“Erzurum Milletvekili Süleyman Necati, Mersin Milletvekili Selahattin ve Canik Milletvekili Emin beyefendiler tarafından teklif edilen kanun tasarısı, doğrudan doğruya benim şahsımı vatandaşlık haklarından yoksun bırakmak maksadını güdüyor.” (Atatürk, 2 Aralık 1922)

Atatürk... Yıl: 1923 Atatürk...
Yıl: 1923


Malum! Yerel seçim hazırlıkları başladı. Aralık 2018’deki bu seçim hareketliliği; siyasi hesaplar, siyasi oyunlar, bana Aralık 1922’deki bir “seçim oyununu” hatırlattı.

Bundan 96 yıl önce, Aralık 1922’de, 1923 seçimleri öncesinde, TBMM’deki bazı muhalifler Atatürk’e bir “siyasi tuzak” kurmak istediler.

Şimdi gelin, 96 yıl önceye dönelim! Atatürk’e yönelik o seçim oyununun ayrıntılarını görelim. Görelim ki, Atatürk’ün hangi siyasi oyunlara nasıl göğüs gererek bu Cumhuriyeti kurduğunu daha iyi anlayalım.

ZAFER VE MUHALEFET

30 Ağustos 1922’de Atatürk’ün önderliğinde Başkomutan Meydan Muharebesi kazanıldı.

9 Eylül 1922’de, muzaffer Türk orduları İzmir’e girdi.

1 Kasım 1922’de saltanat kaldırıldı.

17 Kasım 1922’de Padişah Vahdettin, İngilizlere sığınıp kaçtı.

20 Kasım 1922’de Lozan Barış Konferansı açıldı.

28 Kasım 1922’de Yunanistan’da, Anadolu harekâtında başarısız olan Başbakan Gunaris, Başkomutan Hacıanesti ile Teodakis ve Baltacis adlı bakanların idamına karar verildi.

2 Aralık 1922’de Yunanistan’da idam kararları infaz edildi.

Atatürk, yaklaşık 4 yıl devam eden Kurtuluş Savaşı’nı, bu son 90 gün içinde her bakımdan zaferle taçlandırdı. Fakat buna rağmen, TBMM’deki Atatürk karşıtı muhalefet bütün şiddetiyle devam ediyordu. Özellikle saltanatın kaldırılmasından sonra cumhuriyetin ilan edileceğinden kuşkulanan muhalifler, bir taraftan hilafete sarılırken, diğer taraftan Atatürk’ü etkisizleştirmeye çalışıyordu.

2 ARALIK 1922 TUZAĞI

Yunanistan’da Kurtuluş Savaşı’nın kaybedenlerinin idam edildiği o 2 Aralık günü, Türkiye’de ise Kurtuluş Savaşı’nın kazananı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, adeta siyaseten idam edilmek istendi.

O gün TBMM’de başkanlık kürsüsünde Meclis İkinci Başkanı Adnan Bey vardı.

Bir ara Adnan Bey şöyle dedi: “Efendim! Milletvekili Seçimi Kanunu’nda değişiklik yapılmasıyla ilgili teklifin görüşüleceği yolunda Tasarı Komisyonu’nun tutanağı var.”

Söz konusu tutanak “Okunsun!” sesleriyle karşılandı.

Başkan, “Teamül gereği, bu kanun teklifinin okunmadan komisyona gönderilmesi gerektiğini” söyledi.

Bunun üzerine Ankara Milletvekili Gazi Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) ayağa kalktı.

Efendim! Bu kanun tasarısı doğruca şahsımı ilgilendirdiğinden, izin verirseniz birkaç kelime ile düşüncemi bildirmek istiyorum” diyerek söz istedi.

Sonra şunları söyledi:

Erzurum Milletvekili Süleyman Necati, Mersin Milletvekili Selahattin ve Canik Milletvekili Emin beyefendiler tarafından teklif edilen kanun tasarısı, doğrudan doğruya benim şahsımı vatandaşlık haklarından yoksun bırakmak maksadını güdüyor.

Atatürk’ün bu açıklamasından sonra meclisten “Haşa!” sesleri yükseldi.

Atatürk sözlerine şöyle devam etti:

14. maddede yazılı olan satırları gözden geçirecek olursanız orada deniliyor ki: ‘Büyük Millet Meclisi’ne üye olabilmek için, Türkiye’nin bugünkü sınırları içindeki yerler halkından olmak veya kendi seçim bölgesi içinde yerleşmiş bulunmak şarttır. Ondan sonra göçmen olarak gelenler, yerleştikleri tarihten itibaren beş yıl geçmiş ise seçilebilirler.”

