Sevgili okurlarım, geçtiğimiz yılın ekim ayında İstanbul’da korkunç bir cinayet işlendi. Hırsız yönetime muhalif olan Suudi vatandaşı Cemal Kaşıkçı, İstanbul’daki konsolosluk binasında vahşice öldürüldü.

Cinayeti işleyenlerin tamamı ülkelerinden İstanbul’a gönderilen Suudi Arabistan resmi görevlileri idi.

Adamı tuzağa düşürdüler...

Evlenme işlemlerini yapması için kendisini konsolosluğa çağırdılar. Sonrasında üzerine çullanıp öldürdüler.

Bu bir devlet cinayeti idi...

Ve dünya tarihinde böylesine hiçbir zaman tanıklık edilmemişti.

★★★

Geçen yılın ekim ayına gidip olayı kısaca anımsayalım.

Adamın konsolosluğa geleceği tarih ve saat belli.

Bir gün öncesinden (ve özel uçaklarla) katil ekibi yola çıkıp İstanbul’a geliyor.

Ekip konsolosluk binasında pusuya yatıyor. 

O gün öğleden sonra konsolosluğun Türk çalışanlarına durup dururken bir gün izin veriliyor ki, Kaşıkçı’nın feryatlarını ve çığlıklarını duymasınlar.

★★★

Uzman ekip çok ilginç kişilerden oluşuyor. Biri otopsi uzmanı.

Cinayetten sonra kemikleri kesecek, akan kanlarla birlikte cesedi de yok edecek...

Bir başkası tıp doktoru.

Kurbanı iğne ile uyutmak onun görevi.

Ekibin tamamı, adına Prens Selman denilen ve Suudi Arabistan’ı yönetmekte olan hırsızın güvenilir elemanları...

★★★

Cinayet işleniyor, Kaşıkçı öldürülüyor.

Konsolosluk binasından çıkmayınca, kendisini dışarıda beklemekte olan nişanlısı devreye giriyor, bizim güvenlik güçleri olaydan haberdar oluyor falan filan...

Suudi yetkililer bizim polise konsolosluk binasında arama izni vermiyor. Ekranlarda gördük, o aşamada binaya el arabalarıyla temizlik malzemeleri, leke çıkarıcılar getiriliyor.

Kan izleri ve diğer bulgular iyice temizleniyor.

Aradan günler geçiyor, bizim polise en sonunda binalara girip belli bölümlerde arama yapma izni veriliyor ama artık çok geç!..

★★★

Ve sonuç belli!..

Ceset yok!

Adamı öldürdükten sonra nasıl yok ettiler? Yanlarında getirdikleri çok özel ilaçlarla mı erittiler, bahçedeki derin kuyuya mı attılar, ceset kalıntılarını uçaklarına koyup Suudi Arabistan’a mı götürdüler, hiçbir şey bugüne kadar belli olmadı.

★★★

Katillerden biri olan ve olayın baştan sona bütün aşamasında bulunun başkonsolos tüydü.

Öteki katiller de gözlerimizin önünde tüymeyi başardı ve Türkiye’de kaldık biz bize!..

Uzatmayayım, bütün dünyadan gelen tepkiler nedeniyle Suudi Arabistan bu katillerin yargılanacağını açıklamak zorunda kaldı... Ve sözüm ona mahkemenin kararı açıklandı:

Beş idam, üç sanık hakkında 24 yıl hapis.

Karar tamamen palavra. Başkonsolos, otopsi uzmanı gibi esas katiller işin içinde yok. Nitekim Suudi Savcılık yetkilisi şöyle dedi:

“En başında tasarlanarak adam öldürme yok. Cinayete anlık karar verilmiş! Ekibin başkanı binayı inceledikten sonra, kurbanın götürülebileceği güvenli bir yer olmadığını görmüş, aralarında konuşup kurbanın konsolosluk binasında öldürülmesine karar vermişler.”

Peki katiller kim, kimler yargılandı? Suudi hırsızları bu sorulara yanıt veremiyor. İsimler gizli. Ama daha da önemli bir soru var:

Ceset nerede, ne oldu?

Bunun da yanıtı yok.

Topraklarımızda bir devlet cinayeti işlendi, sonrasını elimiz kolumuz bağlı izlemek zorunda kaldık.

İki paralık Suudi yönetimi, Türkiye Cumhuriyeti’ni parmaklarında oynattı da ben ona yanıyorum.



Sevgili okurlarım, Türk basınında yeni bir vaka ortaya çıktı. Ertuğrul Özkök’ün ruhsal durumu giderek kötüleşiyor.

Resmen sapıttı. Magazine, belden aşağı konulara girdi ve üstelik yalan söylemeye daldı.

Narsist oldu, kendisini ilah gibi görüyor... Köşesinde her gün çok özel fotoğraflarını kullanıyor, 75 yaşından sonra yerli yabancı kadın artistlere, mankenlere ve genç kızlara hava atıyor.

Yazılarını egemenlere ve gazetesinin patronlarına yalakalık üzerine kurduğunu bilirdik de, dünkü yazısının başlığı aynen şöyle;

“Emin Çölaşan’la döneklik üzerine bir helalleşme.”

Ben ona dönek diye hep vuruyormuşum, bundan çok rahatsız oluyormuş.

Şöyle diyor:

“Emin bana döneksin diyor, ha babam vuruyor. Ben de evet döneğim ama vurmadan bir dinle diyorum... Sonunda karşı karşıya geldik ve nihai bir hesaplaşma, pardon helalleşme yaptık...”

★★★

Ben bu Ertuğrul’la tam 12 yıldan bu yana ne karşı karşıya geldim, ne herhangi bir vesile ile el sıkıştım, ne de telefonda sesini duydum.

Bu sözleri nereden çıkarıp üfürdüğünü, nasıl uydurduğunu anlamak mümkün değil.

Ona geçmişte çok kızardım, şimdi ise acıyorum ve içine düştüğü bu durumlar nedeniyle üzülüyorum.

Tedavisi ne yazık ki olmayan Alzheimer hastalığının belirtileri...

Bence ya böyle anlamsız yalanlara sarılmaktan medet umuyor, ya da kafayı yiyip iyice  sapıtmış... Yazık olmuş!

Allah şifa versin.

Geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.