Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’dan “Ekonomik krizin eşiğindeki Türkiye” ile ilgili çarpıcı açıklamalar: 2

Sevgili okurlarım,

Tüm öngörüleri doğru çıkan bilge diplomat, Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile ekonomi üzerine yaptığımız söyleşinin dünkü bölümünden sonra şöyle sorular aldım:

“Şükrü Bey’in ekonomi uzmanlığı nereden kaynaklanıyor?..”

Hemen belirteyim; Sayın Elekdağ, Galatasaray Lisesi’nden mezun olduktan sonra, İstanbul’daki İktisadi Ticari İlimler Akademisi’ni (şimdiki Marmara Üniversitesi) bitirmiş. Dünyanın en ünlü üniversitelerinden biri olan Fransa’daki Sorbonne Üniversitesi’nden kazandığı bursla, ekonomi doktorası yapmış. Daha sonra girdiği Dışişleri Bakanlığı’nca aralarında Hikmet Uluğbay’ın (Maliye eski Bakanı) da bulunduğu ekipte görevlendirilerek AB’nin başlangıcı olan Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) müzakerelerine Türkiye’yi temsilen katılanlardan biri olmuş. Ayrıca Dışişleri Bakanlığı onu, ekonomi ve finans konularında staj yapmak için ABD” ye göndermiş.

Özetleyerek aktardığım bu bilgiler, onun birçok ekonomi uzmanından daha donanımlı olduğunu anlatmak bakımından yeterlidir sanırım.

Kendisiyle yaptığım söyleşimizin bugünkü bölümünde “krizin eşiğindeki” ekonomimizin sorunlarını ve çözüm yollarını konuşmayı sürdürüyoruz.

[caption id="attachment_2453507" align="alignnone" width="880"]Şükrü Elekdağ Şükrü Elekdağ[/caption]

(U.D.): Sayın Elekdağ, cumhurbaşkanı adayları bu yıl ödenmesi gereken 236 milyar dolarlık muazzam borç yükünü ve bunu nasıl karşılayacaklarını, propaganda konuşmalarında hiç ağızlarına almıyorlar. Acaba neden?..

SEÇİMDEN SONRA VATANDAŞIMIZA ÇOK ACI BİR REÇETE ÇIKARILACAK

(Ş.E.): Sayın adayların bu yıl içinde 236 milyar dolar ödememiz gerektiğini bilmemeleri mümkün mü? Muhakkak ki danışmanları onlara, seçimlerden hemen sonra acil ve büyük boyutta bir “dış borçların yeniden yapılandırılması, yani borç konsolidasyonu” programının devreye sokulması zorunluluğu ile karşılaşacaklarını söylemiştir. Ancak, seçmende moral çöküntüsü yaratmamak  ve belalı IMF seçeneğinden söz etmemek için, bu soruna değinmemeyi  tercih ediyorlar.  Burada özellikle bir noktanın altını çizmek istiyorum. Türkiye ekonomik alanda son derece endişe verici sorunlarla karşı karşıya. Bu durum, borç yapılandırılması operasyonunuyla birlikte çarpık ekonomik yapılanmanın ele alınarak ekonominin kapsamlı ve radikal bir değişime tabi tutulmasını zorunlu kılıyor. Bu, vatandaşlarımıza çok acı bir reçete çıkaracak. Ben, kesinlikle, müdahalenin, IMF’ye gitmeden kendi imkânlarımızla yapılmasını ve faturanın, halkımızın varlıksız kesimlerinden ziyade, son 16 yılda  gelir ve servetleri aşırı şişenleri kapsamasını tercih ederim. Ama, detaylı  şekilde izah ettiğim gibi içinde bulunduğumuz durumun bize IMF seçeneğini “empoze edeceğini düşünüyorum. Bu bağlamda vurgulanması gereken bir nokta daha var. Bu da, uluslararası sermayenin güven ortamı aradığı, bu nedenle de bağımsız yargının olmadığı ve evrensel hukukun uygulanmadığı ülkelerden uzak durduğudur. Bunun anlamı, Türkiye’nin, yozlaşan hukuk ve demokrasi standartlarını  yükseltmediği takdirde, ekonomik sorunlarını çok daha zor çözeceğidir.    

(U.D.): Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmalarında çoğu zaman Merkez Bankası’nın (MB) 100 milyarın üzerinde rezervi bulunduğunu dile
getirir ve bununla öğünür. Bu rezervler devreye sokulamaz mı?

MB’NİN REZERVLERİ DERDE DEVA DEĞİL!

(Ş.E.): MB rezervleri düşük olmaları nedeniyle derde deva değil!.. MB’nin  25 milyar dolar tutarında altın, 89 milyar  234  milyon dolar da brüt döviz rezervi var. MB resmi rezerv olarak, bu iki meblağın toplamını açıklıyor. Ancak, net döviz rezervini bulmak için MB yükümlülüklerinin brüt olarak ilan edilen rakamdan düşülmesi gerekiyor. Bu işlem yapıldığında  net döviz rezervinin  22 milyar  298  milyon dolardan ibaret  olduğu anlaşılıyor. Buna 25 milyar dolarlık altın rezervini de ilave edersek Türkiye’nin rezerv varlığının 50 milyar dolara dahi erişmediğini görüyoruz. Bu rakam, bu yıl ödenmesi gereken borçların ancak beşte birini karşılıyor.

