Sevgili okuyucularım, Kemal Kılıçdaroğlu partisinin salı günkü grup toplantısında çok ilginç bir konuyu yeniden gündeme getirdi, Tayyip’e sorular sordu. Ancak bütün yandaş kanallar konuşmasını sansür edince olay kamuoyuna yeterince yansımadı. Ben geçmişte o konuyu yazmıştım.
Bugünkü yazımda sizi biraz geçmişe götürüp o olayı anımsatacağım. Günlerden 11 Mayıs 1998. İstanbul Nişantaşı’nda bir trafik kazası oldu. Olayın ötesini Hürriyet’te çıkan 18 Ekim 1998 tarihli yazımdan -özetle- izleyelim:
“İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip’in oğlu, geçtiğimiz mayıs ayında bir trafik kazası yaptı ve ses sanatçısı Sevim Tan Ürek’e çarpıp ölümüne neden oldu.
Kazadan sonra düzenlenen raporda Burak Erdoğan dalgın araç kullanmaktan, Sevim Tan Ürek ise duran araçların arasından yola çıkmaktan hatalı bulundular.
Ölümlü bir trafik kazasından sonra sürücü genelde tutuklanır.
Tayyip’in oğlu tutuklanmadı.
Savcı ifadesini aldı, salıverildi. Sevim Hanım koma halinde hastaneye kaldırılmıştı. Birkaç gün sonra vefat etti, sanık yine tutuklanmadı!
İlk duruşma İstanbul’da önceki gün yapıldı.
Tayyip’in oğlu duruşmaya gelmedi.
Avukatı mahkemede açıkladı:
“Kendisi İngiltere’de, yabancı dil eğitimi görüyor.”
Duruşmadan tutuklama kararı da çıkmadı.
Bizim bildiğimiz Tayyip, son derece “Müslüman” adamdır!.. “Allah” der, başka bir şey demez! Bu yüzden siyasette yükselmiş, partisinin genel başkanlığına oynar duruma gelmiştir. Şimdi gelelim konunun esasına:
Böylesine “Müslüman” bir insanın oğlu trafik kazası yapacak ve bir ölüme neden olacak. Diyelim ki yasalar uygun ve tutuklanmayacak!
İyi de kardeşim, insan oğlunu hiç değilse ilk duruşmaya getirmez mi?
Ortada bir ölüm var.
Hatalı olan sürücüdür veya yayadır. Bunun hesabı yargı önünde verilmez mi?
Allah korusun, o kazada Tayyip’in oğlu ölüme neden olan değil de, ölen olsaydı ve karşı taraf duruşmaya gelmeye tenezzül etmeseydi, Allah sözünü dilinden ve siyasetinden düşürmeyen Tayyip, acaba ne hissederdi?
Bu yaptığı Müslümanlıkla, insanlıkla, vicdanla bağdaşır mı?

* * *

Bazı olaylar Türkiye’de sıradan Müslümanlarla, din ticareti yapanlar arasındaki farklılığın hangi boyutlara vardığını ne güzel gösteriyor!
Sıradan Müslüman böyle bir kaza yapsaydı, şimdi içeride yatıyor, mahkeme önünde hesap veriyor olacaktı.
Sıradan Müslüman, kaza yapıp insan öldüren çocuğunu İngiltere’ye gönderemezdi... Gücü ve parası yetmezdi.
Ama Tayyip’in çocuğu olunca iş değişiyor! Duruşmaya da getirilmiyor.
Oğlan İngiltere’ye gönderilmiş! Dil eğitimi görüyormuş!
Din tüccarlarının çocukları yurtdışı okullarda, kolejlerde okurlar. Altlarında 40 milyarlık arabalarla dolaşırlar, babaları gibi Versace giysiler giyerler.
Ayın sonunu getiremeyen milyonlarca Müslüman aile inim inim inlerken, din tüccarlarının çocukları her çeşit dokunulmazlık zırhı ile kuşatılmıştır.
Başlarına bir iş geldiğinde, etkili ve yetkili babaları ve yakınları hemen devreye girer. Yasalar, onlar için geçerli değildir. Sömürü çarkı işte böyle çalışır...
Çünkü din tüccarları zengindir, uyanıktır. Ağızları laf yapar!
“Yüce Allah... Peygamberimiz efendimiz... Camiler kışlamız, minareler süngümüz, müminler askerimiz...”
Amaç, kandırabildikleri müminleri kendi emir erleri olarak kullanmaktır.

* * *

Tayyip’in oğlu trafik kazası yapmış, bir insan öldürmüş. Tutuklanmamış, üstelik İngiltere’ye gönderilmiş. Duruşmaya gelme zahmetine bile katlanmamış. Bu haberi dün gazetelerde okuyunca, hiç şaşırmadım.
Trafik kazasından içeride yatan “Sahipsiz Müslümanlar” düşünsün, hesabını bu dünyada vermekten korkan din ve iman işportacıları düşünsün!
Ama bilsinler ki, bu dünyada verilmeyen hesaplar bir gün Allah’ın huzurunda verilecektir.
Birkaç gün önce Recep Tayyip Erdoğan’a burada bir soru sormuştum.
Acaba bu davanın sonucu ne olmuştu? Mahkeme ne karar vermişti, oğlu ceza almış mıydı? Belgeleri bana göndermesini istirham etmiştim. Aradan günler geçti, Tayyip’ten tık yok!”

* * *

Evet, 18 Ekim 1998 tarihli yazım özetle böyleydi.
Tayyip’in oğlu mahkemeye hiçbir zaman çıkmadı, yokluğunda verilen sembolik üç ay hapis cezası paraya çevrildi.
Tayyip bu konuda bir gün olsun konuşmadı, konuşamadı.