ATATÜRK’ÜN KARŞI HAMLESİ

Atatürk, daha sonra milletvekillerinin gözlerinin içine bakarak neden ve nasıl bu tasarının kendisini hedef aldığını anlatmaya başladı:

Maalesef, benim doğum yerim bugünkü sınırlar dışında kalmış bulunuyor. İkincisi, herhangi bir seçim bölgesinde beş yıl oturmuş da değilim. Doğum yerim bugünkü milli sınırların dışında kalmıştır. Fakat bu böyle ise bunda benim en küçük bir kasıt ve kabahatim yoktur. Bunun sebebi, bütün memleketimizi, milletimizi batırıp yok etmek isteyen düşmanların işgal ve istila hareketlerinin kısmen önlenememiş olmasıdır. Eğer düşmanlar maksatlarında tam bir başarıya ulaşmış olsalardı, Allah korusun, bu tasarıya imza koymuş olan efendilerin de doğum yerleri sınır dışında kalabilirdi.”

Atatürk, daha sonra -bu tasarıyı verenleri adeta yerin dibine sokan- şu cümleleri kurdu:

Bundan başka, bu maddenin gerektirdiği şartlar bende yoksa, yani beş yıl sürekli olarak bir seçim bölgesinde oturmamış isem, o da vatana yaptığım hizmetler yüzündendir. Eğer bu maddenin istediği şartları yerine getirmeye çalışsaydım, İstanbul’u kazandırmaktan ibaret olan Arıburnu ve Anafartalar’daki savunmalarımı yapmamam gerekirdi. Eğer ben bir yerde beş yıl oturmaya mahkûm olsaydım, Bitlis ve Muş’u aldıktan sonra Diyarbakır’a doğru yayılan düşmanın karşısına çıkmamam gerekirdi. Bu efendilerin istediği şartları taşımak isteseydim, Suriye’yi boşaltan orduların döküntülerinden Halep’te bir ordu kurarak, düşmana karşı savunmaya geçmemem ve bugünkü milli sınırlar dediğimiz sınırları fiili olarak çizmemem gerekirdi. Zannediyorum ki ondan sonraki çalışmalarım herkesçe bilinmektedir. Hiçbir yerde beş yıl oturamayacak kadar çalışmış bulunuyorum.”

Atatürk, sonra bu öneriyi veren milletvekillerini şöyle sıkıştırdı:

Ben zannediyordum ki bu hizmetlerimden dolayı milletimin sevgi ve saygısını kazandım. Belki bütün İslam dünyasının sevgi ve saygısını da kazanmış bulunuyorum” dedi. Bir gün vatandaşlık haklarından yoksun bırakılmak isteneceğini asla düşünmediğini söyledi.

Sonra “Bu efendiler, acaba milletin de kendileri gibi düşündüğünü söyleyebilirler mi?” diye sordu. “Beni vatandaşlık haklarından yoksun bırakmak yetkisi bu efendilere nereden verilmiştir? Herkese soruyorum ve cevap istiyorum” dedi.

Atatürk’ün meclisteki bu konuşması basın aracılığıyla tüm yurda duyuruldu. Ülkenin her yanından ve bütün seçim bölgelerinden halk, Meclis Başkanlığı’na protesto telgrafları gönderdi. Bu kanun tasarısını hazırlayıp imzalayan milletvekillerinin seçim bölgelerindeki seçmenler, kendi milletvekillerini ağır bir şekilde suçladılar. Atatürk’ün -Nutuk’ta belirttiği kadarıyla- ülkenin dört bir yanından kendisine gönderilen destek telgrafları “büyük bir dosyayı” doldurdu. Bu dosyadaki bazı telgraflar o zaman basında da yer aldı.


Atatürk’e kurdukları tuzağa kendileri düştüler


10szt02ant_ist_izm_ank_adn_trb

Atatürk, muhalefetin kurduğu tuzağı çok çabuk fark etti. Mecliste yaptığı çok güzel ve etkili konuşmayla bu “siyasi oyunu” bozdu.

Atatürk’ün konuşmasından sonra, ona bu siyasi tuzağı kuran muhalefet çok telaşlandı. Çünkü kendi kurdukları tuzağa düşmek üzereydiler.

Muhalefetin en önemli isimlerinden Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni Bey, Atatürk’ün bu kanun tasarısından “vatandaşlık haklarının elinden alınması” şeklinde bir anlam çıkarmasına “hayret ettiğini” söyledi. “Paşa’nın vatanı her yer ve herkesin kalbidir!” dedi.

Bunun üzerine Atatürk, “Hüseyin Avni Bey, madde açıktır. Tefsire gerek yoktur” diyerek konunun çarpıtılmasına engel olmak istedi.

Hüseyin Avni Bey, “Paşa Hazretleri, şahsınız bunun içerisine girmemiştir ve giremez!” dedi. “Mustafa Kemal Paşa Hazretleri kimseyle mukayese edilemez!” diye de ekledi.

Ancak aynı Hüseyin Avni Bey, daha sonra şu sözleri ağzından kaçırdı:

Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni (Ulaş) Bey Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni (Ulaş) Bey


Kanun teklifleri usul dairesinde encümene gider, encümen kararını verir. Eğer Mustafa Kemal Paşa’yı meclis feda ederse o da feda edilsin. Söz meclisindir...”

