Şu anda Bodrum, Küçükbük’te ‘The Bo Viera’ adlı projenin tanıtımındayım. Karşımda eşsiz bir günbatımı. Güneş kıpkırmızı bir şeftali gibi...
Bu muhteşem günbatımını izlerken daldım düşüncelere ve başladım yazmaya…
Gün içinde nasıl da telaşla oradan oraya koşuşturduğumu düşündüm. Trafikte nasıl sabırsızca stresle bir yerden bir yere gitmeye çalıştığımı…
İnsanlara saygısızlıkları yüzünden nasıl kızdığımı…
Yapmam gereken ve olmasını istediğim şeyler için nasıl telaşlandığımı, sabırsızlandığımı…
Eskiden çok sabırlı bir insandım hatta çocukken bile. Şimdi çocukların da sabırsız olduğunu görüyorum. Anne babaların onların bu sabırsızlığı karşısında nasıl koşuşturduklarını…
Oysa biz küçükken anne babamızı beklerdik hep. Bir şey için tutturmak çok ayıptı. Kimse ‘‘Çocuğun psikolojisi bozulur, özgüveni gider…’’ diye peşinden koşup durmuyordu.
Gece bir yere gidildiğinde, uykumuz gelince bile bir sandalye üzerinde uyuklayıp anne babasını bekleyen bir nesildik biz.
İstediğimiz şeyler için beklemeyi, sabretmeyi bilirdik.
***
Hatırlıyorum da ilkokul üçüncü sınıfta bir arkadaşımın yaptığı bir şeye çok kırılmıştım. Sıra arkadaşımdı ve çok yakındık. Yani ben öyle düşünüyordum.
Okul dışında da görüşüyor, birbirimizin evine gidip geliyorduk.
Bir gün beni çok üzecek bir şey yaptı. Neden öyle yaptığını hiç sormadım. Öyle çok üzülmüştüm ki bir daha onunla konuşmadım ve kırgınlığımı içimde yaşadım.
İki sene onu yok saydım, asla suratına bakmadım, göz göze gelmedim, tek kelime konuşmadım. Sanki yokmuş, onu görmüyormuşum gibi yaptım.
Kendime yeni arkadaşlar edindim.
Sonra bir gün teneffüste kızlar tuvaletinde ellerimi yıkarken yanıma geldi ‘‘Özür dilerim Pınar’’ dedi.
‘‘Ne için?’’ demedim…
‘‘Önemli değil’’ dedim.
Aslında çok önemliydi… O an için iki sene beklemiştim.
Hayatımın genelinde bu tür olaylara hep böyle yaklaştım.
Sabrettim ama içten içe bekledim. Hataları tek bir özürle sildim, hiç uzatmadım. En kötüsünü bile affettim.
Çok istediğim şeyler oldu hayatta… ‘‘İlla istiyorum’’ demedim, bekledim.
***
İnsanların yaşlandıkça bilgeleştiği, daha olgun, daha sabırlı ve anlayışlı olduğu söylenir.
Oysa ben tam tersinden başladım galiba hayata. Eskiden daha olgun ve sabırlıydım yaş aldıkça daha sabırsız, daha kızgın ve daha az affedici oldum.
Bu belki önümüze erdem olarak sunulan şeylerin gerçek hayatta umduğum kadar karşılığını göremediğimden, belki de hayatın hızından yorulmaya başladığımdan…
Artık insanlar yaptıkları hataları anlasınlar diye bekleyemiyorum. Kimse için harcanacak o kadar vaktim olduğunu da düşünmüyorum.
Çocukken hiç bitmeyecekmiş gibi sonsuz görünen hayatın şimdi ister istemez ellerimden kayıp gittiğini hissediyorum.
Kimse için gereğinden fazla harcanacak vaktim yok. Artık beklentim de yok…
İnsanları ya oldukları gibi kabul ediyor ya da hayatımdan çıkarıp atıyorum.
Eskiden herkesi seven herkesin de beni sevmesini isteyen, bunu önemseyip, bunun için uğraşan ben, artık insanları ne eskisi kadar seviyor ne de umursuyorum.
Beni mutsuz ve huzursuz eden kişilerden, ortamlardan uzak duruyorum.
Şimdi insanların illa beni sevmelerini beklemiyorum; çünkü sevginin tek başına bir işe yaramadığını öğrendim. Saygı ve sadakatin çok daha önemli olduğunu biliyorum artık.
Ve gün battı…