Telefonu açtığımda öfkeli bir sesle karşılaştım.

“İnsanın isyan edesi geliyor” diye başladı.

Arayan, 2000’lerin ilk yıllarından, AK Parti’nin kurucuları arasında yer aldığından beri tanıdığım biriydi.

Geçmişteki sohbetlerimizde hem imam hatipli oluşuyla, hem Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birinden mezun olmakla övünüyordu. Hoşgörüsü, vicdanlı duruşu, insan hakları konusundaki hassasiyeti nedeniyle diyaloğumuz hep sürdü.

Son zamanlarda partinin gidişatından hep şikayet ediyordu ama dün sesi farklı geliyordu:

“Emin Çölaşan mı FETÖ’ye destek vermiş? Külahıma anlatsınlar.”

“Benim telefonum dinleniyordur. Sakin ol” diye espri yaptım.

Güldü ve “Sen bilmezsin, sana bir deve hikayesi anlatacağım” dedi ve başladı anlatmaya:

“Küfeli bir Hz. Ali destekçisi dişi devesi ile Şam’a gitmiş. Devesini bir direğe bağlamış. İşini hallettikten sonra döndüğünde Şamlı bir tüccarın devesine sahip çıktığını görmüş. ‘Bu deve benim erkek devem’ diyormuş Şamlı. Tartışmışlar ama sonuç alamayınca görevliler gelmiş. Konuyu Şam Valisi Muaviye’ye götürmüşler. - Muaviye meydandaki ahaliye sormuş: ‘Bu deve Şamlının mı Küfelinin mi?’

- Ahali bağırmış: ‘Şamlının’

- Muaviye sormuş: ‘Deve erkek mi dişi mi’

- Ahali deve dişi olduğu halde hep birlikte bağırmış: ‘Erkek’

Muaviye, Küfeliyi yanına çağırıp şunu söylemiş: ‘Git Ali’ye söyle, Şam’da bir Vali var. Dişi deveye erkek deyince inanan binlerce taraftarı var.”

Dinledikten sonra “Evet bilmiyordum ama bu kıssadan ne hisse çıkaracağımı da bilemedim” dedim.

“Bizim yargıyı anlatıyor” dedi ve devam etti: “FETÖ’cüler de böyleydi. Ülkenin Genelkurmay Başkanı’na (İlker Başbuğ’u kastediyor) ‘silahlı terör örgütü lideri’ dediler, ülkenin yarısını inandırdılar. Hayatı devrimcilerle mücadeleyle geçen Hanefi Avcı’yı “devrimci” diye içeri attılar, inandırdılar. Şimdikiler de yıllarca FETÖ ile mücadele etmiş Emin Çölaşan’ı, Necati Doğru’yu, SÖZCÜ’yü FETÖ’ye destek vermekle suçluyorlar. Bir vicdanlı AK Partili de çıkıp bu karara karşı çıkamıyor.”

Deve hikayesini araştırdım. Bazı din alimleri böyle bir olayın yaşanmadığını, uydurulduğunu söylüyorlar. Ancak, hatırı sayılır sayıda insan da makalelerinde bu kıssayı aktarıyor. Doğru ya da uydurma fark etmez ama hikayenin mahkemenin SÖZCÜ kararına bire bir uyduğunu söyleyebilirim.

Hukukun gücünün yerine güçlünün hukuku geçince siyaha beyaz, beyaza siyah denmesi “vakayı adiye” olabiliyor.

Ta ki güç yeniden el değiştirene dek!

Bu kısır döngüyü kırmak, adaleti gücün karşısında bağımsızlaştırmak hepimizin boynunun borcu.

Aksi takdirde güçlünün hukukuna maruz kalmaya, adaletin sadece hayalini kurmaya devam edeceğiz.

Adalet kurumunun adaleti


Önümde bir kağıt var.

Erzurum Adliyesi’nde ilan panosuna asılmış.

Başlığı şöyle:

“Erzurum Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi, Adalet Komisyonu Başkanlığı, Memur Sınav, Atama ve Nakil Yönetmeliğinin 15. Maddesine Göre Yazılı ve Sözlü Sınav Puanlarının Aritmetik Ortalamasına Göre Düzenlenen Nihai Başarı Listesi.”

Belli ki yazılı sınavda en yüksek notu alan 20 kişi mülakata çağrılmış ve bunlardan ikisi mülakatı geçerek mübaşir olmaya hak kazanmış. İki de yedek belirlenmiş.

Merak edip yazılı sonuçları ile sözlü mülakat sonuçlarını kıyasladım.

Listenin en üst sırasındaki puanlar şöyle: 98.5, 90.4, 85.1 ve 82,5

Ve listenin en altındaki en düşük dört puan: 77.6, 78.4, 79.5 ve 79.7

Ne beklersiniz?

En azından 98.5 puan alan aday seçilmiştir değil mi?

77.6 puan alanın da hiç şansı yoktur!

Yanıldınız.

Sınavı geçenlerin yazılı puanları sırasıyla şöyle: 80.3, 77.6, 79.7 ve 79.5.

Dördü de yüksek sözlü notları verilerek ortalamaları en yüksek dört kişi yapılmışlar. Yazılıda en yüksek notu alan dört adaya ise sözlü notu olarak 45 verilmiş ve sıralamada alta düşürülmüşler.

Bunu yapan kurumdan adalet bekleyebilir miyiz?