Kim kendisinin gerçek anlamda muhasebesini (öz eleştirisini) yapar, gerçek kimliğini bilir ve gönlünü hakikatleri olduğu gibi kabul etmeye razı ederse; ilk başta sarsıntı yaşasa da, daha sonra insanların kendini yermelerinden duyduğu mutluluk, o kişi için insanların övmelerinden duyduğu hoşnutluktan çok daha fazla ve çok daha değerli olur. Gerçekten de o kişi, hakkındaki övgülere layıksa, bu övgüler ona ulaştığında gurura kapılıp kendi erdemlerini kendi eliyle mahvedebilir. O övgülere layık değilse, bunlar kendisine iletildiğinde sevinirse, o zaman da bir yalandan dolayı sevinmiş olur ki çok büyük bir hatadır. Öte yandan, başkaları tarafından ayıplanmayı hak eden kişiye, hatası iletildiğinde umulur ki, aklı başına gelir de bu yanlıştan döner. Bu da onun için en büyük kazanç olur. Böyle bir kazancı ancak ahmak olan reddeder.” Erdemli İnsanın Yol haritası/İbn Hazm

Yukarıdaki cümleyi, siyaset,  akademi, parti ve cemaat liderleri üzerinden düşünün; Türkiye’de eleştiriye açık kaç isim verebiliriz? Ahlak ve etiğin konuşulduğu tasavvuf ortamları da buna dâhil. Ego ve çıkar kavgaları her yerin kilit taşı olmuş. Yapılan yanlışları meşrulaştırmak da işin cabası. Oysa ahlaki zeminde ve düşünce dünyamızda bizim yegâne kıstasımız eleştiri olmalı.

ELEŞTİRİ VEYA TENKİT

Eleme kökünden gelen eleştiri, “mevcut olanı elemek ve değerli olanı almak” demektir; faydalıyı zararlıyı, iyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı böyle elde ederiz. Nakit kökünden gelen tenkit ise “ederini bulmak” anlamını taşır. Keza münakaşa “nakşetme”, münazara  “nazar/bakış” anlamlarını içerir. Tüm bu kelimelerin, fikir alışverişi anlamındaki dinamik işlevini bırakıp; konuyu lidere/mürşide/falana-filana havale etmek ya da konuşana kayıtsız şartsız teslim olmak, konuşmayı hiyerarşik ve statik bir yapıya dönüştürüverir.  Buradan ne özgün bir fikir çıkar ne de bir arpa boyu yol kat edilir; olsa olsa bolca retorik, hamaset,  söz sanatları, güzellemeler.  Bizdeki ideolojilere baktığımızda öne çıkan isimlerin neden şairler olduğunu anlamak mümkün. Elbette güzel söz önemlidir fakat bizim güzel söz söylemekten ziyade derinliği olan tespit ve tenkitlere ihtiyacımız var; bir de sözleriyle bütünleşmiş isimlere.

KİLİT TAŞINI KOYMAK

Eleştirinin olmadığı yerde dalkavuklar meydandadır; akademi de, sanat ve edebiyat da, din-diyanet sahası da, siyaset de böyledir.

Marifet iltifata tabi olsa da; abartılmış övgü şımarıklığa, ilerlemenin durmasına, haddin aşılmasına ve gerçekliğin kaybolmasına yol açar. Gerçek sevgi /dostluk yanlışı yüze karşı söylemeyi zorunlu kılar; yanlışlarını görmezden gelen, senden uzaklaşmak isteyendir der İbn Hazm.  Gereksiz övgü ve yüceltmeler, nice isimleri olması gereken yerden alıp aşağıya çekmiştir.  Kişileri yüceltmek onları kendilerine hapseder; üretim yapabilecek, yeni fikirler ortaya koyabilecek özellikli insanları, muhataplar, kendi seviyelerine indirgemek isterler ve çoğu zaman da başarılı olurlar; o kişi kendini ve standardını koruyamadığı gibi yeni düşünce de ortaya koyamaz. Aslında eleştiriyle yok olacak varsa yok olmalıdır, böylece aslına rücû etmiş olur; yok eleştiri asılsızsa kâr ve kazanç yine eleştirilenindir.

SEN SENİ BİL

Eleştiri insanı temiz ve dinamik tutar, zira hakikat devrededir. Yanlışlarıyla ve eksikleriyle yüzleşen insan kendini bilir, kendini bilen insan ne olmadığını da bilir. Yalan bir dünya inşa etmez. Haliyle kendisiyle ilgili sözleri tartabileceği için istidadının ötesindeki değerlendirmelere itibar etmez. Hacı Bayram Veli’nin söylediği gibi:

Kim bildi ef’âlini/Ol bildi sıfatını/Anda gördü zâtını/Sen seni bil, sen seni.