(U.D.): Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’nin yüzde 7.4 oranında büyüyen ekonomisinin güçlü olduğunu  ve döviz kurlarındaki dalgalanmadan etkilenmeyeceğini ileri sürüyor…

(Ş.E.): Ben  yüzde 7,4 büyüme oranının  gerçeği yansıttığı kanısında değilim!.. Esasen, ülkemizin 2017’de yüzde 7,4’lük bir büyüme oranı gerçekleştirdiği Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklandığı zaman, bu oran,  hem ekonominin temel göstergeleriyle uyuşmaması, hem  de TÜİK’in daha önceki keyfi hareketleri ve güven vermeyen sicili  nedeniyle, tereddütle karşılanmış ve ciddi tartışmalara yol açmıştı... Zira, bir ekonominin % 7,4 büyüme kapasitesi varsa, o ekonomi için ağır maliyetler ve sorunlar yaratma pahasına, kapsamlı vergi afları getirmeye, Kredi Garanti Fonu (KGB) vasıtasıyla tüketim yaratma amacıyla aşırı kredi pompalamaya,  onlarca milyar liraya varan batık krediyi kamuoyundan saklamaya ve “mortgage” faizlerini zorla aşağı çekmeye gerek duyulmamalı! Keza, bu kapasitede bir ekonomide enflasyon hesaplaması kamuoyunu aldatmak amacıyla “değişken endekse” göre yapılır ve bu yolla kamuoyu aldatılır mı? TÜİK’in, işine geldiği gibi fiyatı çok artan kalemleri endeksten  çıkarıp, fiyatı daha az artan kalemlerle değiştirme marifetinin (!) gerçekleri çarpıtma amacını taşıdığını artık cümle alem biliyor. Bu şekilde resmi  enflasyon, gerçek enflasyonun çok altında gösteriliyor .

(U.D.): Son bir yılda TL dolara karşı yüzde 30’a yakın  değer kaybetmişken, enflasyonun ancak yüzde 12’ye çıkmış olması gerçekçi kabul edilebilir mi?

GERÇEK ENFLASYON YÜZDE 40’A YAKIN

(Ş.E.): Mümkün değil!.. ABD’de büyük yatırım kuruluşlarına danışmanlık yapan  ve Türk ekonomisini yakından izleyen ünlü Profesör Steve Hanke Türkiye’de gerçek enflasyonun yüzde 40’a yakın olduğunu ileri  sürüyor. Ekonomik büyüme konusuna dönersek, bu hususta bana intikal eden  bilgilere göre TÜİK 2017 milli gelir  hesaplanmasında bir metodoloji değişikliğine gitmiş ve  kayıt dışı ekonomiden kayıtlı ekonomiye  geçiş oranını artırıvermiş!.. Yani, 2017’de  ekonomimizin yüzde 7,4 büyüme gerçekleştirdiği  iddiası gerçeği yansıtmıyor!..

(U.D.): TÜİK’in kötü sicilinden bahsettiniz. Bunu biraz açar mısınız?

TÜİK’İN AÇIKLADIĞI RAKAMLAR HİÇ GÜVEN VERMİYOR

(Ş.E.): Biraz önce de belirtmiş olduğum gibi TÜİK’in  hesaplamaları ve ürettiği rakamlar güven vermiyor. Nitekim TÜİK son on yılda milli gelir hesabını iki kere revize etti. 2006’da yapılan ilk revizyonda Türkiye’nin “gayri safi yurtiçi hasılası” (GSYH) 576 milyar TL’den 758  milyar TL’ye yükseltildi. 2015’te yapılan ikinci revizyonda GSYH 1 trilyon 748 milyar TL’den 2 trilyon 044 milyar TL’ye çıkarıldı. Bu revizyonlar yapılmasaydı 2017 yılı GSYH’mız 851 milyar dolar yerine 540 milyar dolar olacak, dünya ekonomisi büyüklük sıralamasında Türkiye’nin yeri değişecek ve ilk 20 ülke arasındaki yerini alamayacaktı!.. Revizyonların yapılmaması halinde bugün 10 bin 532 dolar olan kişi başına gelirimiz, 6 bin 683 dolar olacaktı. TÜİK’in bu revizyonlar sırasında uyguladığı yöntemin sakatlığı hususunda Türkiye’nin milli gelir hesapları  üzerinde en yetkili olan iktisatçıları onlarca makale yayınladı. Bu makaleler, TÜİK’in sayıları nasıl şişirdiğini ortaya koyuyor.

(U.D.): Bir de kamuoyundan gizlenen batık krediler meselesine temas ettiniz...

