17 Aralık’ın “bir numarasıydı” şimdi FETÖ’cü diye yurtdışı yasağı kondu
Bilmiyorum ülkemizde her şey çok komik olmak zorunda mı?
İşte son örnek.
17-25 Aralık yolsuzluk skandalının “bir numaralı ismi” olarak gözaltına alınan Hüseyin Avni Sipahi şimdi “Fetullahçı terörist” olmakla suçlanıyor.
Hüseyin Avni Sipahi 17 Aralık operasyonundan sonra CHP’den belediye meclis üyesi yapılmıştı.
Hatta öyle ki CHP Beşiktaş İlçe Başkanı, 5 yıl önceki seçimlerde belediye meclis üyesi adaylarının bulunduğu listeyi İl Seçim Kurulu’na götürürken arka sıralarda olan Hüseyin Avni Sipahi’yi ön sıralara kaydırmıştı.
Böylelikle Sipahi büyükşehir belediye meclisine girme hakkı da kazanmıştı.
İlçe başkanı bunu “ihraç edileceğini bilerek” yapmıştı ve ihraç da edilmişti zaten.
İşte o Hüseyin Avni Sipahi şimdi “Fetullahçı terörist” olarak soruşturmaya uğradı.
Bir de üstüne tam da 17 Aralık’ın yıldönümünde kendisine “yurtdışı çıkış yasağı konduğu” tebliğ edilmiş.
Bu duruma hayli öfkelenen Hüseyin Avni Sipahi de çareyi Cumhurbaşkanı’na sığınmakta bulmuş.
Yurtdışı yasağı nedeniyle büyükşehir belediyesi “bağımsız” meclis üyeliğinden istifa eden Sipahi 17 Aralık operasyonunu Erdoğan’ı devirmek için düzenlenen “öncü darbe girişimi” olarak niteliyor.
Sipahi Erdoğan’ın da aynı davadan şikayetçi olduğunu belirterek şöyle diyor:
“Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’la birlikte müşteki sıfatıyla, Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri nezdinde, ‘17-25 Aralık Öncü Darbe Girişimi’ sorumlularının cezalandırılmaları amacıyla şikayetçi/takipçisi olduğum, hukuki, idari, siyasi her platformda mücadele verdiğim sabittir. Hal böyleyken hakkımda FETÖ/PDY üyesi olduğum iddiasıyla ‘yurtdışı çıkış yasağı’ koyan, görünürde seyahat özgürlüğümü elimden alan, esasen onurumu hedefleyen bu idari karar ne hukuki ne insani ne de vicdanidir?”
Hüseyin Avni Sipahi’yi tanımam bilmem.
CHP içinde adı “parayla anılan” isimlerden biri olarak tanındığı yazılıp çiziliyor.
Ancak bugün hakkında açılan soruşturma ve yurtdışı yasağı bana bir tezgah gibi geliyor.
Biliyorsunuz 17-25 Aralık olayı gelmiş geçmiş en büyük yolsuzluk iddialarından biri olmasına rağmen operasyonu yapanların cemaatçi çıkması nedeniyle yok sayılmak isteniyor.
Sırf yapanlar cemaatçi diye asrın yolsuzluk iddiaları görmezden geliniyor.
Şimdi bu çetenin bir numarası diye anılan kişinin de “cemaatçi-terörist” olduğunu söylemek bu skandalı iyice kirletmek anlamına gelir.
Yani deniyor ki “17-25 Aralık yalandı. Suçlananların başındaki kişi de cemaatçiydi. Sırf Erdoğan’ı düşürmek için kendilerini bile feda etmişlerdi.”
Hüseyin Avni Sipahi pek çok şeydir belki de cemaatçi değildir zannımca.
Şimdi bu olay fıkra gibi değil de nedir?
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Dışişleri Bakanı çok fena fırça yemiş galiba
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Meclis’teki çırpınmasını izlediniz mi?
“Ben” diyordu “Sorulan bir soru üzerine Esad’la çalışabileceğimizi söyledim.”
Çavuşoğlu’nun “Esad’la çalışabiliriz” sözleri büyük yankı yaratmıştı.
Öyle ya “En büyük şeytan” olarak nitelenen ve Türk dış politikası “Esad ya gidecek ya gidecek” şiarını göre şekillenmişken bu söz de nereden çıkmıştı.