Ahmet Ürek anlatıyor

Bu konuyu çeşitli zamanlarda irdeledim. Şimdi size 17 Haziran 2001 tarihli yazımı iletiyorum:
“Dün, Tayyip’in oğlunun çarpmasıyla vefat eden Sevim Tan Ürek’in eşi Ahmet Ürek’le konuştum. Tayyip’ten yanıt gelmiyordu, bakalım Ahmet Bey ne diyecekti. Anlattıkları bir ibret belgesiydi. Lütfen dikkatle okuyunuz ve şu olanları unutmayınız:
‘Tayyip’in oğlu kırmızı ışıkta hızla geçiyor. Peşine siren çalarak ekip takılıyor. Kaçarken, yaya geçidine 5 metre kala eşime çarpıyor. 30 metre sürüklüyor. Eşim 6 gün sonra vefat etti.
Yakalandığında polislere Tayyip’in oğlu olduğunu söylüyor. Zaten o andan itibaren her şey değişti. Karakola gittik, çocuğun ehliyetini sormuyorlar. Polislere bunu hatırlattığımızda ‘Siz ukalalık etmeyin, biz ne yapacağımızı biliriz’ dediler.
Kazadan hemen sonra caddemize belediye arazözleri geldi. Tarihte ilk kez, caddemiz baştan aşağı yıkandı. 35 metre fren izi vardı ve her şeyi bir anda yok ettiler.
Çocuğun ehliyeti yoktu.
Kazadan sonra, üç ay önce verilmiş gibi ehliyet düzenlediler.
Mahkeme başladı, çocuk bir kez olsun gelmedi. Babası tarafından yurtdışına gönderilmişti! Ama Tayyip’in adamları hep oradaydı. Karımın hakkını ararken bir şey söylediğimizde dirsek yedik, tehdit edildik, tacize uğradık.
Hakime çocuğun ehliyeti olmadığını, kazadan sonra babasının forsuyla düzmece ehliyet verildiğini söylediğimizde ‘Ne demek yani, siz koskoca belediye başkanını sahtecilikle mi suçluyorsunuz’ diye azar işittik. Sakin bir insanımdır ama o anda elimde bir şey olsaydı kafasına fırlatırdım.
Olayın oluşunu gören tanıkların hepsi tehdit edildi ve korkutuldu. Buna bir yakınımız dahildir. Sadece bir tek genç kız tanıklık yapmakta direndi. Fakat işin rengi değişmişti. Başına iş gelmemesi için ona da tanıklık yaptırmadık.
Şişli karakolunda çocuğun ehliyetini sormayan polislerin ve sahte ehliyet veren trafikçilerin aileleri dava görülürken defalarca gelip yalvardılar, işin üzerine gidersek kocalarının görevine son verileceğini, aç kalacaklarını söylediler. Onlardan da şikayetçi olmadık!
Kapımızda her gün belediye araçları durur, Tayyip’in adamları önümüze çıkardı. Tanıklara olduğu gibi, bize de, uğraşmayalım diye en az 20 ‘Ricacı’ geldi.
Tayyip belediye başkanıydı.
O zaman anladık ki, karşımızda bir ‘Dev’ vardır ve onunla baş etmek mümkün olmayacaktır.
Biz bu durumda aile meclisi olarak toplandık ve işin ucunu bırakmaya karar verdik... Çünkü bir sonuç çıkmayacaktı. Onlar çok güçlüydü.
Sonuçta efendim, mahkeme kararını verdi! 8’de 4 kusurlu olan çocuk 3 ay hapis cezası aldı. Bu da paraya çevrildi...’
(Bir iddiaya göre Burak kusursuz bulundu ve beraat ettirildi. Belgeler elimde olmadığı için bilemiyorum. Kendisi için kusursuzluk raporu veren Adli Tıp İhtisas Dairesi Başkanı Eyüp Çakmak, 2004 yılında Türkiye Denizcilik İşletmeleri Genel Müdür Yardımcılığı’na getirildi. EÇ.)
İşte böyle sevgili okuyucularım! “Allah, Peygamber, din, iman, cami, ezan, Kuran” diyen, ancak kendilerine sorulan basit sorulara bile yanıt veremeyen Tayyip gibiler, Türkiye’yi yönetmeye talip!
Haydi hayırlı olsun!”

* * *

Evet, 17 Haziran 2001 günü de böyle yazmışım. O günlerde Tayyip parti kurup başına geçmiş, iktidara oynuyordu.
TRT Türk Sanat Müziği sanatçısı Sevim Tan Ürek, 18 yaşındaki Burak Erdoğan’ın kendisine aracıyla çarpması sonucu ölmüş...
Ve çocuk mahkemeye bile çıkarılmamış!
Aile boyu dokunulmazlıkları şimdi de devam edip gidiyor!
Kılıçdaroğlu önceki gün bu konuyu Meclis’te gündeme getirdi, “Bu olanlar içinize siniyorsa gidip ona oy verin” dedi.
Tayyip’ten yine tık yok... Ah bir konuşsa!
Bugün geçmişteki iki yazımla sizi yıllar öncesine götürüp, yaşanan bu Türkiye’ye özgü olayı yeniden anımsatmak istedim!..
Çünkü insanız, hepimizin belleği zayıf! Olanları ister istemez unutuyoruz.
Allah, TRT Türk Sanat Müziği sanatçısı Sevim Tan Ürek’e rahmet eylesin, Tayyip’in günahlarını affetsin. Amin.