“Ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat medeniyet (uygarlık) tarikatıdır. Uygarlığın emir ve isteklerini yapmak, insan olmak için yeterlidir.” (Atatürk, 30 Ağustos 1925)


Atatürk, tarihten çıkardığı derslerle, modern çağın koşullarını dikkate alarak kurdu Laik Cumhuriyeti. Atatürk, Laik Cumhuriyeti peşi sıra devrimlerle şekillendirdi. İşte bugün, Laik Cumhuriyeti şekillendiren o devrimlerden birini, belki de en önemlisini, “Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılmasını” anlatacağım.

TARİKATLAR, TEKKELER, ZAVİYELER

Hz. Muhammet’ten bir süre sonra İslam dünyasında aynı anda farklı halifeler ve farklı İslam yorumları ortaya çıktı. Zamanla mezhepler ve tarikatlar doğdu. Tarikat mensupları “tekkelerde” ve onun daha küçüğü “zaviyelerde” toplandılar.

Tekke ve zaviyeler, önceleri “kaba softalığa” karşı bir tür sığınma, sohbet, düşünme yeriydi.

Müslüman Türklerin kurduğu tasavvuf tarikatları (tasavvuf dervişleri) Orta Asya’dan Anadolu’ya “hoşgörülü” bir İslam anlayışının yayılmasında etkili oldular.

Osmanlı, her dönemde tarikatları kontrol etmek istedi. Osmanlı’da resmi dinsel söylemin dışına çıkan ve halkın desteğini alan tarikat şeyhleri ya sürgüne gönderildi ya idam edildi. (Yanardağ, s. 147).

Osmanlı’da tarikatlar da devleti kontrol etmek istedi. Bu bağlamda kıyasıya bir Bektaşi ve Mevlevi rekabeti yaşandı. 17. yüzyıldan itibaren Osmanlı padişahları Konya Mevlevi Çelebi’sinden kılıç kuşanmaya başladılar. Daha sonra Bektaşiler, Yeniçeriler üzerinden devleti kontrol etmek istediler. II. Mahmut, Bektaşiliği ezmek için Sünni ulema ve Nakşibendi, Kadiri, Halveti, Mevlevi, Sadi gibi öteki tarikatların desteği ile 1826’da Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdı. Bektaşi tekkeleri, Sünni tarikatlara verildi. Bazı Bektaşi tekkeleri yıktırıldı. Bazıları “kışla” yapıldı. Cevdet Paşa’nın deyişiyle, “Yeniçeri Ocağı, Sünni tarikatların desteğiyle kaldırıldığından hükümet aşırı taassup yolunu tuttu. Sağlam dindarlığın yerini riyakâr taassup aldı. Meydan mutaassıplara kaldı. Bundan çok zarar görüldü... (Berkes, s. 158-163).

Her kurum gibi zamanla tekke ve zaviyeler de çürüdü; düzensiz, disiplinsiz, maddi ve manevi perişanlık içinde bağnazlık yuvaları haline geldi.

Osmanlı, 1812’de tekke vakıflarını denetim altına aldı. 1826’da Bektaşiliğe darbe vurdu. 1866’da da tekke ve zaviyeleri kontrol etmek için Şeyhülislamlığa bağlı “Meclis-i Meşayıh”ı kurdu. Tekke ve zaviyelerdeki şeyhleri, dervişleri bu kurum atamaya başladı. (Yanardağ, s.147).

II. Abdülhamit, İslamcılık politikası çerçevesinde tarikatlardan yararlanmak istedi. Abdülhamit döneminde tarikatlar korundu, tekke ve zaviyeler çoğaldı. Hatta dışarıdan ithal tarikatlar getirildi. Eski Nakşi, Mevlevi, Rufai, Sezeli gibi tarikatların yanında Cezayir’den Ticani tarikatı geldi. (Berkes, s. 347)

Meşrutiyet döneminde İttihatçılar da tarikatlarla yakın ilişkiler kurdular. İttihatçı örgütlenmede bazı tekkelerin özel bir yeri vardı.

Daha 1844’te Halveti şeyhi Kuşadalı İbrahim Halveti, tekkelerin artık bozulduğunu ve kapatılması gerektiğini söylemişti: “Tekkelerde artık hayır kalmamıştır. Bunların kaldırılması lazımdır. Bunlardan artık insanlığa da, İslam’a da hiçbir hayır gelmez. Çünkü tekkeleri, meyhane ve kerhaneye dönüştürdüler” demişti. (Öztürk, s.204.)

1918’de yürürlüğe giren bir tüzükle şeyh ve dervişlerin bozuk davranışları düzeltilmek istendi. (Turan, s. 178)

19. yüzyılda Kuşadalı’nın “kapatılmalıdır” dediği tekkeleri, 20. yüzyılın başında Atatürk kapatacaktı.



