Yeşil ışık yandığında canım geçmek istemiyor...

İnadına...



Mırıldanan şarkılar yarım kalıyor...

İnadına detone ses çıkartıyorum...

Kemanımın sesi eskisi gibi değil...



Eskiden pazar günleri doğayı, çevreyi, kedileri, köpekleri, kuşları, yunusları, denizi, kumsalları, gölleri, dereleri yazardım...

Sıra gelmiyor çoktandır...

Siyasi patlamalar o kadar şiddetliydi ki, yüreklerimiz korkmuş serçeler gibi, çırpınıyoruz camlara çarpa çarpa...

Şiirler anlamsızlaştı..

İnadına başı ile ortasını unutuyorum...



Kimse eskisi gibi gülmüyor...

“Ötekileştirme” yalanı altında, ötekileştirilmiş kimliklerimiz yüzümüzde gülücükler yerine sevimsiz şekiller oluşturuyor...

Hüzün var suratlarımızda...

Selamlarımız ürkek...

Sorularım ürpertici...

Bakışlarımız ıslak...



Ben okurlarımı uzaktan gelişlerinden tanırım...

Göz göze geldiğimizde, birbirimizin doğumunu biliriz sanki... Hiç görmediğimiz o “evdekileri” sorarız...

Aynı sokakta koşmuş gibi, bir gün bir zamanda, satır aralarında, ya da iki satır notla, birbirimizin kanayan dizini sarmışızdır...

Sarılırız...

Son günlerde gözlerimizi kaçırıyoruz birbirimizden...

Bir de bakıyoruz ki ağlamışız...

Vedalaşıp uzaklaşıyoruz sonra, birbirimizin avucuna bıraktığımız birer parça umudu yüreklerimize basa basa...



Kimi zaman “Hava ne güzel” diyorum, çamur, yağmur, fırtına olsa da...

İnadına...

Siz de söyleyin...

Yaralı duygularımızı sarmamız lazım...



Ne yapacaksınız?...

Her toplumun kendisine benzeyeni bulup buluşturduğu ne kadar doğruysa...

Doğanın bize asla yalan söylemediği de o kadar gerçek...

Emin olun...

O bahar gelecek...




6 Nisan 2014 tarihli yazı.