Değerli kardeşim Yılmaz Özdil, tarihe “Şike Davası” olarak geçen yargı süreci devam ederken, Fanatik Gazetesi için benimle yaptığı röportajda “Fenerbahçe’nin şike davasını sorduklarında çocuklarınıza ne anlatacaksınız” diye sormuştu.Ben de “Onlara Henry Fonda’nın başrolünü oynadığı 12 Öfkeli Adam filmini anlatırım ve kararlarını bu filmi düşünerek vermelerini söylerim...” demiştim.
Peki neden “12 Öfkeli Adam?..”
“12 Öfkeli Adam”, büyük yönetmen Sidney Lumet’in imzasını taşıyan 1957 yapımı bir film. Reginald Rose’un aynı adlı oyunundan uyarlanan film, bir davada bir jüri üyesinin, diğer 11 üyeyi sanığın suçsuz olduğuna ikna etme çabalarını anlatır.
Film, başında ve sonundaki üç dakikalık gösterim süresi ve bitişikteki lavabo sahneleri dışında, mekan olarak sadece jüri odasında geçer. İki jüri üyesinin mahkeme binasından ayrılmaları esnasında birbirlerine ismen hitap etmelerinin dışında, karakterlerin isimleri de kullanılmaz. Örneğin sanıktan “çocuk”, tanıklardan da “yaşlı adam” veya “karşı sokaktaki kadın” denilerek söz edilir.
“12 Öfkeli Adam”, 2007 yılında Amerika Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi tarafından “kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli” filmler arasına alındığından ABD Ulusal Film Arşivi’nde muhafaza ediliyor.
* * * *
Anlatım, bir cinayet davasında yargıcın jüriye talimatlar verdiği kapanış konuşması sonrasında başlar. Jüri üyeleri sabırsızdır, hemen idam kararı verilmesini isterler. Zira akşam yapacak işleri vardır!.. Ama biri hariç... Amerikan yasalarına göre jüriler kararlarını (suçlu ya da suçsuz) oybirliği ile almak zorundadır. Eğer karar oybirliği ile alınmaz ise jürinin kendini feshetmesi ve davanın yeniden görülmesi gerekir.
Jüri, şehrin fakir bölgesinde yaşayan bir çocuk zanlının babasını öldürüp öldürmediğine karar verecektir. Ayrıca tüm üyeler, suçlu bulmaları halinde sanığın elektrikli sandalye ile idam edileceği konusunda da bilgi sahibidirler.
* * * *
Nihayet o an gelir...
12 jüri üyesi, davayı tartışacakları ve birbirlerinin kişiliğini tanıyacakları jüri odasına girerler. Filmin bundan sonraki kurgusunda, jüri üyelerinin önyargılara dayalı bakış açıları nedeniyle, oybirliğine ulaşmada yaşadıkları zorluklar anlatılır.
Sekizinci jüri (Henry Fonda) delillerin ikinci dereceden olduğu ve çocuğun adil bir tartışmayı hak ettiği kanısındadır. Sorgulamaya, sadece iki cinayet tanığının olmasının kesin kanaate varmayı güçleştirdiğini ve kullanılan bıçağın nadiren bulunan bir kesici alet olmadığını söyleyerek başlar. Bu arada cebinden o bıçağın aynısını çıkararak diğer üyelere gösterir.
Buna karşılık 3,4 ve 10’uncu jüri üyeleri, çocuğun idama mahkum edilmesi için dosyada yeterli delilin bulunduğunu öne sürerler.
* * * *
Ancak Henry Fonda’nın başarıyla canlandırdığı mimar karakteri, sanık çocuğun biraz daha konuşulmayı hak ettiğinde ısrarcıdır. Etkileyici bir üslup ve ses tonuyla, avukatının iyi savunma yapamadığını anlatır. Bu arada çocuğun, cinayet günü yaşadığı olaylar bir mizansenle canlandırılır. Böylece kesinleşmek üzere olan karar yeniden sorgulanmaya başlanır. Sanığın suçsuz olduğunu savunanlar, ondaki hafıza eksikliğinin, yaşadığı panikle açıklanabileceğini, tanıklardan yaşlı adamın ilgi çekmeye çalışmış olabileceğini ve diğerinin de cinayeti, gözünde gözlükleri yokken gördüğünü söylerler. Tartışma, diğer jüri üyelerinin de çocuğun suçsuzluğuna inanmalarıyla devam eder. Oturumun başlangıcında “idam” diyen 4, 10 ve 3 numaralı üyeler de artık düşüncelerini değiştirmiştir.
Böylece önyargılar kırılır ve jüri kararını verir:
Çocuk masumdur...
* * * *
Deneyimli gazeteci Aytunç Erkin, değerli kardeşim Yılmaz Özdil’e verdiğim “12 Öfkeli Adam” cevabından yola çıkarak, “Şike Davası”nın ardındaki gerçekleri anlatan bir kitap yazdı.
Yakında piyasaya çıkacak ve adı “KUMPAS-TEK ÖFKELİ ADAM: AZİZ YILDIRIM” olan kitap, şike iddialarına önyargıya bakanları şaşırtacak, hatta sarsacak çok çarpıcı belgeler ve soruşturmacı gazetecilik örnekleriyle dolu.
Kitabı incelerken aklıma, kadim dostum Müjdat Gezen’in çerçeveleterek çalışma ofisinin duvarına astığı bir Kızılderili atasözü geldi:
“Birini yargılamadan önce, onun ayakkabılarını giy!..”
Ne kadar anlamlı, değil mi?
Aytunç Erkin’i, tarihe ışık tutacak başarılı çalışması nedeniyle kutluyorum.