Manşette şöyle yazıyor: “Reisicumhur Hazretlerinin yeni bir irşad ve ikazları: ‘Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müridler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat tarikatı medeniyedir (medeniyet tarikatıdır).” (Vakit, 1 Eylül 1925, s.1). Ayrıca burada açıkça görüldüğü gibi Atatürk, konuşmasında “mezcuplar” değil, “mensuplar” diyor. Orijinal metinde Osmanlıca “mensuplar” yazıyor. (Kırmızıyla çizdiğim yer).

Tekke, Zaviye, Türbelerin Kapanma Süreci Şeyh Sait İsyanı'nın Etkisi


3 Mart 1924’te Şeriye ve Efkaf Vekâleti’ni kaldıran 429 Sayılı Kanun’un 5. maddesi ile tekke ve zaviyeler Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlandı.

1925 başlarında patlak veren Şeyh Sait İsyanı tekke ve zaviyelerin kapanma sürecini hızlandırdı.  İsyan devam ederken Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarılıp İstiklal Mahkemeleri kuruldu. 25 Şubat 1925’te Hıyaneti Vataniye Kanunu’nun 1. maddesine “dini siyasete alet edenlerin vatan haini sayılacakları” hükmü eklendi. İsyan bastırıldıktan sonra isyancılar yargılanıp cezalandırıldı.

Şeyh Sait İsyanı sonrasındaki yargılamalarda, tekkelerin çağdaş Cumhuriyet için büyük tehdit oldukları anlaşıldı. Nakşibendi Şeyh Şemsettin’in 2 tekkesi ve yüzlerce müridi olduğu, bunların kendisine “Allah’ın yüzünü göster ya şeyh!” diye bağırdıkları belirlendi. Hanili Şeyh Adem’in tekkesinde isyan hazırlıkları yapıldığı saptandı. (Turan, s. 178). İsyancılardan Şeyh Eyüp’ün (mahkemedeki ifadesine göre) müritlerini, “boyunlarına yular takıp ahıra bağlattığı, sığır gibi böğürtüyü, eşek gibi anırttığı ve onları tekkenin ya da oturduğu konağın önünde diz üstü yürüttüğü” anlaşıldı. (Aydemir, s. 210).

Şeyh Sait İsyanı sonrasında Doğu İstiklal Mahkemesi, “tekke ve zaviyelerin birer kötülük ve fesat ocağı oldukları” gerekçesiyle “yargı bölgesindeki tüm tekkelerin ve zaviyelerin kapatılmasına” karar verdi. Ankara İstiklal Mahkemesi de hükümete, tekke ve zaviyelerin ülke genelinde kapatılmasını önerdi.

Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılma Biçimi Cumhuriyet’in Tarihe, Kültüre ve İnsana Saygısı


30 Kasım 1925'te 677 Sayılı “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlıklarla Bir Takım Unvanların Yasaklanmasına İlişkin” kanun çıkarıldı. Bu kanun, 13 Aralık 1925’te yürürlüğe girdi.

677 Sayılı Kanun’a göre “cami ve mescit dışındaki” tekke, zaviye, türbeler kapatıldı. Tarikatlar ile şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, muskacılık gibi san ve sıfatların kullanılması yasaklandı.

677 Sayılı Kanun'a göre kapatılan tekke ve zaviye ve türbeleri açanlar, bu yerlerde ayin yapanlar, geçici de olsa izin verenler, 3 aydan az olmamak üzere hapis ve 50 liradan aşağı olmamak üzere para cezasına çarptırılacaktı. Ayrıca Türk Ceza Kanunu’nun 131. maddesi “dini görevliler için belirlenen kılık kıyafetin, yetkisiz ve izinsiz giyilemeyeceği” şeklinde değiştirildi.

Bakanlar Kurulu’nun 2 Eylül 1925 tarihli Talimatnamesi ile 773 tekke ve 905 türbe kapatılarak eğitim kurumu olarak kullanılmak amacıyla Millî Eğitim Bakanlığı’na devredildi. (Doğaner, s. 247)

Tekke ve zaviye binalarından uygun olanlar okula dönüştürülürken, uygun olmayanlar ise (çok yıkık, harap olanlar) satılarak elde edilecek parayla köylere okul yapılacaktı. (Apaydın, s. 156, Doğaner, s.165).

Talimatnameye göre şeyhler, eğer vakfiyelerinde hüküm varsa, ölünceye kadar tekkelerinde oturabilecekler ve geçim paralarını da almaya devam edeceklerdi. (Doğaner, s.248). Ödenekleri kesilen şeyhlerden de ilim ehli olanlara maaş bağlanacaktı. (Yanardağ, s. 164).

Türbedarlara da maaşlarının ödenmesine devam edilecek ve bu kişiler camilerde imam ve müezzin olarak görevlendirilecekti. (Apaydın, s. 156).

Talimatnameye göre tekke ve zaviyelerdeki tarihi eşyalar belirlenip müzelere taşınarak sergilenecekti. Tarihi değerdeki tekke ve zaviyeler ise onarılıp kültür varlığı olarak korunacaktı. Örneğin, Atatürk’ün isteği ile Konya’daki Mevlana Tekkesi onarılıp “müze” haline getirildi. İstanbul Kadırga’da Mimar Sinan’ın eseri Sokollu Mehmed Paşa Külliyesi’ndeki tekke binası kurşunları söküldüğü için aktığından tamir ettirildi. (Apaydın, s. 156-158, Doğaner, s. 248).

