mağdur ediyor, ama bundan şikayet edip rekabet gereği bir başka şirkete geçebilmek de onun iznine bağlı.
Üç kuruş parası var diye yabancı şirketlerin esiri haline gelmemize hepimizin tepki göstermesi gerekiyor.

ÖNERİ

CHP, gözlemcisi olmayan bütün sandıkları tek tek incelemeli


Referandumda YSK’nın yarattığı “tam kanunsuzluk” skandalının peşini bırakmamak gerek. Çünkü bu olay soğutulursa, unutulmaya yüz tutarsa demokrasi ve hukuk düzenini yeniden görebilmemiz çok uzun süre alacaktır.
Bu konuda CHP’ye de büyük görev düşüyor.
Önceki gün Halk TV’deki Yazıişleri programının konuğu Onur Öymen’di. Öymen YSK açıklamasına göre CHP’nin 9 bin sandıkta görevli bulunduramadığını söyleyerek “Bu 9 bin sandık çok önemli. Mutlaka mercek altına alınması gerek” dedi.
Öymen bu sandıkların büyük çoğunluğunun Doğu ve Güneydoğu bölgeleri ile orta Anadolu’nun kırsal kesimlerinde olduğunu belirterek “Bu sandıklarda muhtemelen başka partilerden de görevli yoktu. Bunların hemen tamamında tüm seçmenlerin oylamaya katıldığını, hepsinin evet çıktığını ve bir tane bile geçersiz oy kullanılmadığını biliyoruz. Bu 2 milyon 700 bin seçmen demektir” dedikten sonra şunu ekledi;
“CHP bu sandıkları tek tek incelemeli. Eğer iddialar doğruysa bu sandıkların önceden hazırlandığı, pusulalara evet oyu basıldıktan sonra sayım yapıldığı ortaya çıkacaktır. Eğer CHP bu gerçeği ortaya çıkarabilirse YSK’nın vereceği cevap yoktur.”
Hukuk mücadelesi elbette sürecektir ama CHP mutlaka ve mutlaka sandık sandık tüm Türkiye çapında bir araştırma yapmak zorundadır.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Amerika’nın ağır kararını yandaş medya nasıl zafere çevirecek?


Aslına bakarsanız Trump’ın PYD’ye ağır silah, zırhlı araç ve mühimmat yardımı yapma kararı bir ilk değil. Uzunca süredir bu ilişki biliniyordu. Nitekim son Sincar operasyonundan sonra Amerikalı askerler PYD’ye kalkan oldular, hemen sınırımızın ötesindeki terör kamplarına Amerikan bayrağı astılar.
Buna rağmen ülkemizi yöneten zihniyet bunda bir beis görmedi. Tam tersine kendi kamuoyuna sanki bölgenin en önemli oyun kurucusu olduğumuzu, bize sormadan hiç kimsenin bu bölgede karar veremeyeceğini anlattı.
Erdoğan sanki Trump’ın hiç haberi yokmuş gibi “Elimizdeki fotoğrafları belgeleri göstereceğiz” bile dedi.
Yandaş medya da sürekli patinaj yapmamıza rağmen bunu hep başarı öyküsü gibi sundu.
Ancak şimdi durum çok farklı. Türkiye’nin kırmızı çizgisi ayaklar altında. Eğer Erdoğan Trump’la görüşecekse ne diyecek, nasıl karşılık bulacak ve en önemlisi ne olursa olsun yandaş medya bunu iç kamuoyuna nasıl “zafer” gibi sunacak.
Aklıma bir fıkra geldi. Tam da buna uyuyor sanki; Adam elindeki silahla kalabalık bir yerde rastgele ateş açmış. 10 kişiyi öldürmüş. Kurşunları bitince yakalanmış. Mahkemeye çıktığında hakime “avukat istiyorum” demiş. Hakim “Tabii yasal hakkındır, ama avukat senin için ne söyleyebilir ki?” diye boş bulunup sormuş. Adam cevaplamış “Valla hakim bey ben de onu merak ediyorum ya.”
Şimdi ilişkileri bu hale getirdikten ve Türkiye’nin onurunu ayaklar altına aldıktan sonra bunu halka nasıl anlatacaklar çok merak ediyorum.