Çavuşoğlu bu konuşmayı Dubai’de yapmıştı.
Türkiye’ye döndükten sonra bakanlığının bütçesi için Meclis’e gitti ve adeta titreyerek “Bana orada soru sordular, ‘seçimler olursa ve Esad kazanırsa ne yapacaksınız?” dediler. Ben de buna cevap olarak o zaman çalışacağımızı söyledim” diye savundu kendisini.
Muhtemelen saraydan çok ağır fırça yemişti.
Nereden tahmin ediyorum bunu peki?
Çok basit.
Erdoğan Konya’daki konuşmasında uzun süredir sözünü etmediği Esad’dan “Bir milyon kişinin katili” diye söz etti.
Erdoğan’ın tam da “Esad’la çalışırız” sözlerinin söylendiği gün bunu söylemesi tesadüf değildir herhalde.
Belli ki Bakan’a “fevkalade” kızmış.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Biz söyleyip biz inanıyoruz
Aylardır şunu söylüyorum ekranlardan ve bu köşeden;
“Türkiye’nin içe ve dışa yönelik ayrı politikaları var. Erdoğan iç kamuoyunu etkilemek için başta Amerika olmak üzere dış güç olarak nitelediği herkese çok ağır sözler söylüyor. Ama buna aldıran yok çünkü Türkiye Amerika ve Batı’nın her istediğini yapıyor, ama içeride kamuoyu dünyaya karşı dik durduğumuzu ve herkese kafa tuttuğumuzu sanıyor.”
Son günlerde bu tezimi doğrulayacak gelişmeler yaşıyoruz yine.
Örneğin Dışişleri Bakanı FBI’ın Fetullah Gülen hakkında soruşturma başlattığını ve tutuklamalar yapıldığını açıkladı, kısa süre sonra Amerika’dan yalanlama haberleri geldi.
PYD’ye yönelik operasyon yapılmasına Amerika ve Avrupa Birliği ciddi biçimde karşı çıkıyor ama bunlar medyamızda yer almıyor.
Böylelikle iktidar ülkeyi sadece algılarla yönetmiş oluyor.
ANALİZ
“Her an girebiliriz” Trump’tan izin beklemek anlamına geliyor
Bir hafta geçti “PYD’yi temizlemek için Suriye’de operasyon yapılacağı” açıklamasının üzerinden.
İlk Cumhurbaşkanı Erdoğan açıklamıştı.
Sabrımızın taştığını, terörün ininde boğulacağını operasyonun her an başlayabileceğini söylemişti Erdoğan.
Hâlâ aynı sözleri söylüyor aslında.
“Her an girebiliriz” diyor bir mitingde.
Sonra bir başka mitingde “Girdik giriyoruz, hepsini yok edeceğiz” diye konuşuyor.
Tasavvufun en büyük ismi Mevlana törenlerinde bile bu sert üslup devam ediyor; “İnlerine, kazdıkları çukurlara gömeceğiz onları.”
Erdoğan bu konuşmalarında bir konunun altını “özenle” çizmekten de geri kalmıyor hiç.
“Bu operasyonlarda Amerikalı askerlere asla bir zarar verilmeyecek.”
İyi de o Amerikalı askerler olmasa zaten PYD’de de orada olmayacak ki.
Her neyse.
İlk günden beri bu operasyonun “anlatıldığı gibi olmayacağını” söylemeye çalışıyorum.
Bu tamamen seçime yönelik bir yatırımdır ve operasyon yapılacaksa bile sınırlı olacaktır.
Nitekim Erdoğan son konuşmalarında Trump’la da görüştüğünü belirterek “Kendisi de olumlu cevap verdi. Bölgedeki son terörist etkisiz hale gelene kadar Suriye topraklarını tarayacağız” dedi.
Ardından bir daha tekrarladı; “Sayın Trump’la konuştuk, Fırat’ın doğusundan bu teröristlerin gitmesi lazım. Gitmezse biz göndereceğiz. Madem ki ABD ile stratejik ortağız, gereğini yapmamız lazım.”
Bu açıkça Amerika’dan izin alınması demek değil midir?
O halde operasyon danışıklı dövüş gibi olacaktır.