Cumhuriyetimiz pazar günü 100. yaşını dolduracak.

100 yaş, dile kolay. Tam bir asır.

Bu nedenle dördüncü defa “100 Yaş Manzaraları” başlıklı yazıyorum.

Tek amacım şöyle bir geriye ve bugüne bakıp 100 yılın sonunda geldiğimiz noktayı tasvir etmek. Okumamış olanlar için kısa bir özet geçmek isterim:

- Yazıların ilkinde 100. yılın sonunda yaşlılarını, emeklilerini, çalışanlarını yoksullaştırmış, ücretsiz otobüse binmeyi vazgeçilmez bir ihtiyaç haline getirmiş bir Cumhuriyet’ten söz etmiştim.

- İkincide “100 yılın işini 20 yıla sığdırdık” diyen Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti iktidarının, aslında 20 yılda Cumhuriyet’in fabrikalarını, tesislerini, varlıklarını nasıl sattığını, yandaşlara nasıl dağıttığını ve sonunda da 100 yılın yoksulluğunu nasıl 20 yıla sığdırdığını anlatmaya çalıştım.

- Üçüncü yazımın konusu adaletti. Geçmişte “hukukun üstünlüğü mü üstünlerin hukuku mu” sorusunu sık sık dile getiren Erdoğan’ın artık bu soruyu sormadığına dikkat çekmiş, adalet sistemimizin içinde bulunduğu duruma ayna tutmuştum.

★★★

Bugün ise bizzat Cumhuriyet’in yarattığı özgürlük ortamında büyüyen “Cumhuriyet karşıtlığını” anlatmak istiyorum.

Geçmişte ne demişte Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan?

Anımsayalım:

“Peki nasıl bir demokrasi? Bu demokrasi amaç mı olacak araç mı olacak? Burası tartışmaya açılmalıdır. Bize göre demokrasi hiçbir zaman amaç olamaz. Demokrasi ancak ilmi noktada ele aldığımızda bir araç olacak. Bu medeniyet inanıyorum ki 21. asırda İslamiyet medeniyetinin öne çıkacağı bir asır olacaktır. Bu yeni medeniyet dalgasına kim katkıda bulunursa ecrini (ödülünü) kat be kat alacaklar. Bu yeni medeniyetin, İslam medeniyetinin onurlu yükselişine katkıda bulunamayanlar zillet içinde kalmaya mahkum olacaktır.”

Sizce Erdoğan’ın bu konudaki fikirleri değişmiş midir?

Bu fikirlere inanan bir siyasetçi için kurulan “Atatürk’ü unutturmaya çalışıyor”, “Türkiye Cumhuriyeti ifadesini istemiyor” ve “Laikliğe karşıdır” gibi cümlelerin hangisi size tuhaf geliyor?

★★★

Şimdi sıralayacağım şu maddelerle ilgili son 20 yılda yaşananları bir düşünün:

-”Dindar (ve kindar) nesil yetiştirmek için” eğitim sisteminde yapılan değişiklikler. (Yatırımların tamamına yakınını imam hatip liselerine yapmak. Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik alanı yokmuş gibi okullarda imamları görevlendirmek. Müfredata eklenen “zorunlu seçmeli” derslerle ve sınavlarda din dersi ağırlığını artırarak öğrencileri din derslerine yönelmeye zorlamak.)

- Tarikat ve cemaatlerin gündelik hayatta daha görünür olmasını sağlamak ve maddi güçlerini artırmak için bu yapılara kamu kaynaklarının yoğun bir şekilde aktarılması. Tarikat ve cemaatlerin, yurtlarıyla, eğitim kurumlarıyla, Kuran kurslarıyla Milli Eğitim sistemine alternatif/paralel bir yapı oluşturması. Tarikat ve cemaatlerin Milli Eğitim sistemindeki aktivitesinin artırılması.

- Yargının tarikat ve cemaatlerde işlenen (yurt yangınları, yurtlardaki taciz/istismarlar, çocuk gelinler, inanç temelli dolandırıcılık gibi) suçlar karşısındaki “iltimaslı” tavrı.

- Hükümet konaklarından kaldırılan “TC” tabelaları.

- Atatürk ve Kurtuluş Savaşı kahramanlarının isimlerini taşıyan bütün binaların, statların, havaalanlarının (ya yıkılarak ya yenilenerek) isminin silinmesi ya da değiştirilmesi.

- Kamu görevlilerini, devletin kurumlarını Cumhuriyet’in değil iktidarın memurlarıymış gibi hareket etmeye zorlamak.

- Ekonomi dahil devlet işlerini dini temelli yaklaşımlarla yürütmeye çalışmak (Faiz konusundaki “nas” yaklaşımı, ülke olarak çok büyük bedeller ödememize neden oldu.)

- Milli bayramlar söz konusu olduğunda kutlamalardan kaçınmak. 100. yıldönümünü dahi kamuoyu baskısıyla ve çekingen bir şekilde kutlamak.

★★★

Diyanet İşleri Başkanı için bir TV yayınında “Şeriatçı” demiş, isterse bana dava açabileceğini söylemiştim. Açmadı! Aslında açamadı!

İktidar da artık “Cumhuriyet karşıtlığı” eleştirisini bir suçlama olarak görmüyor.

Tersine karşıtlığını saklamıyor.

Cumhuriyet’in yarattığı fırsatlar, Cumhuriyet’in yarattığı büyük gücü ele geçirmeye yetti.

Artık o gücü kullanmak daha önemli.

Ancak unutmamak gerekir ki gücün kaynağı Cumhuriyet’in bizzat kendisidir.

Cumhuriyet zarar görürse, o güç de biter.

Elde ulu önder Atatürk’ün tasviriyle “uçurumun kenarında yıkık bir ülke” kalır.