İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun kamu bankalarının kendilerine kredi vermediğine dair açıklaması, uyduruk bir konu üzerinden kopartılan fırtına nedeniyle arada kaynadı gitti.

İmamoğlu’nun açıklamasından, kamu bankaları olan Vakıfbank, Halkbank ve Ziraat Bankası’nın İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) kredi taleplerini geri çevirdiğini tahmin etmek zor değil ama emin olmak için İBB Sözcüsü Murat Ongun’a da sordum. O da kamu bankalarının İBB’nin kredi taleplerini karşılıksız bıraktığını ifade etti.

Memleketin ekonomik durumu malum.

Bu yüzden “Acaba bankalar verecek kredi bulamadıkları gerekçesiyle mi talepleri geri çevirdi” diye düşündüm.

Ancak, iki şey bu düşüncemin yersiz olduğunu gösteriyordu.

İlk bilgi şuydu: Yaklaşık 1 milyar doları (5.75 milyar TL) bir özel şirkete medya şirketi satın alsın diye hem de “iki yıl geri ödemesiz” verebilen bir kamu bankasının İBB’ye kredi verememesi akıl karı olamazdı.

İkinci bilgi ise Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’tan geliyordu. Bakan Albayrak, kamu bankalarının bu yıl çok büyük karlar açıklayacağını ilan etmişti. O  kadar büyük görev zararlarına rağmen çok büyük karlar elde edebilen üç kamu bankasının İBB’ye “hayır” cevabını kaynak sıkıntısıyla vermiş olması ihtimal dahilinde olamaz.

ERDOĞAN’IN SÖZLERİ NE ANLAMA GELİYOR?

İBB CHP’ye geçtikten sonra kamu şirketlerinin belediyeye ambargo uygulamaya başladığının ilk sinyali Hamidiye Suları alınmaması olmuştu. Kredi ambargosu da ekonomiye siyasetin karıştırılmasının başka bir örneği haline geldi.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, geçen hafta TBMM grup toplantısında sözü belediyelerin borçlanma taleplerine getirip “borç yiğidin kamçısıdır” demesini sorunun çözüleceğine dair sinyal olarak görmüştüm. Ancak dün yaptığım görüşmelerde kamu bankalarını yönetenlerin Erdoğan’ın sözlerinden benim çıkardığım sonucu çıkarmadığını anladım.

VALİDESULTAN ŞUBESİ’Nİ HATIRLAMIYORLAR MI?

Bu gelişmeleri takip ederken aklıma Vakıfbank’ın önceki genel müdürlerinden Hasan Kılavuz’un 2012’de TBMM’deki darbeleri araştırmak üzere kurulan komisyona verdiği ifade geldi.

Klavuz, ifadesinde 28 Şubat döneminde bankaya belli şirketler ile belediyelere kredi verilmemesi konusunda çok baskı yapıldığını söylemişti.

Bir de kendim dinlemek istedim ve dün Hasan Kılavuz’u aradım. “O siyasi baskılar yüzünden  Refahlı belediyelere kredi vermeyi kesmiş miydiniz” dedim.

“Katiyen” karşılığını verdi ve şunları anlattı:

“Tersine, İstanbul’da Validesultan Şubesi’ni İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne tahsis ettik. Bir de belediyede bir ofis açtık ve işlemlerin oradan sürdürülmesini sağladık. Bankacılık ekonomik bir faaliyettir. Siyasi yaklaşımlarla yapılmamalıdır.”

Validesultan Şubesi halen İBB’ye bir kilometre mesafede “ticari şube” olarak faaliyet gösteriyor. İBB’nin 80 bin çalışanı hali hazırda maaşlarını Vakıfbank’tan alıyor.

Hasan Kılavuz, büyükşehir belediyelerini karşıya almanın bankalar için de riskli olduğuna dikkat çekerek, “İstese maaşları alır özel bir banka ile anlaşır. Belediye bir çok tahsilat işini de kamu bankaları üzerinden yapıyor. Onları da özel bir bankaya geçirir. Bu o bankaların nakit akışına büyük zarar verir. Bir banka büyükşehir belediyelerine kredi vermiyorsa biraz da kendi bacaklarına ateş ediyordur” yorumunu yaptı.

HANİ YERLİ VE MİLLİCİYDİK?

Kamu bankalarının bu tavrı belediyelere yurtdışından kaynak bulma dışında bir seçenek bırakmayacaktır. Özel bankalardan alınacak kredilerin kaynağı da sonuçta yurtdışı kaynaklar olacaktır.

Ekrem İmamoğlu’nun kredi arayışıyla gerçekleşen yurtdışı temaslarına -her ne kadar daha ucuza borçlanma fırsatı yakalamış olsa da- bu açıdan bakıyorum ve durumun bu noktaya gelmesine neden olanlara “hani yerli ve milliydiniz” diye sormadan edemiyorum.

28 Şubat 1997’de, “post-modern” darbeciler, siyasete müdahalenin yanı sıra ordunun baskısıyla sermayenin el değiştirmesini de hedeflemişti. Devletin eliyle, kamu bankalarıyla Refah Partisi’yle bağlantılı hiçbir kuruma, şirkete ya da şahsa yaşam alanı bırakmamak istemişlerdi.

Siyasetin ekonomik alana bu şekilde müdahale etmesi, kamu bankalarının siyasi kararlar alması size de 28 şubat günlerini çağrıştırmıyor mu?