ANALİZ

Bu sözlerin Türkçesi şudur; “İstanbul hiçbir surette CHP’ye verilmeyecek”


Seçim gününden beri adeta deli danalar gibi koşuşturan AKP, oyları saydırdıkça saydırırken dün Erdoğan asıl niyetin ne olduğunu açık biçimde ortaya koydu.
Erdoğan Rusya’ya gitmeden hemen önce yaptığı konuşmada öyle cümleler sarf etti ki, biraz aklı olan bunun YSK’ya verilmiş “İstanbul’u hiçbir surette CHP’ye vermeyeceksiniz” talimatı olduğunu anlar.
Erdoğan hayli gergin konuştu Rusya’ya giderken.
Partisinin itirazcı temsilcilerinin söylediklerinin üzerine çıkarak, “Usulsüzlükler tabii bazı değil, neredeyse bütünü usulsüz. Böyle bir durum olduğu için bu yola başvuruluyor” dedi örneğin.
Bu cümlenin anlamı açık.
Şöyle; Yüksek Seçim Kurulu geçersiz oyların sayımını bitirir, sonra bazı ilçelerin tamamı sayılır, olmadı bütün İstanbul yine sayılır ve buna rağmen hâlâ CHP önde çıkarsa konu ‘kriminal’ hale taşınacaktır.
Devletin en tepesindeki kişi seçimlerin “bütünüyle usulsüz olduğunu” söylüyorsa, YSK’nın sıradan bir sayım işlemi sonucu CHP’li aday İstanbul’un başına oturamaz.
Erdoğan ayrıca sadece usulsüzlük olduğunu söylemekle de yetinmiyor ve organize bir suçtan da söz ederek şöyle diyor; “Çünkü biz burada organize bazı suçların işlendiğini gördük, görüyoruz. Bizler de siyasi parti olarak örgütlü bazı eylemlerin yapıldığını tespit etmiş durumdayız. Zaten YSK’ya giderken biz bu belgelerle, bilgilerle hatta hatta televizyon, kamera tespitleri var.”
Demek ki bu durumda konuya sadece YSK değil, Cumhuriyet savcıları da karışacaktır.
Organize suç ağır cezalık bir konu. Bu konuda itiraz etmek, karşı çıkmak da hayli zor.
Savcılığın devreye girmesiyle seçim sonucunun kilitlenmesi ve kesin sonucun uzun süre açıklanmayacağı çok açıktır.
Erdoğan boş arsalarda adres gösterildiğini, buralara taşıma yapıldığını söyleyerek asıl niyetin seçimi tümden iptal etmek olduğunu da üstünü kapalı dile getiriyor.
Erdoğan’ın gergin açıklamasının en çarpıcı anlarından biri de CHP ile AKP arasındaki farkı açıklarken takındığı tavır ve kullandığı kelimelerdi bana göre.
Erdoğan aynen şöyle konuştu; “Şimdi 10 milyonu aşkın seçmenin olduğu İstanbul’da, kalkıp da 13-14 bin farkla bir seçimi kazandım havasına kimsenin girmeye de hakkı yoktur. Çünkü İstanbul’da bu işin çok daha huzurlu olabilmesi için burada hakikaten bütün yasal olarak müracaat edilmesi gerekli itiraz mercileri neresidir? İlçe, il seçim kurulu. Bir üstü YSK’dır. Bu itirazlar biter, çıkan netice de başımız gözümüz üstüne deriz. Olay bu kadar basit.”
Demek ki neymiş, İstanbul gibi 10 milyon seçmeni olan bir yerde kazananla kaybeden arasında 15 bin oy farkı olamazmış.
Merak ediyorum, zorlama sayımlar sonucu Binali Yıldırım’ı üç oy öne geçirirlerse ne olacaktır?
Bu söylenen sözler nereye konacaktır?
Tabii Erdoğan’ın doğrudan müdahalesi sonucu CHP’nin zaferi elinden alınabilir mi?
Bütün güvenimle “alınamaz” diyemem.
Çünkü şu anda Türkiye’nin başında demokrasi ve hukuka hiç inanmayan, millet iradesini sadece kendisine verilen oylar olarak kabul eden, hiçbir kural tanımamayı adeta kural sayan bir iktidar var.
Üstelik bu iktidar, İstanbul’u tekrar alamamakla çok büyük bir kayıpla karşı karşıya kalacak.
Bunların üstüne bir de milleten duyulan derin korkuyu eklersek, Erdoğan’ın seçim sonuçlarını tanımayacağı açık biçimde ortaya çıkmıştır.

ÇOK GÜLDÜM

Gazeteci, verilen soruyu yanlış sorunca Erdoğan da şaşırdı


Erdoğan dün Rusya’ya gitmeden önce gazetecilerle konuşurken ilginç bir olay yaşandı.
Tvnet adına sorduğunu söyleyen bir muhabir, “CHP’nin seçim kazanmadığı halde teşekkür afişleri asmasını nasıl yorumluyorsunuz?” dedi.
Erdoğan durakladı, önce ne diyeceğini bilemedi.
Çünkü belli ki ya danışmanlarının önceden dağıttığı soru metni yanlış hazırlanmıştı ya da yandaş muhabir heyecandan soruyu tam soramadı.
Çünkü İmamoğlu’nun birkaç teşekkür ilanına karşı Erdoğan’ın teşekkür ilanları ile bütün İstanbul donatılmış durumda.
Hal böyle olunca Erdoğan biraz tekleyerek, “Buna mani bir hal yok” dedi.
Çünkü belli ki soru “İmamoğlu teşekkür ilanlarında adının altına İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı yazıyor, bunu nasıl yorumluyorsunuz?” şeklinde olacaktı.
Erdoğan da buna ağır sözler söyledikten sonra kendi afişlerine sözü getirecekti.
Nitekim Erdoğan dolambaçlı yollardan lafı kendi afişlerine getirdi ve şöyle dedi; “Niçin ‘Teşekkürler İstanbul’ afişleri asıldı diye soruyorlar veya bunu tartışıyorlar. Koca koca kariyerleri olan tipler. Ya bir seçim geçirmiş ve bu seçimin neticesinde diyelim ki, ben genel başkanım. İstanbul’daki adayımla beraber, her türlü iradesini ortaya koyan İstanbul halkına teşekkür etmemden daha doğal ne olabilir? Aynı şeyi Bay Kemal de adayıyla beraber İstanbul’un her yerine asabilir.”