Evet! Zaten amaç tam da buydu. Muhalefet, seçim kanunundaki bir değişiklikle, Atatürk’ü meclis dışına bırakmayı hesaplamıştı. Eğer o gün Atatürk çıkıp da “Bu tasarıyı benim için hazırladılar” diyerek meclisi uyarıp uyandırmamış olsa tasarı mecliste kanunlaşabilirdi. Böylece muhalefet, Hüseyin Avni Bey’in ifadesiyle “Bu kararı meclis verdi! Meclise herkes saygılı olmalı!” diyerek Atatürk’ün seçilme hakkını elinden alabilirdi.

Bayezid Milletvekili Şevket Bey, “Siz müstesnasınız Paşa...” diye bağırdı.

Bunun üzerine Atatürk, “Benim müstesna olduğuma dair bir kanun yoktur ve müstesna olamam” dedi.

Sonra bu kanun tasarısını verenler -yine telaşla- tek tek kendilerini savunmaya başladılar.

Önce, Erzurum Milletvekili Necati Bey, “Bu kanun tasarısını verdikten sonra, esas amacı uygun bir zamanda izah edecektim!” dedi. Bu tasarının amacının Atatürk’ü meclis dışında bırakmak olmadığını söyledi. “Ben böyle namussuz bir adam değilim!” diyerek kendini savundu. Bu tasarıyı Türk olmayanları meclis dışında bırakmak için verdiklerini iddia etti.

Sonra, imzacılardan Canik Milletvekili Emin Bey söz aldı. O maddeyi, Atatürk’ü düşünerek yazmadıklarını söyledi. O da Türk olmayanları meclise sokmamak için o maddeyi yazdıklarını söyledi. “Dışarıda, belki Paşa Hazretlerini - iddia ederim - hepinizden fazla ben severim!” bile dedi.

Sonra mecliste, Atatürk’ü savunan milletvekillerinin sesleri yükseldi.

Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey, “Bütün cihanın takdirine mazhardırlar” dedi.

Yozgat Milletvekili Süleyman Sırrı Bey “Türkiye’nin kurucusudurlar” dedi.

Cebelibereket Milletvekili İhsan Bey “Millî ve dinî bünyede bir yara açtınız; tedavi ettirmek için söz söyletiniz Reis Bey” diyerek başkanı eleştirdi. (TBMM Zabıt Ceridesi, C. 25, s. 159-164)

Demem o ki Atatürk, mecliste tam zamanında yaptığı çok etkili bir çıkışla, muhalefeti adeta kendi kazdığı kuyuya düşürdü.

Bu arada o çirkin kanun tasarısı sayesinde herkes, Atatürk’ün -vatan ve millet için cepheden cepheye koştururken- beş yıl bir yerde oturmaya fırsat bulamadığını öğrenmiş oldu.

Önergeyi verenler, Atatürk’ün “aklının” ve “kurtarıcı kişiliğinin” karşısında ezildiler, adeta yerin dibine geçtiler.

Devrimi yemek isteyen evlatlar


Atatürk, dışarıda Lozan görüşmelerini takip edip içeride cumhuriyet hazırlıkları yaparken muhalefet, basit, etkili ve çirkin bir siyasi oyunla Atatürk’ten kurtulmak istemişti.

O günlerde Atatürk’ün bazı muhalif silah arkadaşları, Milli Mücadele’den sonra Atatürk’ün artık köşesine çekilmesi gerektiğini savunuyordu. Fakat Atatürk “asıl savaş” dediği “uygarlık savaşını” da kazanmadan çekilmeyi düşünmüyordu. Emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı bağımsızlık savaşını kazanmıştı. Şimdi “cehalete karşı” savaşacaktı. Ancak cehalete karşı savaşta çok daha yalnızdı. Bazı iyileştirmelerle o eski düzenin aynen devam etmesini isteyen; saltanatçı, hilafetçi, cumhuriyet karşıtı bir muhalefet vardı. İşte o muhalefet, Atatürk’ten kurtulmak için her şeyi yapıyordu.

2 Aralık 1922 tuzağı, cumhuriyet öncesinde Atatürk’e kurulan tuzaklardan sadece biriydi. O günlerde Atatürk’e daha başka tuzaklar da kurulacaktı. Mesela, 2 Aralık 1922 tuzağından yaklaşık dört ay sonraki (27 Mart 1923) Ali Şükrü Bey cinayeti de Atatürk’ün üstüne yıkılmak istenecekti.

Atatürk’ü mecliste bir türlü etkisiz hale getiremeyenler, sonunda Atatürk’ü öldürmek için plan yapacaklardı; 1926’da İzmir suikastıyla Atatürk’ü ortadan kaldırmak isteyeceklerdi.

Ancak başaramadılar. Atatürk kazandı, Türkiye kazandı.

Hani hep derler ya “Devrim kendi evlatlarını yer!” Bizde durum tam tersiydi. Bizde “Evlatları devrimi ve devrimciyi yemeye kalktılar.” Ancak Atatürk, Cumhuriyet Devrimi’ni canı pahasına koruyup kolladı. Karşıdevrimcilere göz açtırmadı.