-Bunu O’mu söylüyor?
-Evet,  O söylüyor.
-O söylüyorsa doğrudur!
Bu cümleler Ebu Bekir’in Hz. Muhammed’e olan tanıklığıdır.
Burada koşulsuz bir güven ve samimiyet söz konusu. Din de, inanç da, aşk da, dostluk da bu tanıklıkta açığa çıkar. Peygamberin, dolayısıyla vahyin tüm amacı dosdoğru insan olabilmenin temellerini bu dünyaya yansıtmaktır. Eğer doğruluk yoksa ve bir perspektif ortaya koyan şahıs “dosdoğru” değilse, ne konuşursa konuşsun afaki kalacak ve muhataplarında bir tesir uyandırmayacaktır.
Doğruluğun her konuyla ilişkisi et ve tırnak gibidir; o sadece etik bir değer değildir; hukuk boyutu vardır, matematiği vardır, oran orantısı vardır, sanat ve estetik boyutu vardır; kısacası her sağlama onu bulmak için yapılır.

AHLAKI BİLMEK

Vahyin, insan ile buluşmasındaki espriyi kaçırmayalım; bir beşer aracılığıyladır ama başka türlü de gerçekleşebilir, iki taş tabletten ibaret bir öğreti olarak da inebilirdi. Yaratıcının yarattıkları ile kurduğu bağ,  mana üzere olan ve muhatabından ilim ve bir bilmeler bütünü talep eden bir ilişkidir; bu ilim ve bilmeler talebi aynı zamanda yaratıcının elçilerinden eksiksiz bir ahlak abidesi olma talebidir, kişi önce kendini bilir. Sonra O’nun ahlakıyla ahlaklanmak, ‘İyi’de O’nu örnek almaktır. Beşerin mücadelesi ise ahlak inşası sahasında yaratıcıyı ve elçiyi örnek alarak kendini bu yolda inşa edebilmesidir. Çünkü melek ve şeytan arasında kalmış fıtratından dolayı, özgür iradesi onu bu mücadeleye zorunlu kılar. Başka bir deyişle mücadelenin hedefi ahlak kişisi olabilmektir, Tanrının bize gösterdiği yol budur; zihnimizin, kalbimizin ve hatta insan olmaklığın görmek istediği yol da budur. Tüm peygamberlerin yaşam mücadelesi bu yolda yürümektir dersek, hata yapmış olmayız.

BOŞ BİNA İÇERİK GETİRMEZ

Oysa onca ilahiyat fakültesi, İmam-Hatip, din görevlisi varken, devasa camiler neredeyse her köşeye kurulurken, tarikat ve cemaatler büyük yapılara dönüşürken ahlaki değerlerin aynı oranda düşüş gösteriyor olması, insanın sosyal davranışları üzerinde belirleyici bir role sahip olan dinin işlevsizleştirildiğinin ve şova dönüştürüldüğünün göstergesidir.
Öte yandan bireyde başlayan ve bireyde bitmesi gereken dinin kendisi ortada yok,  ama ondan beslenen aracıların hepsi meydandalar.
İnançları suiistimal eden popülist iktidarlar ahlakın da altını oyuyorlar. Örneğin iktidar güdümündeki makamların İslam’ı ne denli basit konulara indirgediği, buna mukabil ahlak gibi temel konuları nasıl göz ardı etmekte olduğu ortada. Sosyal eşitsizlik, zulüm, kadına şiddet, liyakat dışı atamalar, yok edilen tabiat, günden güne bitirilen tarım-hayvancılık… Bunların hepsi ahlaka dayalı temel sorunlardır. İnsanların içindeki adalet duygusu bunlar yüzünden tükenir gider. Bu da bir toplumun çöküşü demektir.
Evet, inanç nötr bir anlayıştan veya bağlanıştan ibaret olamaz; iddia edilen ilkeleri hayata katmaktır.
İnanç, yapılacak bir işin, bir davranışın, ahlaki-hukuki prensiplere dayandırılmasıdır. Bugün örneklerini gördüğümüz üzere yapılan davranışların “kitabına uydurulması” değildir.
Aksi takdirde; rüşvet, liyakatsizlik isim değişerek meşrulaşır.
İş ehline verilmez, makamlar oğullara-kızlara- damatlara kalır, ihale akrabaya yandaşa gider.
Hukuk, çıkar ilişkilerine göre şekil alır.
Din diyanet ise kürsülerde vaizlerin vaazlarını süsler.



KİBİR PUTLARINI KIRMAK

Tarih şunu gösterdi ki; din, bigane kalınmaması gereken bir olgu. Öyle ya da böyle etkili olan, kanıtlar aramaya ihtiyaç duymaksızın geniş kitleleri etkisi altına alan bir var oluş hali.
Ancak gördüğümüz üzere istismara da açık, bu istismar bir vicdan sömürüsüne dönüştüğü zaman, birey temelli modern siyasetin de önünü tıkıyor. Tam da bu sebepten dolayı kafamızdaki soruları aklın ve bilginin mihenk taşına vurmalıyız. Yoksa fırsatçıların, boş bırakılan bu alanı umarsızca sömürdükleri ortada.
Tanrı insanla ilişkisinde hiçbir aracıya ihtiyaç duymazken, insanın ve iktidar arzusunun tükenmek bilmez kibri ve hatta cehaleti araya pek çok aracı koydu. Bugün bunların en büyüğü iktidar putu, koltuk sevdası ve para kazanma hırsıdır.
Din bu putların kapısı haline sokulmuştur.
Bugün, ne insanın ne bilgi birikiminin ne de gerçek manadaki ihtiyaçların bir değeri vardır.
Kibir ve narsizm her şeyin üzerindedir; kaidesi de kötüye kullanılan dindir.
Bu bozulmayı görmediğimiz sürece, daha çok din-iman-ilahiyat hamaseti dinleriz.