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Beşir kaçınca Sevakin Adası ne olacak?


Erdoğan’ın Maduro’dan sonraki ikinci önemli dostu, arkadaşı el Beşir’in de başı dertte.
Sudan’ın sadece Türkiye tarafından tanınan ve ciddiye alınan başkanı el Beşir aleyhine yüz binlerce kişi günlerdir eylem yapıyor.
Hartum’daki başkanlık sarayının önündeki göstericiler, askerden el Beşir’i indirmesini istiyor.
Doğrulanmayan haberlere göre el Beşir’in bir uçakla ülkesini terk ettiği de söyleniyor.
Bu elbette mümkün ama el Beşir’i taşıyan uçağın inebileceği ülke pek yok.
Türkiye’ye gelebilir gelmesine de, böyle bir riski Erdoğan üstlenir mi orasını bilemem.
Ancak Erdoğan’ın son Sudan gezisinde, Türkiye’ye tahsis edilen Sevakin Adası’nın durumu ne olur çok merak ediyorum?
Sonuçta El Beşir tamamen kendi yetkisiyle bu adayı Erdoğan’a vermişti.
Her ne kadar bu adanın yeniden imarı Sudan’a yarar sağlayacaksa da, el Beşir’in devrilmesi halinde yeni yönetimin Türkiye’ye aynı sıcaklıkta bakıp bakmayacağı da meçhul.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER


50 milyon oyda, bir oy kabul edilebilir ama 10 milyonda 15 bin dikkat çeker


AKP Genel Başkanı, dünkü konuşmasında 10 milyon seçmenin katıldığı bir seçimde CHP adayının 15 bin oyla önde olmasının “inandırıcı olmadığını” ileri sürdü.
Yani Erdoğan şunu demek istiyor; “Bu kadar çok oy içinde 15 binin ne önemi var. Bu nedenle yeniden saymakta yarar var.”
Bunları söyleyen Erdoğan olunca cümle AKP’li de “Tabii tabii, 15 bin fark da neymiş ki, sayılsın sayılsın, yeniden sayılsın oylar” diye feryat ediyor.
Öncelikle, tam tersi çıksaydı Erdoğan ve AKP’liler aynı şekilde mi düşünecekti?
İkincisi yeniden, yeniden, yeniden sayımlardan sonra YSK, Yıldırım’ı 5 oy öne geçirirse yine “10 milyon oyda 5 fazlalık dikkat çekici” denecek mi?
Son olarak da şunu yazayım; Erdoğan 57 milyon seçmenin olduğu genel seçimlerde, Cumhurbaşkanı seçilmek için yüzde 50 artı bir oyun yeterli olduğunu söyledi hep.
Bu tabii ki doğru da, örneğin bu seçimde rakibinden sadece bir oy farkla seçimi kazansaydı “Yok canım 50 milyonda bir oy çok dikkat çekici, defalarca saymalıyız gerçeğe ulaşmak için” der miydi?
Gülmeyin, ne demek istediğinizi anlıyorum.

ÖNERİ

Mehmet Kesimoğlu’na CHP’ye dönmesi için davet yapılmalı


Kırklareli’deki seçimlerde tüm Türkiye’nin aksine çok ilginç bir olay yaşandı biliyorsunuz.
CHP Genel Merkezi, mevcut Belediye Başkanı Mehmet Kesimoğlu’nu yeniden aday yapmadı.
Kesimoğlu bu tavra karşı ‘bağımsız aday’ olma tercihini kullandı herhangi başka bir partiden adaylık düşünmedi.
Halkın kendisini sevdiğini, CHP yönetiminin yanlış yaptığını, seçimleri kazanacağını söyledi.
Açıkçası ilk anda buna hiç ihtimal vermedim. Çünkü bir tarafta AKP-MHP ortaklığı, diğer tarafta CHP-İYİ Parti birlikteliği varken, ikisini birden aşması bana bir mucize gibi gelmişti.
Gerçi Kesimoğlu taraftarları, Kırklareli’ne gittiğimde, “İnanın kazanıyoruz” demişlerdi. O zaman biraz kafam karışmıştı.
Sonuçta Kesimoğlu kazandı. İki ittifakı da yendi.
Ardından YSK tezgahına da gelmedi, orada da kazandı.
İlk günden beri Tele1 ekranlarından, “Kesimoğlu’nu yeniden partiye davet edin, hatta bizzat ayağına gidin, Sarıgül’e yaptığınız için ona da partiye dönmesi için ricada bulunun” önerisini getirmiştim.
Dünkü gazetelerde benzer bir çağrıyı Muharrem İnce’nin de yaptığını gördüm.
Aklın yolu bir.
CHP Genel Merkezi’ne yakışan, hiçbir komplekse kapılmadan, tek başına mücadele eden ve kazanan Mehmet Kesimoğlu’nu tekrar CHP’ye katmak yakışır.