ÇOK BÜYÜK BOYUTTA BATIK KREDİ VAR AMA GİZLENİYOR

(Ş.E.): Kredi Garanti Fonu (KGF), 1993’te kurulmuş, kurumsal bir kefalet müessesesidir. Amacı, teminat yetersizliği nedeniyle kredi alamayan KOBİ’lere ve KOBİ dışı işletmelere kefil olmak ve onların finansman sağlamalarını kolaylaştırmaktır. AKP iktidarı bu kurumu amacından saptırmış ve piyasaya para pompalayan ve batık firmalara kredi aktarma yoluyla onları sağlıklı gibi gösteren bir kuruluş haline getirmiştir. Bankaların KGF kapsamında  verdikleri krediler 220 milyar TL’yi aşıyor...Bu kredilerin önemli bir kısmı batık... Hükümet’in talimatıyla  kredilerin verilmesinde  KGF onayı kaldırılarak  tüm inisiyatif bankalara verilmiş ve bu  suretle riskli/batık firmalara da kredi aktarımı yolu açılmıştır...

(U.D.): Peki batık krediler nasıl gizleniyor?

(Ş.E.): Merkez Bankası eski Başkanı Durmuş Yılmaz batık kredilerin gizlenme yöntemini şöyle izah ediyor: “Üretici, imalatçı ve ihracatçı  firmalara verilmesi gereken KGF kredileri, daha önce verilen  ancak geri ödenmediği için takip hesaplarına düşürülmek yerine,  teminatsız, riskli ve aksayan kredilerin  yeniden yapılandırılmasında kullandırıldı. Bu sayede batığa giden krediler yüzer kredi haline dönüştürüldü. Riskli firmalara kredi vermek kolaylaşınca  kısa sürede 220 milyar  liralık hacme ulaşıldı. Ancak, kredilerin önemli bölümü, bankaların portföyündeki  aksak ve riskli kredilerle, kredibilitesi olmadığı halde siyasi referanslarla verilen krediler olduğundan sistem kısa sürede tıkandı. Yapılan son değişiklikle bankalara, batık kredileri 3 yıl boyunca yapılandırarak canlı kredi olarak gösterme imkânı tanındı... Gerçekte batık kredilerin oranı yüzde 10’a doğru gitmektedir. 2001 krizi de batık krediler yüzde 10’a ulaşınca gelmişti.”

Cumhuriyet tarihinde böyle bir yalan furyası yaşanmadı


(U.D.): Anlattıklarınız, lehte görülen  ekonomik göstergelerin gerçek dışı veya şişirilmiş olduğunu ve istatistik verilerinin aşağı yukarı tümüyle manipülasyona tabi  tutulduğu algısını yaratıyor... Söylemekte zorlandığım çok üzücü bir durum bu!..

(Ş.E.): Cumhuriyet  döneminde bunun benzeri bir yalan furyasına tanık olunduğunu zannetmiyorum!.. Ekonominin sorunlarına  gelince bu konuda karşılaştığımız durum  bana ünlü şairimiz Mehmet Akif’in şu dizelerini hatırlatıyor: “Tarihi  tekerrür diye tarif ediyorlar; / Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?” Zira, Türkiye 2001’de tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşamış, ekonomi büyük ölçüde daralmış, işsizlik tavana vurmuş, çok sayıda banka ve küçüklü büyüklü binlerce firma batmış, dönemin afallayan siyasi liderleri çaresizlik içinde ne yapacaklarını bilmezken, IMF ve Dünya Bankası gözetiminde hazırlanan “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” adlı bir istikrar programı Kemal Derviş’in eliyle hükümete dayatılmıştı. Türkiye ağır bir fatura ödedi, ancak bu program ve diğer reformlar sayesinde ekonomi toparlandı ve Türkiye geleceğe ümitle bakmaya başladı. İşte bu dönemde AKP iktidarı yönetimi devraldı. Ne var ki, 16 yıl sonra bugün Türkiye, yine kendisini  IMF kapısını çalmaya zorlayan ağır bir ekonomik krizle karşı karşıya bulmuştur. Türkiye’yi vurması beklenen, ülkemizin dış borçlarını ödeyebilme kapasitesini kaybetmiş olmasından kaynaklanan bir krizdir. 24 Haziran seçimlerinden önce Türk halkının  bu krizin sorumlusunun kim olduğunu bilmesi ve oyunu buna göre kullanması öncelikli bir hakkıdır. Krizin sorumlusu, Türkiye’yi aşırı borçlandırarak ve Cumhuriyet’in birikimlerini haraç mezat satarak elde ettiği kaynakları izlediği hatalı ekonomik politikalarla heba eden ve Türk ekonomisini tam bir enkaza çeviren Erdoğan yönetimidir. Yolun sonunda IMF görünüyorsa bu tamamen Erdoğan’ın, kalite, yetenek ve öngörüden mahrum yönetiminin sonucudur!..

- BİTTİ-

sozcu-banner-1