Görüldüğü gibi genç Cumhuriyet tekke, zaviye ve türbeleri kapatırken tarihe, kültüre ve insana saygılı davrandı. Kapatılan kurumlardaki tarihi, kültürel, dinsel eserleri korudu; binaların uygun olanlarını okula veya camiye dönüştürdü. Kapatılan tekke, zaviye ve türbelerdeki şeyhleri ve türbedarları mağdur etmemek için gerekli düzenlemeleri yaptı: Mensupların, ölünceye kadar tekkelerinde kalmalarına izin verdi, onlara maaş ödemeye devam etti ve çoğuna iş buldu.

[caption id="attachment_5497489" align="alignnone" width="750"] Atatürk hem şapkayı tanıttığı hem de tarikatları eleştirip tekkelerin kaldırılacağını söylediği Kastamonu ve Çankırı gezisinden Ankara’ya dönerken.
(1 Eylül 1925)[/caption]

Atatürk’ün çağdaş uygarlık vurgusu


Atatürk’ün akıl, bilim temelli laik, seküler, uygar Türkiye Cumhuriyeti’nde Ortaçağ bağnazlığının temsilcisi tekke, zaviye, türbelerin yeri yoktu.

Atatürk, 1925 yazında kılık-kıyafet devrimini halka anlatmak için çıktığı yurt gezisinde tekke, zaviye ve türbelerin gereksizliğinden de söz etti.

30 Ağustos 1925’te Kastamonu Türk Ocağı’nda şunları söyledi: “Ölüleri yardıma çağırmak, uygar bir ulus için yüzkarasıdır... Bugün mevcut tarikatların amacı, kendilerine bağlı olanları, dünya hayatı ile manevi hayatta mutluluğa kavuşturmaktan başka ne olabilir? Bugün ilmin, fennin, tüm kapsamıyla uygarlığın saçtığı ışık önünde filan ya da falan şeyhin yol göstermesiyle maddi ve manevi mutluluk arayacak kadar ilkel insanların Türkiye uygar topluluğunda varlığını kesinlikle kabul etmiyorum. Ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat medeniyet (uygarlık) tarikatıdır. Uygarlığın emir ve isteklerini yapmak, insan olmak için yeterlidir.” Atatürk aynı konuşmasında din adamı olmayanların din adamı kılığında dolaşmalarının da doğru olmadığını söyledi. (Goloğlu, s. 177).

Atatürk, 31 Ağustos 1925’te Çankırı’da da şunları söyledi: “Tekkeler kesinlikle kapatılmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, her alanda doğru yolu gösterecek güce sahiptir. Hiçbirimiz tekkelerin yol göstermesine muhtaç değiliz. Biz, uygarlıktan, bilimden, fenden güç alıyoruz ve ona göre yürüyoruz. Başka bir şey tanımayız...” (Goloğlu, s. 178).

Şevket Süreyya Aydemir’in dediği gibi, “Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması işi, basit bir karar ve kanun işi değildir. Bu karar ve hamle ile Mustafa Kemal, halk hayatına kadar inmiş, kökleri asırların derinliklerinden gelen bütün bu Doğulu sisteme karşı devrimci bir çıkışla açıkça cephe almıştır.” (Aydemir, s. 217).

Atatürk, tekke, zaviye, türbeleri kapatarak bu coğrafyadaki en büyük bataklığı; tarikat cemaat bataklığını kurutmak istedi. Atatürk’ten sonrakiler ise tarikat, cemaat bataklığını yeniden besleyip büyüttüler. Sonuç ortada!

KAYNAKLAR: 

1. Ayşe Yanardağ, “Tarikat, Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kaldırılmasına Dair Devrim Kanunu ve Uygulamaları”, I. Uluslararası Tarih ve Kültür Kongresi, Gaziantep, 2017, s.145-166.

2. Cem Apaydın, “Belgeler Işığında Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması Üzerine Bir Değerlendirme”, Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, Yıl: 2017/2, C.16, S: 32, s. 149-171.

3. Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri, (1924-1930), İstanbul, 2007.

4. Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, 16. bas, İstanbul, 2011.

5. Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, Yeni Türkiye’nin Oluşumu, 3. Kitap, 2. bas, Ankara, 2005.

6. Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C3, 22. bas, İstanbul, 2007.

7. Yasemin Doğaner, “Atatürk Dönemi Türkiye’sinde Sosyo-Kültürel Değişim”, Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi (ICANAS 38), 10-15 Eylül 2007, Ankara, 2012, s.235-260.

8. Yaşar Nuri Öztürk, Kutsal Gönüllü Veli, Kuşadalı İbrahim Halveti, Hayatı, Tasavvufi Düşünceleri, Mektupları, İstanbul, 1982.